22 Mart 2013 Cuma

Edebiyat, muhalefet ve Bogaziçi Üniversitesi

Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen etkinliklerden biri olan Edebiyat ve Muhalefet panelinde 1970’ten bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan ve mezun olan öğrencilerin edebiyata olan katkıları anlatıldı. Paneli yakından takip eden Füsun Çetinel bu keyifli söyleşiyi sizlerle paylaşıyor.

Boğaziçi Üniversitesi 150. yıl Edebiyat ve Muhalefet Semineri
Semih Sökmen, Müge Sökmen, Meltem Ahiska, Bülent Somay, Murat Gülsoy ve Nazlı Ökten’in konuşmacı olduğu panelde Boğaziçi Üniversitesi denince ilk akla gelen edebiyat çalışmaları ve dergileri,  bu çalışmaların felsefe, sosyoloji, politika gibi çeşitli konularda ürettiği yenilikler konu edildi. Son dönemde Boğaziçi Üniversitesi mezunlarının ve kurumun edebiyatla olan yakın ilişkisi konuşmacıların anıları ve çalışmaları çerçevesinde değerlendirildi. Darbe sonrası yıllarında Boğaziçililer tarafından çıkarılan Defter Dergisi, Metis Çeviri, Hayalet Gemi gibi dergiler Türk Edebiyatında yazım alanında bıraktığı izler yeniden hatırlandı.

Semih Sökmen (BÜ Makine Mühendisliği ‘81 mezunu) 
Bu bina benim için özel. Öğrencilik yıllarımı bu binada, kütüphanede geçirdim. Dokusu çok güzel. Panelin burada olması benim için sürpriz oldu.
Hepimizin ortak yanı düşünce. Müge ve Meltem’i kastediyorum, onlarla beraberdik. Üniversitede olduğum yıllar, hem Türkiye hem üniversite için özel bir dönemdi. Sancılı, acılı, başkalarının üniversite yıllarına benzemeyen yıllardı. Sonunda askeri darbe oldu. İyi ve güzel hatırladığım şeyler de oldu tabi. Kuşak mücadelesi, baş kaldıran, protestocu, kafa dengi arkadaşlar. Arkadaşlık ilişkileri vurgulanırdı. Üniversitede yaşadığımız güzellikleri içindeyken anlayamadık.
Boğaziçi gerçekten özgür ve özgürlükçü bir yerdi. Üniversitenin bu özelliğini ileriye taşıması, koruması, geliştirmesi çok önemli.  Büyüyüp yetişkin dünyasına katılmak çok önemli. Hayata atılmak. Farklı ne yapabilirimi düşünmek, bulmak. Hayatta neye tutunabilirim?
Somut üzerine konuşursam, insiyatif anlarım nelerdi? Müge ile birlikte Metis’i kurduk. İki dergi çıkarttık. Nazlı Ökten ve Murat Gülsoy ile aramızda kuşak farkı var. Onlar bir dönem sonra Hayalet Gemi dergisini çıkardı. Bunlar bugün fiilen yayınlanan dergiler değil. Kendi adıma bu tercihleri yaptığım için çok mutluyum. Şu anda Metiste editörlük yapıyorum. Müge Sökmen bize Metis Çeviri dergisini anlatacak.
Boğaziçi Üniversitesi Edebiyat ve Muhalefet Paneli
Panelin Konuşmacıları: Semih Sökmen, Müge Sökmen, Meltem Ahiska, Bülent Somay, Murat Gülsoy ve Nazlı Ökten 


