YAZMA TEKNİKLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAZMA TEKNİKLERİ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2013 Çarşamba

Roman yazarı yalnızların en yalnızıdır!

Walter Benjamin’in “Roman okuru okurların en yalnızıdır” sözüne atıfta bulunan Elif Şafak, yalnız roman okuruyla roman yazarı arasında bir bağ olduğunu söyleyerek “Roman yazarı yalnızların en yalnızıdır” diyor.

Elif Şafak roman yazarı yalnızların en yalnızıdır.
Günümüz yazarlarının yazmaya ilişkin sözlerini araştırırken Elif Şafak’ın “Bir Roman Yazmak” adlı makalesine ulaştım. Elif Şafak makalesinde roman okuyan “yalnız okur” ile “yalnız yazar” arasında bağ kuruyor. Roman okuyanların birkaç saatliğine de olsa kendilerini bulundukları çevreden soyutlayıp kendi kozalarına çekildiklerini anımsatan Elif Şafak, yazarın da benzer bir deneyim yaşadığının altını çiziyor.
Roman yazarının ve okuru arasında yarı sürreal, yarı realiteyi sorgulamayan yönelten bir bağ olduğunu vurgulayan Elif Şafak, okur ve yazarın tek kelime konuşmadan, paylaşarak ama yalnızlıkları azaltmadan, yüreklerini açarak ama birbirlerini zerre kadar tanımadan geliştirdikleri özel bir sohbet olduğunu söylüyor.

Yazar ve okur arasındaki özel sohbet!
Bu özel sohbeti deneyimlemeyenlerin yani roman okumayanların, edebiyata ve hayal gücüne kapalı olanların, roman okumak bir yana cehaletleriyle övünenlerin, kitapları okumadan yargılayanların, yazar ile okur arasındaki bu “sohbet”in tadını ya da kıvamını anlamaların mümkün olmadığını belirten Elif Şafak hem kendisinin hem de diğer yazarların yazdıklarını değerlendirecek olan kurumun halis, önyargısız roman okuru olduğunu dile getiriyor.
Bundan yaklaşık 7 yıl önce Elif Şafak tarafından kaleme alınan yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

25 Mart 2013 Pazartesi

Yazarlık mayası olmadan iyi bir öykü yazılamaz!

Füsun Çetinel, öykü yazarı Tomris Uyar’ın yazarlık mayası ile öykü yazma ve edebi eser oluşturma arasında kurduğu paralelliği anlattığı bu haftaki Öykünün Ev Hali videosunda yazarın şu sözlerine yer verdi: Yazarlık mayası olmadan iyi bir öykü ve iyi bir edebiyatta ortaya çıkmaz.

Füsun Çetinel bu hafta yazarlık mayası ve ekmek mayası arasındaki benzerliği anlatıyor.
Tomris Uyar’ın öykü yazım sürecine ilişkin verdiği bilgileri aktaran Füsun Çetinel, yazarın şu sözlerini aktardı: Ben öykümü çamaşır, bulaşık yıkarken düşünürüm, geliştiririm. Öyküyle birlikte yaşarım, o insanları düşünürüm. Arkadaşlarımla beraberken kendimi öyle bir kaptırırım ki sorulan bir soruya öykümün bir bölümü ile cevap veririm. Öyküye başlamadan önce ilk cümle yerine son cümleyi bulurum. Sonra geri sarma yöntemi ile tüm öyküyü kurgularım. Ayrıca yazarlık mayası da çok önemli Yazarlık mayası olmadan iyi bir öykü ve iyi bir edebiyatta ortaya çıkmaz.

Ekmek mayası ve yazarlık
Tomris Uyar’ın yazarlık mayası hakkındaki sözleri ile ekmek mayası arasında bir paralellik kuran Füsun Çetinel, “Yazarlık mayası denince aklıma arkadaşımın açtığı bir ekmek kursu geldi. O kursa katıldığımda kullandığımız ekmek mayasına odaklandım ve tıpkı Tomris Uyar gibi geri sarma yöntemini denedim. Ekmekte kullandığımız maya bakkaldan aldığımız bir maya değil fabrika mayasıydı. Ayrıca maya çok özen gerektiriyordu, gerekli şartları yerine getirmediğimiz zaman hemen bozuluyordu. Yazarlık mayası da tıpkı ekmek mayası gibi çok dikkat isteyen, üzerine çok titrenmesi gereken, büyük çabalarla ortaya çıkan bir şey. Yazarlık mayasını oluşturmak veya korumak için çalışmak, okumak, araştırmak gerekiyor Bir tane değil bin tane hikâye yazmayı, gerektiğinde hepsini çöpe atmayı göze almayı zorunlu kılıyor. Öykü yazdık diye yazdığımız metne tutunmamalıyız. Gerekirse başını sonun atmalı, yeniden yazmalıyız” dedi.
Videonun tamamını buradan mutlaka izleyin.
Devamını Oku

23 Mart 2013 Cumartesi

Romanın açılıs paragrafında okuru büyülemek!

Yaşadığımız görüntü çağında günümüzün sabırsız okurlarını romanın ilk paragraflarında etkilemek çok önemli. Yeşim Cimcoz usta yazarların romanlarından verdiği örneklerle yazar adaylarına okuru romanın başlangıcında büyülemenin yöntemlerini anlatıyor.

