YARATICI YAZARLIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YARATICI YAZARLIK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Şubat 2015 Çarşamba

Yaratıcı yazarlık atölyelerinde ne öğretilir?

Yazar Feridun Andaç yaratıcı yazarlık atölyelerinde yazarlığın öğretilmediğini ancak yazmanın öğretilebileceğini söyledi.

Aynı zamanda yaratıcı yazarlık eğitimi veren yazar Feridun Andaç, cevap.tv tarafından yapılan röportajda yaratıcı yazarlık atölyelerinde ne öğretildiğini anlattı. Yaratıcı yazarlık atölyelerinde yazarlığın öğretilmediğini vurgulayan Andaç şunları söyledi: “Yazarlık başka yazarların yazdıklarından öğrenilebilir. 'Gel ben sana yazarlığı öğreteceğim' demek absürd bir şey. Ben atölye çalışmalarımda da bunu söylemiyorum. Yazma, resim yapma, müzik aleti çalma öğretilebilir. Bunları öğrenmesi o insanı ne yazar yapar, ne ressam ne de müzisyen. Önce o enstürmanı çalmayı öğreneceksiniz sonra onunla bir müzik eseri icra edip edememe yeteneğiniz var olup olmadığını göreceksiniz. Bunun yolu da okumaktan, sürekli yazmaktan, araştırma yapmaktan, tutkuyla, sadakatle bağlanmaktan geçiyor. Atölyelerde yazmanın çıkış noktasının okumak olduğu, ama tutkulu, sabırlı ve sadakat gösteren bir okur nasıl olunur bu öğretiliyor.”

Atölyelerde yazma teknikleri de var!
Bir dönem benim de öğrencisi olduğum Feridun hocama ek olarak katıldığım diğer yazarlık atölyelerinde benim edindiğim izlenim benzer bir durum aslında. İyi bir okur olmadan iyi bir yazar olunmuyor. Bunun yanı sıra düzenli bir yazma alışkanlığı ve araştırma da olmazsa olmazların arasında.

Feridun Andaç’a ek olarak şunu söyleyebilirim; okuma dışında yine yazarların yazma tecrübelerinden devşirilmiş bazı yazma teknikleri de yazarlık atölyelerinden eğitmenler tarafından size aktarılıyor. Yazma teknikleri sayesinde daha kısa sürede etkin ve edebi değere yakın yazılar yazma şansını yakalıyorsunuz. Böylelikle yazma yetinizi geliştiriyor ve düzenli yazma alışkanlığı edinebiliyorsunuz. Tabi ki bu sizi yazar yapmıyor ama yazar olma yolunda önemli bir avantaja sahip oluyor, yolu biraz daha kısaltıyorsunuz.

Feridun Andaç’ın cevap.tv için hazırlanan yaratıcı yazarlığa ve yazma eğitimine ilişkin diğer videolarını aşağıdan izleyebilirsiniz.

Yaratıcı yazarlık atölyelerinde ne öğretilir?



Yaratıcı yazarlık nedir?



Yazar olabilmek için hangi özelliklere sahip olmak gerekir?


Öykü ile hikaye arasındaki farklar?



Öykü yazarken nelere dikkat edilmeli? 

Devamını Oku

1 Ekim 2014 Çarşamba

Gölge yazarlık endüstrisi

Son yıllarda dünyada yeni bir yazarlık biçimi türedi. Kitap yazmak isteyip de buna yeteneği veya zamanı olmayanlar, tüm yükü gölge yazarlara (ghost writer) bırakıp kitaba kendi adını yazdırıyor. Ülkemizde de örnekleri olan bu gölge yazarlık mesleği bir endüstriye dönüşmüş durumda. Hatta ödül alan kitaplar bile var.