Müge Sökmen (BÜ Makine Mühendisliği ‘80 mezunu)
1980 bizim miladımız. 1976’da üniversiteye girdim. 1983’de mastırdan mezun oldum. Sol taraftaydım. Şiddet ortamı vardı. Neler olmaktaydı? Sorular sorup, belli meseleler için solcu olmuştuk. Üniversitede Bertold Brecht tiyatrosu oynuyorduk. Mahalle aralarında tiyatro yapıyorduk. Zamanımın çoğunu şimdi içinde bulunduğumuz bu eski kütüphanenin bodrumunda geçirdim. Akreplerin arasında atılmış, unutulmuş Memet Fuat dergileri okurduk. Başımıza 12 Eylül darbesi indiğinde biz, dışarıda olan insanlar, bunu geçici sandık. Düşünemediğimiz, konuşamadığımız şeyleri hadi şimdi tartışalım, dedik. Metis Yayınevini bu dönemde kurduk.
Bu ülkede dil hep sorun oldu. Biz de sokak dili konuşan bir kuşaktan geliyoruz. Birinci sorun dilimiz jargonlaşmış, zayıflamıştı. Düşünce ilerlemez oluyor ister istemez. İkinci engel ise dublaj Türkçesiydi. Sonra kitapların suç aleti gösterilmesi. Saldırıyla karşılanması. İroni bile yapılamaz oldu, edebiyat daralmaya başladı. Yayınların yüzde ellisi çeviriydi ve biz dile çeviri yanlışlarını tartışırdık. Dil meselesi yüzünden çeviri atölyesi kurduk. Çeviri tartışmaları başlattık. Yurdanur Salman, Suat Karaltay vardı. Ben makine mühendisliğinde okuyordum. Aramızda hiyerarşi yoktu. Gelin şu işi beraberce öğrenelim, dedik. Toplanıp tartışıp karar veriyorduk. Gençlerin heyecanı, diğerlerinin tecrübesi vardı. Disiplinlerarası bir çalışmaydı. Burada çevirinin kararlar, seçimler, tercihler, ihanetler ile yapıldığını öğrendik. Çeviri süreçlerini gösteren işler yaptık. Kişisel tercihler neyi belirledi? İki kişi aynı çeviriyi yaptık.  Farkına baktık. Karşılaştırmalı çeviri yaptık. Geri çeviri yaptık. Ne gitti ne kaldı? Orijinal metinden ne kadar uzaklaştı. Bunlara baktık hep. Duayenlerle söyleşi yaptık. Gönüllü işiydi. Dönemin en iyi aydınları, kültür insanları bize katıldılar. Jale Parla, Tomris Uyar cömertçe işlerini bize verdiler. Beş yıl boyunca ne gazetede ne medyada hiç tanıtımımız çıkmadı. Yersiz ve gereksizdik. 1982-1992 yılları arası yorucu bir süreçti. Daha sonra akademiden beslenemez olduk. Dolaplar dolusu yazı alıyorduk. Meselesi olan yazılar değildi bunlar. Öğrenemez hale geldik. Buraya kadarmış, dedik. Yirmi birinci sayıda kendi kendimizi eleştirdik ve çekildik. Dergiciliğe bir daha dönmedik.

Meltem Ahiskaya (BÜ Sosyoloji Bölümü ‘80 mezunu)
Defter dergisi yayın kurulundaydım. Yedi sekiz kişiden oluşan bir yayın kurulumuz vardı. Sunuş yazımız bile yoktu. Daha sonraları gündelik hayatın zorlaması ile bir sunuş yazımız oluşmaya başladı. Arka arkaya yazılar koyardık. 1987-2002 yılları arasında, dar bir yayın kuruluna rağmen sekiz yüz kişinin işine yer vermişiz. Türk literatüründe ciddi bir birikim.
İlk önce Akıntıya Karşı sonra Defter dergisini çıkarmaya başladık. Nasıl bir dönemdi? Akıntıya Karşı sadece iki sayı çıktı. Oluşturulması, dağıtılması çok zordu. 1985’de ilk sayı, 1986’da ikinci sayı. Son derece zahmetli bir işti. Tipo baskı vardı ve yanlışların düzeltilmesi günler alıyordu. O yıllarda dergi basmak yasaktı. Derginin çeşitli tanıtım cümleleri vardı. ‘Akıntıya Karşı, sınırları tanımak ama kabul etmemektir,’ bunlardan biriydi.
1980 sonrası büyük şok yaşadık. Korku, endişe hali, kitaplar, dergiler yakılmış. Ben kitaplarımı toprağa gömmüştüm. Açık kıyım vardı. İdeoloji kökleşmemiş. Alacakaranlık hali. Sol dili kullanarak çıkarırdık dergiyi.
Şenlikli muhalefet neydi? Defter dergisi yazıyı birebir gerçekliğe dönüştürdü. Bir gerçeklik ortaya çıktı. Söyleşiler önemliydi. Jest vardı. Öznel değildi. Geçmişle gelecek arasında bağ kurmayı amaçlıyordu. Yazılar tamamlanmaya başladığında heyecan yitti.
Roland Bartes  ‘Yazı kendini umut olarak sunar. Yazı hep eksiltir. Ben başlamadım, başlanmış bir şeyi bitirmeye çalışıyorum,’ der. Yorumlanmış olanı tekrar yorumlamak, tarihin içine katılmaktır yazı.
Piyasanın her şeyi yutması, şiddetin kanıksanması, yazı ve özgürlükle ilgili tehlikeler bunlar. Ürkekleşme. Yaratıklaşmış bir dil.