Yeşim Cimcoz roman yazma teknikleri - açılış sayfası
Yazarken her zaman önce kendimiz için yazmalıyız. Zevk aldığımız için yazmalıyız. Yazarken o dünyanın içinde kaybolup gittiğimiz için yazmalıyız. Kafamızı kağıdımızdan kaldırdığımızda akşamın geldiğine şaşırdığımız için yazmalıyız. Ancak öğle yemeğinde yazabiliyorsak, göz açıp kapanana kadar geçmeli o vakit. Zaman akıp gitmeli yazarken. Ancak o zaman çıkar romanlar, öyküler. Yazarken editörümüz tatilde olmalı demiştim. Onu göndermeyi başarınca bir de bakarız başkaları oturuyor odamızda. Bir değil bir sürü insan gelmiş dikkatle bize bakıyor, bizi bekliyor, okurlarımız! Onlarla aynı odada asla yazamayız. Asabımızı fena bozarlar. Aslında editörden bile daha korkunçtur onların beklemeleri. Bir de sabırsızdırlar. Şansımız varsa bir kaç sayfa, ama genelde ilk bir kaç satırı okuyup değer mi değmez mi bakmaya gelmişler. O bir kaç satır güzel değilse başka bir yazarı rahatsız etmeye gidecekler. Çok vakit harcamak istemiyorlar. Bakın odanıza oradalar mı? Değillerse çok şanslısınız ama oradaysalar artık onlarla yüzleşmek zamanı geldi. Ne istediklerini öğrenelim, onlarla anlaşalım. Biraz zaman alacak, dikilmeyin tepemde diyelim ve istediklerini öğrendikten sonra onları gönderelim. Yazılarımız bittiğinde, içinde yaşadığımız büyüsünün tadına vardıktan sonra yazılarımızı bu insanlara sunacağız. O zaman onların istediklerine kulak verelim mi? Ne dersiniz?

Romanda açılış paragrafı nasıl yazılmalı?
Bugün insanlar sabırsız, filmin görselliği, müziği, efektleri ile beslenmeye alışmışlar ve uzun girişler onları çok sıkıyor. Bir yazar olarak size en fazla 10 dakika ayırabilirler, o da şansınız açıksa. Yapılan bir araştırma insanların bir kitabı alma veya bırakma kararını ilk 3 sayfa içinde verdiğini göstermiş. Yani bize 3 sayfa verecekler. Peki o zaman açılış paragrafının amacı ne olmalı?
  • Okurda bir kişi veya bir ilişki hakkında heyecan ve merak uyandırmak
  • Bir mekanın içine okuru almak
  • Anlatacağımız hikayeye bir derinlik katmak
Demek ki biz bunu başarmalıyız. Peki aşağıdaki örneğe bir bakalım.
Kahvenin kabaca yontulmuş kapısı sert bir tekmeyle ardına kadar açıldı. İçeriye, elinde bir toplu tabanca tutan Zeynel'den önce, tozla toprakla birlikte, dışarıda denizi kudurtan lodos girdi. Zeynel önce kapıda bir an ikirciklendi, sonra ağır, temkinli, eşikte durup yolu kesti, tabancasını İhsan'a doğru çevirdi. Üst üste ateş etmeye başladı. Kahvedekiler bir an öylece dondular kaldılar. İhsan:
- Yandım anam, diye keskin bağırdı. İkinci ‘yandım’ sesi çok usul çıktı, duyulur duyulmaz. Sandalyeden yere sağılıverdi, boynundan oluk gibi kan fışkırdı, sona da hemen kesildi. Donmuş kalmış kahve kalabalığının arasından Selim balıkçının bir yay gibi gerilip, İhsanın ‘yandım anam’ demesiyle birlikte Zeynel'in üstüne atılması, tabanca tutan elinin bileğine sarılması bir oldu. Selim tabancayı almış şaşkınlıkla bir elindeki ağzından duman çıkan tabancaya, bir orada durmuş kalmış Zeynel'e bakıyordu. Birden bütün kahve şaklayan bir tokadın sesiyle irkildi, ama gene de hiç kimse yerinden kıpırdamıyordu.
Yaşar Kemal – Deniz Küstü

Yaşar Kemal bu girişinde hem merak uyandırıyor, (Zeynel İhsan’ı neden vurdu, Selim kim ve neden o karıştı sadece, bu kasabada böyle şeyler çok mu oluyor) hem mekanın içine bizi alıyor (kabaca yontulmuş kapı, kapıdan giren lodos, ve kalabalık) hem de hikayeye derinlik katıyor çünkü dokular, kokular, sesler ve bakışlarla dolu bir sahne.

Bir de Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta Burina Burinata’sına bakalım:
Rahmetli babamı anarlarken, ‘Nur içinde yatsın,’ ya da, ‘Toprağı bol olsun,’ demezlerdi. Çünkü babam denizde boğulmuştu. Ama, boğulan yalnız o muydu? Soyumuzdaki erkeklerin çoğu, denizde kalmıştı. Anam, kaptan kızıydı. Babama varınca kaptan karısı oldu. ‘Babamı doyasıya göremedim. Evlendim, kocamla iki aycağız sürekli yaşayamadım’ der, beni gösterir, ‘Buncağız da denizci olursa ne yaparım? Kaptan kızı, kaptan karısı olduğum yetmezmiş gibi bir de kaptan anası olmasam bari’ diye eklerdi. Mezarlık servilerinin altında ninelerim, teyzelerim yatarlardı. Oysa, erkek akrabamın mezar taşları yoktu. Neredeydiler? İnsan çeşitli yerlerde ölür – ne bileyim, dağda, taşta, savaş alanlarında – ama, denizden başka her yerde bir izi, bir kemiği, dikili bir mezar taşı kalır. Denizde boğulan denizcinin ise, tıpkı bir hulya, bir rüya gibi, tam bir kayboluşu, bir silinişi vardır. Anam, ‘Ne olacak, toprak insanı topraktan, deniz insanı da sudan yaratılır. Topraktan olanlar toprağa dönerler, sudan olanlar akıp denize karışırlar’ derdi.
Halikarnas Balıkçısı – Aganta Burina Burinata

Daha ilk satırlarda  babasının öldüğünü, denizci olduğunu, denizde öldüğünü ve bu kasabada kadınların bu durumdan muzdarip olduğunu ve onunda denizci olmasından dolayı endişe edildiğini öğreniyoruz. Ve burada biliyoruz ki o da denizci olacak.  Artık bunu tüm engellere rağmen nasıl yapacağını okumak için can atıyoruz.  Bu girişte ayrıca bir yaşamın kapıları açılıyor bize, kadınların yalnız yaşadığı, erkeklerin ve kadınların ayrı dünyalarının olduğu, erkeklerin çoğunun erken öldüğü, insanların ağır iş yaptıkları, çocukların çok varlık içinde büyümediği ve kaderin önemsendiği bir yaşamın içine atılıyoruz. Yazının kalitesi ve şiirsel bir yazı ile yazılmış olması bunu bir masal havasına da sokarak derinlik katıyor.