Gölge Yazarlık
Gölge yazarlık mesleğine baş koymuş Türk kökenli bir yayınevi ise bu işi şu cümlelerle özetliyor: “Kafanızda çok güzel bir roman konusu, harika bir hikâye ya da senaryo var. Ancak yazamıyorsunuz. Hayal etmek, kurgulamak ayrı, yazıya dökmek ayrı… Bir kitaplaştırıp bastırabilseniz var ya, bestseller olacak. Zengin, ünlü, popüler olacaksınız ama olmuyor, olmuyor… Sizin yerinize biz yazalım. Sizin isminizle yayınlansın. Okuyanlar size ‘helal olsun’ derken, siz içinizden bize teşekkür edin.”

Gölge yazar her alanda etkinlik gösterir!
Türkçede hizmet veren yazarlık şirketlerinden birine kulak verdiğimizde şu bilgilerle karşılaşıyoruz: “Gölge yazar, ilgili telif ve kullanım haklarını ücret karşılığı müşteriye devreder. Metin zaten o müşteriye özel olarak üretilmiştir. Çağdaş toplumlarda bir gölge yazar hemen her alanda etkinlik gösterebilir. Geleneksel olarak başkası adına konuşma metni yazan gölge yazarlar, artık bundan çok daha geniş bir uygulama sahasında faaliyet göstermektedir. Dillerden düşmeyen bir şarkının ya da örneğin bir ünlünün adıyla basılan bir kitabın bir gölge yazar tarafından üretilmiş olması günümüzde giderek daha sık rastlanan bir durumdur.”

Bireysel yapanlar ve yayınevleri de var!
Bu işin altını biraz daha didiklediğimizde ise şaşırtıcı notlar çıkıyor. Mesleği bireysel olarak yapanların yanı sıra bir şirket veya yayınevi bünyesinde ekip halinde bu işi ifa eden yazarlar mevcut. Gölge yazarlık, sizin adınıza kitap, roman, hikâye, senaryo, tez, köşe yazısı, konuşma ve sunum metni hazırlayan ve yayıncılık dünyasında bir hayli ilgi gören bir meslek artık.

Zaman Gazetesi'nde Musa İğrek imzasıyla yayımlanan Gölge Yazarlık Endüstrisi adlı yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Yazar ajanından edebiyata bakış!

Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Vedat Türkali’ye, Gündüz Vassaf’tan Ayfer Tunç’a, Ece Temelkuran’dan Aziz Nesin’e kadar pek çok yazarın telif haklarının temsilcisi olan Kalem Ajans kurucusu Nermin Mollaoğlu edebiyat dünyasını değerlendirdi.

Kalem Ajans Nermin Mollaoğlu
Akşam Gazetesi’nde Eyüp Tatlıpınar imzasıyla yayımlanan “Moda, yabancı dile çevrilen yazar olmak” başlığıyla yayımlanan röportajda edebiyat dünyasını ve kitap piyasasını değerlendiren Nermin Mollaoğlu, ilginç açıklamalarda bulundu. Mollaoğlu’nun röportajından bazı bölümler şöyle.

Darbelerde çeviri artıyor
“Türkiye, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana dünyada olup bitenlere çok açık ve çeviri oranı hep yüksek; yüzde 40’lardan aşağı inmiyor çevirilerin tüm kitaplar arasındaki oranı. İlginç biçimde darbe dönemlerinde bu oran artıyor. Mesela 12 Eylül’ün ardından yüzde 60’lara çıktığını görüyoruz.”

Orhan Pamuk gibi yazan yok mu?
“Türk edebiyatının bilinirliği 2007’den bu yana çok arttı. Orhan Pamuk’un Nobel almasının da bir etkisi var ama en önemli neden Kültür Bakanlığı’nın bu alandaki çalışmalarının artması... Bu işe ilk başladığımda örneğin Japonya’da ‘Türkiye’de hangi dili konuşuyorsunuz?’ gibi sorularla karşılaşıyordum. Bir yazarı çevirtmek istediğimde, “Orhan Pamuk gibi yazan yazarınız var mı? Onu çevirelim” diyorlardı.”