Murat Gülsoy (BÜ Elektrik-Elektronik Mühendisliği 89'mezunu)
Bizim hikâyemiz darmadağınık. Darbe bitmiş, bambaşka bir dünya var artık. 1984-1989 arası üniversite ortamında özgürlük vardı. Evet, vaha gibi. BÜ, 70li yıllarda Robert Kolej’den epeyce başka yerlere evirilmiş olmasına rağmen nefes almamızı sağlıyordu bize. Büyük şirketlerde kariyer yapmak isteyen bir gençlik, Amerikalılaşmış, tatsız, sevimsiz halleri, birbirinden not gizlemeler. Üniversite çok kabuk değiştirdi. Tek ayağım üniversitede, tek ayağım dışarıdaydı. Hayalet Gemi de, bir parçası dışarıda olan bir grup arkadaş tarafından çıkarılıyordu. Entelektüel hayata tutunmaya çalışıyorduk. Kopan şeye bağlanmaya çalışıyorduk. Herkes bir hesaplaşma içindeydi. Hayatımın bir kısmı okul dışında bir kısmı ise okul içindeydi. Kolektif ruh durumu bizde de vardı. Büyük bir misyon, vizyon kuramadık dergiye. Pratik düşünüyorduk. Ne kadar kurşun atsak kardı bizim için.
İlk amacımız, yazdıklarımızı birbirimize okutmaktı. Teknolojideki gelişmeler, masaüstü yayıncılık işimizi kolaylaştırdı. Macler neredeyse yayın işini kendi yapar hale geldi. Edebiyatla ilgili insanlar bir arada durabilmek için dergi çıkarırlar, bu her zaman böyledir.  Dergimiz hızla kendi okurunu buldu. Türkiye’de birçok yere ulaştı. Kolektif bir çalışmaydı. Üç kuralımız vardı. Bir, başından sonuna kadar on yıl boyunca bu kolektifliği sürdürecek eş güdümlü bir çalışmaydı yaptığımız. İki, kapalı bir çevre olmamalıydık. Üç, birçok yazının ilk acemi adımları burada atıldı. Çok hoş şeylerdi. Her şeyi ince hesaplarla yapmıyorduk. Bir taraftan yayıncılık öğreniyorduk. Sonra reklam almaya başladık. Dergiyi, fanzinin biraz ilerisine oturtmaya çalıştık.
Bizden önce yapılmış dergileri görmek çok önemli. ‘Vay be, demek böyle şeyler yapılabiliyor,’demek çok katkı sağlıyor insana. Hayalet Gemi bize öğretici bir ortam oluşturdu. Açık Radyoyu da anmak gerek. Orada da çeşitli programlar yaparak varlığımızı sürdürdük. On yıl hiç de kısa bir süre değil. Derginin utangaç bir dili vardı. Siyah beyaz baskı, gotik resimler, karanlıkta ıslık çalan çocuklar gibiydi bizim dergimiz.

Nazlı Ökten
Show TV haberlerde satanist ilan edilmemizle başladı her şey. Korkuyoruz ama militan değiliz. Dergi öncesi okuma grupları, tiyatro grupları kurmaya çalışıyoruz. Cezmi Ersözler dinliyoruz. Bir mağdur durumu vardı. Herkes söylenmeyeni biliyordu. Siyasi olana tavır vardı. Bir saklama ve saklanma hali. Kendi köşemizde bir şey büyütmek istiyorduk biz de. Yenilginin izleri, saklanma olarak çıktı bizde. Saklandığınız yerde tohum yetiştirmeye çalışıyor ve koruyorsunuz onu.
Bizim için Akıntıya Karşı ve Defter dergileri çok önemliydi. Biz deli değiliz. Bizim gibi başkaları da var, dedik.
Hayalet Gemi siyah beyaz baskı olduğu, gotik resimleri olduğu için Akmar pasajında satılan diğer dergilerle birlikte toplatıldı. Reha Muhtar haberlerde söyledi bunu. Ben salonun masasında ders çalışıyordum, duydum. Eş dost, bu gece evde kalmayın, dedi. O zamanlar korkudan kitapları katlayarak okurduk otobüslerde. Patlamalar vardı. Faili meçhuller vardı.
Biz yola çıkarken Hayalet Gemi, Leman ile Defter arasında bir şey olsun istedik. Şenlikli muhalefet olsun. Alternatif bir yer arıyorduk. Kahkaha olsun, gündelik olanla ilişkisi olsun. Ben kısa çeviriler yapmaya çalışıyordum. Hiç bilmediğimiz yerlerden mektuplar, telefonlar alıyorduk. Derginin adresi evimizdi.
Yazı kurulunun büyük bölümü Boğaziçi’ndendi. Karmakarışık yazılar, tartışmalar vardı. Üniversitede o dönemde çim saha yoktu daha, ortada toz toprak içinde bir futbol sahası vardı. Biz bütün gürültünün içinde sesimizi çıkarmaya uğraşıyorduk. Nefes aldığımız ortamdı burası. İçinde düşünce, özgürlük, şiir, gotik, içten içe olup bitenlere muhalefet, sorusu olan bir dergi istiyorduk.
Hayalet Gemiyi muhalif bir dergi olarak tanımlayamam ama sessizlik bile bir direniştir. Hüzünden neşeye doğru giderken tek tür bir siyasi hareketlilikten bahsedemiyoruz. Muhalefet, esnek birleşme ve ayrılma noktalarını getiriyor.