Burada unutmamamız gereken çok önemli bir noktayı tekrar vurgulamak istiyorum. Bu bilgileri hafızanızın raflarından birine bir dosyanın içinde yerleştirin. Bunlara şimdi hiç ihtiyacınız yok. O ilk girişler, o muhteşem satırlar ve nefis ilk 3 sayfalar bir oturuşta yazılmamalıdır. Siz de ilk oturuşta yazamayacaksınız. Her zaman taslaklar olacak, bir değil, iki değil belki 12 taslak olacak. Taslakların yazının son halinden daha da önemli olduğunu unutmayın. Taslaklar olmasa biz hep yazmak isteyip hiçbir şey yazmamış oluruz. Bir gün romanı bitmiş bir yazar olmayı hayal eder dururuz. Taslaklar varsa çalışıyoruz demektir. Taslaklar varsa düzeltecek, yontacak, şekil verecek bir malzeme var elimizde demektir. O yüzden şu anda sadece yazın, kendinizi, duygularınızı, hayalinizdeki o insanları, o yaşamları doğru veya yanlış akıtın kağıda, salın gitsin. Arada bir gün gelir ve hiç bir şey yazamaz olursunuz. Hiç bir şekilde kendinizi ‘yaratıcı’ hissedemezsiniz.  Ne yaparsanız yapın sizi tetiklemeye yaramaz. İşte o gün daha önceden yazdığınız bir taslağı, mesela bu girişi alıp onun üzerinde oynamaya başlayabilirsiniz. Böyle bir çalışma ayrıca hoş bir şekilde ilham perisini de uyandırır. Bir de bakarsınız çalışırken birden aklınızdan bir fikir geçer ve her şeyi bırakıp onun büyülü dünyasına dalarsınız.

Şimdi hazır olduğunuzda aşağıdaki alıştırmaları yapabilirsiniz:
  • Diğer roman başlarına şimdi siz bakın ve her girişin nasıl okurdaki bu ihtiyacı karşıladığını düşünün.
  • Bir kitapçıya gidip romanları inceleyin. Önce kapaklarına bakın, romanın adına bakın. Sizin ilk olarak ilginizi çeken nedir? Sonra açın ilk sayfayı ve bakın bakalım oradan bir el uzanıp sizi çekiyor mu içine.  Bunu birkaç kitap ile yapın ve hatta bazılarının neden çekmediğine de dikkat edin. Konu mu sizin ilginizi çekmiyor yoksa yazıda bir sıkıcılık mı var? 
  • Kendi kitaplarınızın arasında çok sevdiğiniz bir romanı alın ve ilk 3 sayfasına tekrar gözatın. Neden ilginizi çekiyor, sizi romanın içine nasıl alıyor? Yukarıda belirtilen amaçları karşılıyor mu? Nasıl?
  • Kendi yazdığınız girişi bu sefer inceleyin. Okuru içine çeken unsurlar nedir? Yukarıda belirtilen 3 amacı nasıl karşılıyor?
Roman girişlerinden örnekler
Sabah gazeteyi elime alıp kahvemle birlikte pencere önündeki koltuğuma yerleştim. Bu benim sabah keyfimdir. Günde sadece iki kahve içerim. Biri mutlaka sabahları olur. Benim sabah dediğim, sıradan insanların öğlen diye adlandırdıkları zamandır. Ben geç yatarım. Ne de olsa gece hayatındayım. Üçüncü sayfaya geçince moralimi bozan haberi gördüm: ‘Travesti yanarak öldü’
Tadım kaçtı. Haliyle kahvenin de tadı kaçtı, son aldığım yudum fazla acı geldi. Fincanı yanımdaki sehpaya bırakıp haberi dikkatle okudum. Bizim kızların başına gelenler her zaman keyfimi kaçırır. Hepsi benim gibi refah içinde yaşayamaz. Kimi de ekmeğini sokakta çıkartır. Yaşadıkları zorlu hayat onları hırçın yapar.
Mehmet Murat Somer – Peygamber Cinayetleri

Altı gün önce, Wisconsin eyaletinin kuzeyinde adamın biri yolun kenarında kendini havaya uçurdu. Hiçbir şahit yokmuş ama anlaşılan yol kenarına park ettiği arabasının yanında çimlerde oturan adamın yaptığı bomba yanlışlıkla patlamış. Polislere göre adam anında ölmüş. Binbir parçaya dağılan bedeninin parçaları patlama yerinden 5 kilometre bile öteden toplanmış. Bugün itibariyle (Temmuz 4, 1990) adamın kimliği halen belirlenememiş.
Leviathan – Paul Auster

En eski anılarımdan birinde annem ve ben Carter Caddesinde ki kiralık evimizin bahçesinde duruyoruz ve iki adam basamaklardan çıkarak evimize yepyeni bir televizyon taşıyor. Heyecanlıyım çünkü televizyonu duymuştum ama hiç görmemiştim. Adamların üzerinde aralarında taşıdıkları ağır kutunun rengi iş kıyafetleri var. Balıkçı lokantasındaki yengeçler gibi onlarda merdivenleri yan yan yürüyerek çıkıyorlar. Bu anıda güvenilir olmayan işte bu kısım: Görsel hafızam bu adamların Başkan Eisenhower ve yardımcısı Nixon olduğunda ısrarlı. 
Wally Lamb – She’s Come Undone

Lolita, yaşamımın ışığı, kasıklarımdaki ateş. Benim cezam, benim ruhum. Lo - liii - ta: dilin ucu üç basamak çıkıyor damaktan ve üçte dişlere vuruyor. Lo. Liii. Ta.
O Lo’ydu, sadece Lo, sabahları 120 santim boyunda tek çorabı giyinik Lo. Pantolon giydiğinde Lola idi.  Okulda Dolly.  İmza çizgisinde Dolores. Ama benim kollarımda her zaman Lolita’ydı.
Vladimir Nabokov – Lolita

YEŞİM CİMCOZ
Devamını Oku

18 Mart 2013 Pazartesi

Neden herkes roman yazmak ister?