Bülent Somay (BÜ İngiliz Dili ve Edebiyatı, ’78 mezunu)
1790 yılında İngiltere’de iki önemli yazar Radcliff ve Louis, Gotik edebiyatını tartışıyor. İngilizcede üç kelime var, horror, fear ve terror. Türkçe’de çevirinin zorluğu şuradan anlaşılıyor, bizde bu kelimelere karşılık sadece iki kelime var, korku ve dehşet. Yazarlardan biri diyor ki, ben insanları korkuturum ama kitabın sonunda tüm korku öğelerini mantıklı bir sonuca bağlarım. Diğeri ise diyor ki, her şeyi oturup evcil hale getirmek hiç iyi bir şey değil. Korkuyu bile. Bu tartışma çok önemli olmayabilir, ama işin devamı var. Fransa devriminin terör aşaması. Kanallar dökülen kandan kırmızı akıyor. Kafalar yerlerde misket gibi yuvarlanıyor. Ve bir yazar diyor ki, sizin ‘terror’ dediğiniz bizim gündelik hayatımız. 1980’lerde ise bizim gündelik hayatımız terördü. Çeviri böyle zor bir şey işte.
Ben şanslıydım. Benim adımı verebilecek insanlar yurt dışına kaçmıştı. 1980 sonrası biz de iki yıl süreyle yurt dışına kaçtık. Peşimizde olmadıklarını anlayınca geri döndük. Filistin askısı, sigara söndürme, şiddet, işkenceler. 12 Eylül bize günümüzü gösterdi. ‘Yakaladığımız zaman canınıza okuruz.’ Gerçek edebiyat anlamsız geldi.
Terör edebiyatı başka şey söyler bana. 70’lerde keşfettim. Ütopya ve bilimkurgu üzerine mastır yaptım. Akademide aşağılık görüldüm. Zor bela Jale Parla’yı ikna ettim. Tezimi yazdım. Yenilerde tekrardan yayınladım. Fena da değil.
Üniversitenin müzik, tiyatro faaliyetlerine katıldım. Bilimkurgu, fantezi hobimdi, ancak mastır yaparken ciddiye aldım. İnsanların, başka dünyalar da olabilir hissine ihtiyaçları var. Hepimiz için geçerli bu esasında. Akıl dışı olanın dehşeti bizi dondurmaz, aksine düşünmeye sevk eder.
Bir yazar ‘devrimi alamazsınız, yapamazsınız ancak devrim olabilirsiniz’ demişti. Ben de yapmaktan vazgeçtim. Devrim kelimesini kullanmak bile ayıptı zaten. Benim en sevdiğim yanım inatçı olmam. Ütopyaya, bilimkurguya bakmak devrimci kalmanın ön şartıydı benim için.
Defter hüzünlü, ölçülü mırıldanan bir dergiydi.  Benim ise mırıldanmaya halim yoktu. Aradan çekildim. Defterin yolunu dışarıdan izlerken müthiş kıskandım. Hasetle izledim onları. Bensiz neler yapıyorlar bunlar, diye. Ben kendimi o güzel işin dışına atmıştım. Kıskançlıktan çatlamamayı başardım. Zaman zaman editörlük yaptım. 1990- 19997, yedi yıl her günümü Metis’te geçirdim. Bu arada Defter de kucağıma düştü. Fantezi ve bilimkurgu hakkında yazdığım en iyi şeyleri Defterde yazdım.
1980 darbesi bize şunu kabul ettirdi. Hepiniz yanlışsınız arkadaşlar. Bu duyguyu yaşamak çok zor. Yalnızsın arkadaş. İşkence odasında, her yerde. Yalnız başına hiçbir şey yapılmıyor. No man is an island. Biz seksenlerde ada olduğumuza çok inandık. Dehşet vericiydi.
Pil bitmişti artık. İnsanlardan yazı istemek yorucuydu. Mecburen yazmayanlar yazı yazmasın zaten.
Ortaçağda keşişler vardı, kendilerini kırbaçlayan. Biz bunu yaptık. Miladı doldu artık. Yapmasak iyi olur. Bir genç arkadaşımın benimle aynı sayıda bir yazısı vardı. Otuz yaşlarında, Özal gençliğinde yaşamış bir arkadaştı. Maksat üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek değil, bağcıdan dayak yemek, sizin kuşağın amacı demişti. Çok güzel bir tespit bu. Bizim kuşak arasında hapse girmemek çok feci bir şeydi. İşkence hikâyelerini ikiye üçe katlamak çok yaygındı. Çektiğimiz acılardan başka hediye edecek bir şeyimiz yoktu.

Soru: İnternet yüzünden edebiyat dergileri ölüyor mu artık? Yani dergiler var da, içerikleri pek etkileyici değil.
Murat Gülsoy: Artık internet hızlı ve doğrudan yol sunuyor insanlara. Bloglarda kişisel tarihinizi tutmuş oluyorsunuz. Diğerlerinin yerini aldığını sanmıyorum. Birçok dergi var şimdi de. Kiminden haberimiz bile yok. Eskiden de böyleydi bu. Evet, çekim merkezi olacak dergiler yok piyasada. O konuda haklısınız. Bize özgü bir şey mi bu, evrensel mi yoksa? Tartışılır. Yazdığım yazılar, paylaştığım videolar, ben fiziksel arşivden vazgeçtim, hepsini elektronik ortamda tutuyorum artık. Hayalet Gemi’nin tüm sayılarını internete koyduk. Bence internet yazı ortamını canlı tutacak. Herkes kendi blogunu açacak,  bize verimli bir gelecek vaat ediyor internet. Şimdi zor olan, düşünmeyi üretmek. Her şeyde olduğu gibi, iyi ve kötü yönlerini beraberinde getirecek.

Semih Sökmen: Burada konuştuğumuz dergilerden ikisinin mutfağını çok iyi biliyorum. Elimizde bir ürün var. Yerli yersiz çabalamalar, yoğun bir çalışma, kaygılar. Dergi bir grup insanı bir arada tutuyor. Bu insanların birbirilerinin hayatında önemli bir yeri var. Kaybedilemeyecek bir birliktelik. Dergi, yazmaktan ibaret değil. Beraberlik hangi nedenlerle, hangi anlarda inşa edildi? Bu günden sonra bu nasıl yapılacak?
Boğaziçi Üniversitesi 150. yıl kutlamaları bu panelle sonlanmıyor. Sırada daha birçok faaliyet ve önemli isim var. Bunlardan bazıları, Orhan Pamuk, Umberto Eco, Azize Tan, Fırat Yücel, Yamaç Okur, Perihan Mağden, Aslı Erdoğan. Ayrıca Halide Edip Adıvar, Halikarnas Balıkçısı ve Tomris Uyar gibi şu an hayatta olmayan Boğaziçili yazarların eserleri de bu toplantılarda değerlendirilecek. Boğaziçi- Edebiyat ilişkisi önümüzdeki günlerde bütün yönleriyle irdelenmeye devam edecek. Kaçırmamanızı tavsiye ederim.
Füsun Çetinel

1 yorum:

  1. "12 EYLÜL VE BOĞAZİÇİ İLE YENİ PAZARLARDA AKTÜEL TEŞHİR HATTA KAÇIŞ" :