Birçok yazar adayı öykü, şiir, deneme gibi edebiyatın diğer türlerini tercih etmek yerine roman yazmak istiyor. Yazıevi'nin kurucusu Yeşim Cimcoz yazar adaylarının roman yazmaya ne kadar hazır olduklarını bilmek adına dokuz soruluk bir çalışma hazırladı. 

Kime sorsam roman yazmak istiyor. Çok az kişi kısa öykü yazmak isterim, ya da şiir yazmak istiyorum der. Neden herkes roman yazmak ister? Belki de roman yazar olduğumuzun kanıtı gibi gelir bize. Hani bir roman yazarsak ve o da meşhur olursa bizde 'gerçek' yazar olmuş oluruz. Eğer 'ben roman yazacağım' diye yola çıkarsanız genelde yol alamaz ve sonunda 'yazamamış' olarak kalırsınız. Roman yazmayın demiyorum, yanlış anlamayın ama yazmak istediğiniz şeyin roman şeklinde olursa ancak anlatılabileceğinden emin olun. Burada önemli bir nokta var, yazmak istediğini şey, nedir? Kimse roman yazacağım diye yola çıkmamalı, siz bir şey anlatmak için yola çıkmalısınız. Anlatacağınız şey romana sığacak diye roman yazmalısınız. Yine de size yardımcı olması için bir çalışma hazırladım. Roman yazmak istiyorum diyorsanız, elinize kağıt kalem alın ve aşağıdaki soruları kendiniz için cevaplayın. Bittiğinde roman yazmaya hazır olup olmadığınızı anlarsınız...

  • Neden roman yazmak istiyorum?
  • Neden öykü olmasın da roman olsun istiyorum?
  • Benim anlatmak istediğim şey nedir? Onu anlatmak için neden romana ihtiyacım var?
  • Bu anlatmak istediğim şeyi anlatmasam ne olur? Niye onu anlatmam gerekiyor ki?
  • Anlatacaklarımı kimin duymasını istiyorum? Neden onlar duymalı?
  • Anlattığımda ve onlarda beni dinlediklerinde ne hissetmelerini, ne yapmalarını istiyorum?
  • Bunu anlamaları için onlara bunu yaşatmam gerekiyor...bunu nasıl başaracağım? Neyle başaracağım? Hangi anıları, hangi duyuları, neleri kullanarak bunu aktarmak istiyorum?
  • Şu anda aklımda bu hikayeye ait görüntüler canlanıyorsa onlar nedir? O görüntülerin listesini çıkartabilirmiyim?
  • Tek bir satırda bu hikayeyi anlatsam o satır ne derdi?

Bunlara kısa kısa yanıtlar verip geçiştirirseniz size yararı olmaz. Uzun uzun yanıtlar verin. Kendinize kendinizi anlatın. Sonuna geldiğinizde aslında roman yazmanız gerekiyorsa başlamak için doğru yere gelmiş olacaksınız.
Kolay gelsin
Yeşim Cimcoz - Yazı Evi
Devamını Oku

10 Mart 2013 Pazar

Benim okurum akıllıdır!

Öykü yazarken okura güvenmek neden önemli? Öykünün Ev Hali adlı video serisinde Füsun Çetinel bu hafta çocuk eğitimi bağlamında okura güven konusunu irdeliyor.

Yeşim Cimcoz Yazıevi Eğitmenlerinden Füsun Çetinel
Yeşim Cimcoz Yazıevi eğitmenlerinden Füsun Çetinel “Öykünün Ev Hali” adlı video serisinde bu hafta çocuk eğitimi ve okura güven konuları arasında bir bağ kurarak yazar adaylarına önemli ipuçları verdi. Anne babaların çocuklarını aşırı koruma içgüdüsü ile çocukların sorumluluk alması gereken işleri güvensizlik nedeniyle kendilerinin yaptığını vurgulayan Füsun Çetinel, bu nedenle gençlerin deneyim kazanamadığını vurguluyor. Deneyim kazanamayan gençlerin birey olmakta zorlandıklarını ifade eden Çetinel bu olayı yaratıcı yazarlık eğitimine şöyle bağladı: Nasıl ki çocuklarımızı yetiştirirken onlara güvenmeyip ‘yapamaz’ düşüncesiyle işlerini biz yapıyorsak metnimizi yazarken okurlarımıza da güvenmiyoruz. Bu yüzden kurmaca metnimizde okurun hayal gücünü harekete geçirecek satır araları bırakmıyoruz. Kelime tekrarlarıyla, nidalarla, gereksiz ünlemlerle, noktalı virgüllerle, okurun anlamayacağını zannederek yaptığımız gereksiz açıklamalarla okuyucuyu aciz bırakıyoruz. 


Okuyucunun hayal gücüne izin verin!

Füsun Çetinel, okura güvenen öykü yazarının yapması gerekenleri şöyle sıraladı: Kurmaca metnimizi oluştururken okuyucuya satır araları bırakmalıyız, tekrarlardan kaçınmalıyız. Okuyucunun hayal gücüne de bir şeyler bırakmak lazım. Kitabı okurken okuyucunun hayal gücüne olanak tanımalıyız. 
Dikkat çekmek için üç ünlemi yan yana koymaya gerek yok. Bunu yapmak istiyorsak eğer kelimelerin gücünden faydalanmamız gerekiyor. Öykümüzü yazarken okuyucumuzu ‘akıllı’ olarak düşüneceğiz.

Füsün Çetinel’in öykü ve okuyucu ilişkisini anlatan açıklamalarının tamamını dinlemek için videoyu mutlaka izleyin.



Devamını Oku

6 Mart 2013 Çarşamba

Öykü yazmak için 10 emir

Öykü yazmak Selim İleri'nin tabiriyle hala naif bir uğraş. Bu uğraşın içinde olan öykü yazarlarına Horacio Silvestre Quiroga Fortez'den öykü yazma tekniklerini de içeren 10 maddelik bir rehber. İncelemenizi öneririm.

Fortez'den öykü yazarlarına öykü yazmak için 10 emir
Öykü yazma teknikleri konusunda en çok önemsediğim ve okuyanına önemli ipuçları veren 10 maddelik bir öykü haritası buldum. Kendisi de bir öykü yazarı olan ve edebiyat tutkunlarının internetteki uğrak mecralarından biri olan Yekta Kopan'ın Fil Uçuşu adlı bloğunda rastladım ona. Semih Aközlü çevirisiyle Horacio Silvestre Quiroga Fortez tarafından yazılan bu Kusursuz Bir Öykü Yazarı İçin 10 Emir, yazarın anlatımıyla sadece öykü yazarlarına değil okuyucusuna da rehberlik ediyor. Öykü yazmaya gönül verenlere küçük ama yerinde ipuçları veren bu on madde sayesinde öykü yazma serüvenimiz daha da keyifli hale geliyor.

Duygularının akışına kapılma

Yazma aşamasında, yazım aşamasında girilen ruh halini ve dile yönelik önerilerin bulunduğu 10 emirde benim en çok ilgimi çeken dokuzuncu madde oldu. Bu maddede Fortez, "Duyguların akışına kapılarak yazma. Bırak silinsinler, ama sonra hepsini aklına getir. Bundan sonra duyguları yeniden canlandırabilecek gücün kalmışsa, zaten yolu yarılamışsın demektir." deniyordu. Kanımca yazarın duygularına esir olmasındansa aklı ile metnine hükmedip duygularını kelimelerle harmanlamasını öğütlüyordu.

Öykü ve roman arasındaki fark

Fortez, sekinci maddede ise yazarın, kahramanlarını öykü boyunca tutarlı bir şekilde var etmelerini ve okuru aldatmamasını öğütlüyordu. Ayrıca yine aynı maddede öykü ile roman arasındaki ayrıma dikkat çekerek öyküyü laf kalabalığından arınmış roman olarak nitelendiriyor. Öykü yazarından da bu gerçeği mutlak olarak kabullenmesini istiyor. 
Fortez'in Kusursuz Bir Öykü Yazarı İçin 10 Emir'ini okumanızı öneririm.
Devamını Oku

5 Mart 2013 Salı

Polisiye roman nasıl yazılır?

Polisiye romanların büyük kuramcısı S.S. Van Dine’ın'ın kaleminden Polisiye Roman Yazmanın 20 kuralı, polisiye meraklılarına özel.

Polisiye Roman Yazmanın 20 Kuralı
Polisiye romanın diğer türlere nazaran özel bir okuyucu kitlesi olduğu söylenebilir. Bu türün yazarları da romanın temel kurallarına sadık kalarak polisiye kavramı çerçevesinde bazı özel anlatım şekilleri ve teknikleri kullanmakta. Polisiye romanların büyük kuramcısı S.S. Van Dine'ın Polisiye Roman Yazmanın 20 Kuralı adlı makalesini sizinle paylaşmak istedim. Afilli Filintilar grubunun üyesi  Samed Karagöz'ün aynı adlı sitedeki yazılarından birinde yer verdiği bu makalede polisiye roman yazmak isteyenlere önemli ipuçları veriyor.

Makaleden bazı notlar
Kuralları okurken en çok dikkatimi çeken uyarılardan biri kesinlikle bir aşk hikayesine yer verilmemesi gerektiğini vurgulamasıydı. Aşk hikayesinin okuyucuyu gereksiz bir duygusallığa sürükleyeceği ve konuyu akılcılıktan duygusallığa çekeceği belirtiliyordu. Van Dine makalesinde, polisiye romanının amacının aşıkları evlendirmek değil, cinayeti çözmek olduğunu bu nedenle duygusallığın okuyucu yoldan çıkardığını söylüyordu.

Kusursuz cinayet şart
Okurun romandan beklentilerine atıf yapan Van Dine, Amerikalıların insancıl olduğunu, bu nedenle iyi bir cinayet kurgusunun onların korku ve intikam duygularını coşturduğunu, okurda zanlıyı hemen adalete teslim etme isteğinin doğduğunu belirtiyor. Kusursuz bir cinayet işlendiğinde bu isteğin 3-4 kat arttığını da not düşüyor.
Cinayet yöntemi ve onu araştırma şeklinin tamamen bilimsel olması gerektiği de makalede üzerinde önemle durulan ayrıntılardan. Eğer yazar bilim ötesi veya uydurma araçlarla cinayet silahı ya da yöntemi kurgularsa okuyucunun inandırmakta güçlük çekebilir. Yazar kendini fantezi dünyasına kaptırırsa polisiye türünden giderek uzaklaşır ve macera romanına yelken açmasına neden olur.

Okuyucu cinayeti ayrıntılı bilmeli
Makalede geçen bir diğer önemli nokta da cinayetin okuyucuya açık seçik tüm ayrıntılarıyla anlatılmasıdır. Yani, okuyucu kitabı bitirdiğinde cinayetin hangi ipuçlarıyla çözüldüğünü öğrendikten sonra kitabı yeniden okuyup, aynı ipuçlarını kendisi de bularak cinayeti çözebilmelidir.
Diğer ipuçlarını öğrenmek için Polisiye Roman Yazmanın 20 Kuralı'na bakalım.
Devamını Oku

3 Mart 2013 Pazar

Yaratıcı Yazarlık Alıştırmaları

Yaratıcı yazarlık alıştırmalarının yazar adaylarının gelişimi açısından vazgeçilmez uğraşlardan biri olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede Yeşim Cimcoz'un yazar adaylarına yönelik kurguladığı yaratıcı yazarlık alıştırmalarını sizinle paylaşıyorum.