    Daha önceden de beyan etmiştim ki ben o kadar dergi sayısını ve kitabı inceleyemem. (Mademki eski arkadaşlarsınız; sayemde bu işten yıllardır pastalar vs. yiyorsunuz; ben kendimi tam 12 eylül öncesinde o zamanki üniversitenizin rektörlük asistanlığında ve beyin-proje-innovasyon grupları kuruculuklarında ve kütüphane arşiv mikro film sorumlusu birisi hatta dünyada yılın akademisyeni olarak görmüş, gören birisiyim; önce okulunuzun kütüphanesindeki "Aptullah Kuran Kütüphanesi" tabelasını o zamanki öğrencilerin tanımadığı bu söz konusu rektörü, Erdal İnönü"yü o zamanki çalışma arkadaşımla asistanımla bir felaketten kurtartıp getirttiğim gibi okula getirten birisi olduğum için kaldırın ve oraya kalıcılıkla sizin de adınıza "Değer İskender Kütüphanesi" tabelasını koyun; anti parantez zorunlulukla kalın kafalarınıza belirtiyorum) 12 eylül öncesi ve sonrasındaki birkaç yıl içinde; günümüzde (belki de şimdiye dek ki çoğu rektörlerinin ve yıldönümü kutlamalarının geçersiz sayılabileceği için de önemli olup merak ettiğimiz) Boğaziçi Üniversitesi, Gelişim Dergi Grubu (ki fiilen kapanmıştı şimdiden sonra şimdiki piyasadan kimseler atılıp da yeniden en çirkince çıkarmaya kalkışmamalı) çevresi ve Beşiktaş"tan Sarıyer"e dek çevredeki Sinema Günleri (ki masumca sadece sinema günleri olarak bir süre daha sürüp kesilip kalmalıydı; onu bazı çirkin Afrikalılarla (cinsel !; nasılsa yeni üretim biçimi de oldu ! ) ilişkilere geçerek Film festivaline çevirten hariçten bazı asalak suçluları da cezalandırtın) , Tüyap ve yeni kampüs olarak süren değişimi belgeleyen nitelikli eserler, özel sayılar varsa bana gönderir misiniz ? "Meraklı Kedi Yarayıncılık" vb. küçük bütçeli yayınevlerinizden de bazı arkadaşlarınız bir şey anlamıyor olmalı. Arkadaşlarınız eğer hala "yaşayan ölüler" ise aç ve açıkta kalmasınlar. Kalmışlarsa Dipnot TV, Eczacıbaşı, Enka vb. kurumlar ile belgeselleri düzeltip düzenleyebilir, yayınlayabilirsiniz.
    Teorik olarak öğrendiniz ki meslekleri ay başlarında oturdukları yerlerden para almak olan "bankacıların kardeşleri" sayılan ve karikatürk turistleri olan "subaylar" yurtdışına belli hedefler dışında gidemezlerdi, belki de Boğaziçi"nin Rumeli yakasında bulunamazlardı. Tüsiad gibi aslen gıda, tekstil, otomotiv, uçak sektörüne başından beri gerçek katılımı ve kuruculuğu olmayıp sonradan karşılıksız acentalıklar, krediler kapan güzeller barındıranlar biraz daha kınanmalıdır.
    Öte yandan on yıllardır Boğaziçi sosyetesi olarak zenginlerin erkeklerinin gidip dünya ülkelerindeki piyasalarda rezaletleri sonrasında geriye çekilerek artık ekranlardaki sahneye tanıtımsal gösteriş olarak sadece rüküş bayanlarını çıkartmakta olmaları; bayanların baylarınca dışarıya, aktüel olarak öne çıkmış olan zencilere pazarlanmakta olduklarını vizyon olarak maalesef herkese ispatlıyor. Bu çirkin teşhir durumuna da varsa gizli girişimlerin gerçekleşebilmesi için bayanlara ve gönüllere öncelik verilerek da son verilmelidir.
    Benzer şekilde Boğaziçi"ni temsil eden, benim çağırttığım halde hala bana gelmeyen ve yayınlarımla hep eleştirdiğim ayrıca gene de benim belirttiğim şekilde "dünya genelinde pek çok yeni uçak fabrikalarının kurulmasından korktuğum için hep kendisi uçak seyahatlerinde bulundurulan" dış işleri bakanınız; eski dostlarınız; son birkaç yıl içinde birkaç yüz zenci ve melez bakanın ziyaret ettiği başkentte çok korktuğu için artık uykusunu da uçaklarda geçirerek tabiri caizse edebi ve siyasi olarak "kaçış içinde" olma modasına uymuş bulunmaktadır. Saygın kamuoyu olarak hepinizin bilgilerini dahilinde olsun.

    YanıtlaSil

BlogOkulu Gadgets