Yaratıcı Yazarlık Alıştırmaları - Yeşim Cimcoz
Yazı yazma alışkanlığı edinmek, yazdığımız metinleri oluştururken çeşitli teknikler kullanmak yazar adaylarının gelişimine yönelik katkı sağlıyor. Belirli aralıklarla yapacağımız alıştırmalar, kurgu, kahraman yaratma, olay örgüsü oluşturma, gerçekçi diyalog yazma gibi yetilerimizin zamanla gelişmesini sağlıyor.

Alıştırmalar yazmayı kolaylaştırıyor
Yeşim Cimcoz tarafından kurgulanan ve yazar adaylarına yönelik kolay, anlaşılabilir ve yol gösterici bir niteliğe sahip alıştırmalar sayesinde yazdığımız metinlerin edebi değerini artırabilir, yazarken aklımızdaki hikayeyi kağıda daha kolay aktarabiliriz. Haydi alıştırmaları inceleyelim.

Yaratıcı Yazarlık Alıştırmaları 
Not: Alıştırmalar aşağıdan yukarıya doğru sıralanmış.
Devamını Oku

Oyku tek raunda nakavt eder!

Öykü ve roman arasındaki ilişkiyi keyifli bir benzetme ile anlatan bir yazı buldum. Yaratıcı yazarlık alanında uğraş veren ve diğer edebiyat tutkunlarının mutlaka okumasını dilediğim bir yazı.

Öykü roman ilişksi Julio Cortazar
Öykü - roman karşılaştırmaları hem okuyucuları hem de yazarları keyifli bir tartışmaya yöneltir. Öykücülerin daha fanatik olduğuna inandığım bu tartışmada acaba yazarlar ne düşünüyor? Usta öykücü Borges hakkında bir araştırma yaparken bir yazı ile karşılaştım. Vatandaşı Julio Cortazar öykü üzerine 1970 yılında kaleme aldığı bir yazı. Öykü ve roman arasındaki ilişkiyi bir benzetme ile anlatan yazarın makalesini sizlerle paylaşmak istedim.

Makale --> Julio Cortazár: Öykü Üzerine
Devamını Oku

1 Mart 2013 Cuma

Öykü kitabında bütünlük anlayışı olmalı mı?

"Öykünün Ev Hali" adlı videolarıyla tanınan Füsun Çetinel edebiyat köşelerini tutmuş kişilerin, diğer bir ifade ile müdürlerin öyküleri zımparalayıp öyküleri benzer yapmaya çalıştıklarını söyledi. 

Öykü kitabında bütünlük olmalı mı?
Öykü kitaplarında bütünlük adı altında öyküleri benzer hale geldiğini ifade eden Füsun Çetinel, öykünün plansız yazıldığına inananlardan. Öykünün anlık bir duygu olduğunu bu nedenle bir kelime, bir duygunun öyküyü var edeceğini söylüyor. Bütünlüğün öykünün doğasına aykırı olduğunu ve yaratıcı yazar adaylarının bu konuda uyanık olmalarını öneriyor.

Yayınevleri zorlyor!
Yayınevlerinin öykü kitabında bütünlük arayışı içinde olduğunu belirten Çetinel, roman gibi birbiri ardına dizilmiş bölümlerden olan öykü kitaplarının yayınevleri tarafından satışının kolay olması nedeniyle tercih edildiğini ancak bu durumun edebiyata aykırı olduğunu söylüyor.

İşte Füsün Çetinel’in Öykünün Ev Hali videosunun tamamı.

Devamını Oku

28 Şubat 2013 Perşembe

Başyapıtlarda kullanılan 8 aşama

Birçok başyapıtın yazımında kullanılan 8 Point Arc Yöntemi kurmaca metin kaleme alırken size yol gösteriyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yazım Atölyesi'nde eğitim gören Burak Altınay tarafından tutulan yaratıcı yazarlık notlarından derlenmiştir. 

İnsanlığın başlangıcı ile beraber başlayan hikaye anlatma (yazılı tarih ile beraber yazma) metodlarının varabildiği en sistematik yöntemi bilmek ve yazabilmenin en önemli anahtarlarını kavrayabilmek:

8 point arc yönetimi
1. Statis
Anlatılacak hikayenin ilk durumu ve dengesidir. Hikayenin karakterlerinin rutinleri, yaşadıkları zaman ve mekanın olağanlığını tanımlamak için kullanılan terimdir statis. Tüm hikayelerin başlangıcında ‘’hiçbir şey olmaz’’ şiarından hareketle özetlenebilir. Bu olağanlık, durağanlığa yahut somut bir gerçeği ifade etmek zorunda değildir. Yöntemi anlatmak için 8 aşamada da kullanacağım ‘’James Bond, Lord Of The Rings=LOTR ’’ gibi örneklerden anlatmam gerekirse. James bond filmlerinin statis’i macera ve aksiyondur. Bond hikayenin en başında mevzudan mevzuya akmakta, önüne geleni harcamaktadır. Gökdelenlerden helikoptere atlayıp oradan denizde onu bekleyen deniz altısına binerek magmaya inebilir. Bu James Bond’un aleladeliği ve dengesidir. Bu anlamda LOTR üçlemesi yanıltıcı görünebilir zira film hikayenin temellendirilmesi ile başlar. Yüzüğün öyküsü anlatılır. Fakat kurmacanın dibine vurmuş olan Tolkien’ın statis’i ise kayıp yüzüğün etkilemediği olağan bir Orta Dünya metaforudur. Bu kurmaca dünyada bir takım ırklar (hobbit,elf,goblin,cüce) statislerinde ve bir dengede takılmaktadırlar.

2. Trigger
Statisteki dengeyi ve rutini bozan tetikleyicidir. Yolculuğun başlatıcısıdır. Hikayenin kahramanlarına yahut mekan ve zaman algısına genellikle dışarıdan gelen ateşleyicidir. Bond örneğinde bu trigger bağıra bağıra gelir. Bond’un cep telefonuna yahut odasındaki teknolojik duvara gelen bir mesaj ile Bond’un statis’i değişime uğrar. Elemanımız şu saatten sonra bağlasan durmaz. Zira kurtarılacak bir ülke ve insanlar olduğu bilgisi gelmiştir. Keza LOTR’da da yüzüğün asıl sahibi olan kötülüklerin şahı, yok edilmiş kral Sauron’un ruhu tekrar piyasaya çıkar ve yüzüğün emanetçisi hobbitlerden Bilbo, Gandalf’ın uyarısı ile yüzükle vedalaşır. Bu hikayenin triggerları gizli ve çok olmasına rağmen bana göre asıl baba trigger ‘’yüzüğün yok edilmesi gerekliliğidir’’. Bu gereklilik ile statis dönülmez akşamın ufkuna girer. Çeşitli triggerlar: Suç ve Ceza’da sefalet içindeki karakter en sonunda saatini satmak zorunda kalınca triglenmiştir. Veya evinde pinekleyen bir asosyal vatandaşı, camına konan bir kuşun cıvıltısı trigleyebilir. Aşk filmlerinin hikayelerinin bodozlama triggerı ise karakterlerin çarpışmasıdır.
!!!Yazardan aforizma: Trigger ne kadar soyut ve gizli olursa, hikaye o kadar çok şey vaad eder.

3. Quest
Trigger’ın etkisi ile çıkılan arama yolculuğudur. Yolun kendisidir. Bir çeşit üstlenilmiş sorumluluk/görev anlamına gelir. Bond’un tüm ekipmanını ve hazırlıklarını tamamladığı aşamadır. Bu aşamaya yolculuğun bir kısmı da dahil edilebilir. Mesela Bond reis kalkar saatte 500 Km hız yapan arabası ile mevzu yapacağı mekana gider. Oralarda birileriyle tanışır, hırpalar, arada hatun öper. LOTR’da ise sevimli hobbitlerimiz Frodo ve Sam’in, memleketleri Shire’dan ayrılışları açık bir quest olarak Sam tarafından dillendilmiştir. Sam, daha önce hiç geçmediği bir sınıra geldiğinde çok pis triplere girer. Frodo’ya ‘’lan biz quest aldık, uyandırayım’’ minvalinde bir konuşma yapar. Fakat kurmacanın şahı değil şahbazı olan Tolkien’in asıl questi daha barizdir; yüzük yok edilmeli.

4. Surprise
Sürpriz (bknz:lang to lang).  Quest’i çekici kılmak için üretilen problem, aşılması gereken engeldir. Bu engeli hikayenin neresine koyarsanız, questin parlamaya başladığı yer olacaktır. Sürprizin biçimi ve zorluğu da hikayeye derinlik katmak için elzemdir. Bond’un karşısına çeşitli sürprizler çıkmakla beraber genelde çok sağlam korunan bir mekan yahut anlaşılamayan ilişkiler bütünü gibi engeller çıkar. Lotr’da ise sürpriz epey sağlamdır. Kurmacanın tillahı olan Tolkien, ‘’yüzüğün sadece tek bir mekanda yok edilebilmesi’’ gibi 8 point arc’ı yamultan, sıralamasını sarsan bir engel yerleştirmiştir hikayeye. Bu anlamda LOTR’ın sürpizinin, Quest ile aynı anda kodlandığını söylemek mümkün. Sürprizin makul ve şaşırtıcı olması kritik önem arz eder. Zira statis’e hiç değmeyen bir sürpriz koymak hikayeyi abzürtleştireceği gibi fazla olağan bir sürpriz de hikayeyi sıkıcı kılacaktır. Bu anlamda Kaan Ertem’in yarattığı karakter ‘’Erdener Abi’’nin cevapları ve Nasrettin hoca cevapları fikir açısından katkı sağlayabilir.

5. Critical Choice
Quest’e devam etmek için aşılması gereken Surprise’ın nasıl aşılacağının anlatılması. Hikayenin kahramanının deneyeceği alternatifler ve kahramanın nasıl bir karaktere sahip olduğunu anlayacağımız kısım. Bond’un seçimleri genellikle zekaya dayanır. Salak bir Bond olmaz tahmin edeceğiniz üzere. Fakat biz Bond’un ne kadar süpersonik bir adam olduğunu sürprizi aşmak için denediği yollardan anlarız. Bu anlamda Trible X adlı aksiyon filminde çok çarpıcı bir Critical Choice’ye değinmek isterim. Kahraman Vin Diesel ateş altındadır ve ateşin nerden geldiğini görememektedir. Düşmanının da sigara tiryakisi olduğu bilgisine sahiptir. Elinde de öyle manyak bir silah vardır ki, dumana/ısıya güdümlüdür. Diesel ‘’aaa doğru ya lan’’ der ve  tetiğe basar. Roket gider, sigara içen düşmanın kafasına oturur. LOTR’da ise yine usta kurt Tolkien ortalığı Critical Choice’lara boğmuştur. Üçlemenin birincisinde öylesi Critical Choiclar vardır ki yine 8 point arc metoduyla göbek atar. Tüm ırklardan gelen liderlerin bulunduğu masada, nasıl bir quest olacağı konuşulurken hiçbir ırk temsilcisi bu seçimin sorumluluğunu istemez. Bu noktada yüzük için aday olan kahraman Frodo hem Critical Choice’u yapar hem de questi belirler. Fakat hikayenin ana Critical Choice’u taa hikayenin anlatıldığı ilk anlarda verilmiştir. Dahi adam Tolkien, Dark Lord Sauron’un yok edilmesi ile ele geçen yüzüğün, Mordor dağlarında yok edilme şansı varken, insan kral İsildur’un ‘’kıymetlimis’’ kafasına girmesi ve yüzüğü sahiplenmesi şeklinde hikayeye giydirir. Sonra bu seçim yüzünden komple bir üçleme yazılmıştır. Anlatılan hikayenin Critical Choice’larını yazmak ise ayrı bir yazının konusu. Somut Critical choice örnekleri: Ortada kuyu varsa yandan geçmek bir critical choice’dur. Küçümsenmemelidir zira ortadan geçmek de bir critical choice olabilir. Hikaye kuyudan devam edebilir bu andan itibaren.

Yazardan C.Choice sorusu: Tem otoyolunda karşıdan karşıya geçmek için üst geçit yoktur. Kahramanımız pokemon ustası Ash nasıl karşıya geçer?

6. Climax
Surprise’ı aşmak için seçilen C.Choice’un neticesidir. Climax ile hikayenin çatışması ortadan kalkar. Hikayedeki çatışma hatırlayacağınız üzere surprise ile ortaya çıkmıştı. Bond efendinin climaxı genellikle yakmak, yıkmak, asmak, kesmektir. Fakat zaman zaman tilki planlar kurup surprise’ı düşünsel olarak da çökerttiği olur. Ama bir patlama olur illaki. LOTR’da da benzer bir climax göze çarpıyor. Miğferdibi savunması, Minastirith savunması ve Orta Dünya Savaşı gibi savaşlar üçlemenin yan climaxlarıdır. Şeker Çocuk Frodo hikayenin sürprizlerinden olan ‘’lan biz yola çıktık da bu Mordor’a nasıl gidicez’’ durumunu yüzük bağımlısı yaratık Smeagol’ı rehber diye bağrına basması da bir climaxdır. Büyük zat Tolkien hikayenin climax’ını ise questte açıklamıştır. Yüzük mordor dağının lavlarında yok edilmeli. Frodo’nun lavlara Smeagol ile beraber gömerek yok ettiği yüzük hikayenin başından beri beklenen ana climaxtır.

7. Reversal
Climax’ı gerçekleştirdikten sonra oluşan durum. Bir nevi hikayede geriye gidiş. Yolculuğun bittiği ve mevzuyu kaptığımız bölüm. Burada hikayeye başlarken gördüğümüz karakterler değişime uğramıştır. Bond serilerini burada ikiye ayırmak gerekir. Erken dönem Bond filmlerinde bir reversal vardır fakat Bond amcam öylesine mekanik bir adamdır ki, onca mevzudan çıkıp zerre karakteri oynamaz. Biz de o filmlerde bir halt olmayacağını bile bile aradaki tantanayı, şamatayı izleyip eğleniriz. Sonra tüketip, evimize gider yatarız. Fakat Daniel Craig’li Bond filmlerinde reversal komple mekanı,zamanı ve karakteri değiştirir. Bu filmlerde, Bondcuğumuz öptüğü kızları ‘’skor’’ olarak görmez inceden sever. Yaşadığı hadiselerden etkilenir. Üzülür, triplere girer , erdemli olur, katil olur. Craig’li, Bond filmlerini daha saygın kılan bu reversal olayıdır.  LOTR’da ise reversal damperledir. Gandalf’ın ilk serüvende kapıştığı devasa yaratık Balrog ile beraber karanlığa gömülmesi bir reversaldır. Hisli çocuk Frodo’nun ‘’Gendeeeaaallllff’’ şeklindeki haykırışını ‘’reverseaaaaall’’ diye okuyabiliriz. Tabi üstad Tolkien hikayeye özellikle bu aşamada sağlam girer. Zira onca surprise, quest, c. Choice, climaxtan sonra yok edilen yüzük bir nevi boşalma reversal’ı olarak ortaya çıkar.
Reversal örnekleri: Macbeth’in şerefsizliği trajediyi sadece intihar ile çözecek ve rahatlatacak bir reversal örneğidir. Macbeth’in bu kadar tesirli bir yapıt oluşunun sırrı reversalında gizlidir. Macbeth must die ! Başka yolu yoktur. Tabi her intiharı da bir reversal olarak görmeyelim. Rakı sofralarında yapılan ‘’şişede durduğu gibi durmaz’’ geyiği de aslında bir reversalın işaretidir. Sarhoşluk reversaldır.

8. Resolution
Yeni statisimizdir. Gerçekleşen 6 aşamadan sonra oluşan yeni durum, karakter, zaman ve mekandır. Dengeler alt üst olmuştur. Köprünün altından çok sular geçmiştir. Oluşan yeni dengedir. Resolution’un 8 point arch için önemi, yeni hikayeye hazırladığı zemindir. Reversal’da ikiye ayırdığım Bond filmlerini burada da ikiye aynı şekilde ayırıyorum. Erken dönem Bond’lar zaten cyborgtür. Bir sonraki filmde aynı ruh hali ve karakterde olacaktır. Patlayan mekanlar, oluşan konjonktür gibi detaylarla da bir daha karşılaşılmayacağından burada resolution yoktur. Craig’li Bondlarda ise karakter ve yan karakterlerin edinimlerine resolution diyebiliriz. Yine de Bond filmleri resolution için yetersiz bir örnek. LOTR’da ise ortam komple değişmiş ve hikaye sıfırlanmıştır. Yüzüğün yok olması ile ırklar rahat nefes alır, elfler cennet gibi ortamlara giderler. Aragorn savaştan muzaffer çıkan bir ülke kralına dönüşür. Gandalf büyü sektöründen emekliliğini ister. Mordor’un korku saçan alevleri ve her yeri dikizleyen kocaman gözü yok edilir. Böylece hikayenin sonu bir çeşit başlangıca dönüşür. Resolution yazara hikayeyi devam ettirme imkanı verirken seyirciye de ‘’sonra nolmuştur acaba’’ şeklinde bir çocuk hediye eder. Aynı zaman da içinde bir takım duyguları da ihtiva eder. Unutulmamalıdır ki hikaye seyircisi adam gibi bir son bekler. İyi yada kötü değil. Adam gibi adam Tolkien’in armağanı gibi bir son.
Devamını Oku
BlogOkulu Gadgets