Toplumu eleştirmek hala çok popüler
“Yabancı dile çevrilmek için avantaj yaratan diğer bir durum anlatmak için eleştirel bir konu seçmek. Bunu yalnızca politik açıdan değerlendirmeyin. Örneğin baba-oğul arasında geçen iyi bir ilişkiyi anlatan kitap yerine, kızını döven bir baba hikâyesi yurtdışında daha çok satıyor. Türkiye’ye oryantalist bakış hâlâ güçlü. Bunda gerçeklik payı da var; çocuklarını, eşlerini döven baba epey fazla.”

Röportajın tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Hayalet / gölge yazar nedir, nasıl olunur?

İyi bir okuyucuysanız, yazmayı seviyorsanız, cümleleriniz akıcı ve noktalama işaretleriniz yerindeyse, yazım hataları yapmıyorsanız, insan ilişkileriniz, gözlemleriniz kuvvetliyse, yeterli çalışma ve sabırla siz de hayalet yazarlık yapabilirsiniz.

Hayalet yazar olmak nasıl olur?
Gölge yazarlık, bir kişinin isteği üzerine kitabının kişisel tercihleri doğrultusunda, anonim bir yazar tarafından kaleme alınmasıdır. Kitap, müşteriyle yakın bir diyalog kurularak yazılır ve bitiminde müşterinin mülkiyetine geçer. Kitabı yazan kişinin kimliği projenin başından sonuna kadar gizli tutulur. Kitap, bir nevi hayalet yazar tarafından yazılır.

Hayalet yazarlığın faydaları nelerdir?
  • Devamlı iş imkânı
  • Sürekli kazanç
  • Çeşitlilik
  • Özgürlük ve esneklik
  • Her yıl farklı bir proje
  • İş aramak için daha az, yazmak için daha çok zaman harcamak
  • Daha az projeyle daha çok para kazanmak
  • İsminiz ortada olmadığı için daha az "karalanma"
Hayalet yazar olmak istiyorsanız ayrıntılı bilgi buradan alabilirsiniz.
Devamını Oku

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Öyküler bizi neden bu kadar çok etkiler?

Pulitzer Ödüllü yazar Willa Cather “Aslına bakarsanız insana ait sadece birkaç değişik öykü var ve bu öyküler çağlar boyunca, sanki daha önce hiç anlatılmamış gibi anlatılmaya devam ediyor.” der…

Öykü yazmak ve öykü inceleme
Gerçekten de öyledir, Antik dönem mitolojilerinden Hollywood’a kadar, bütün öyküler belli başlı birkaç türden oluşur. En karanlık çağlardan bugüne, gelmiş geçmiş tüm kültürler hep aynı öyküleri anlatır. En modern ofislerden en “maço kahvehanelere” kadar her yerde, hepimiz aslında özü aynı olan bu öykülerle heyecanlanır, umutlanır, öfkeleniriz. Bu öykülerden anlam çıkarır, ilham alırız. Bu öyküler bizi birbirimize bağlar.

Peki, nasıl oluyor da, aynı temalar yüzyıllar boyunca tekrarlansa bile eskimiyor? İnsanlar bu öyküleri ilk kez duyuyorlarmış gibi heyecanlanabiliyorlar? Nasıl oluyor da aynı öykü, hem elinden kaçırdığı balonun arkasından ağlayan çocuğa hem de o gün işten çıkarılmış adama teselli olabiliyor?

Çok okunan bir romandan izlenme rekorları kıran bir filme kadar etkilendiğimiz tüm öykülerin sırrı, çok şaşırtıcı konulara sahip olmalarında değil, etkileyici bir formülle yazılmış olmalarında yatar. Yıldız Savaşları’ndan Matrix’e; Avatar’dan Karamazov Kardeşler’e kadar tüm öyküler aynı formüle dayanır.

Howard Gardner’a göre, çağına damgasını vurmuş tüm tarihi kişilikler, öykü anlatmasını bilen, öykülerin gücünü keşfetmiş insanlardı. Bu büyük kişilikler, insanların bu öykülerde kendilerini bulduklarını anlamışlardı. (Leading Minds, An Anatomy of Leadership)

Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabında Joseph Campbell, yaşadığımız hayatın her birimiz için özel bir yolculuk olduğunu söyler.

Çok eskiden, tüm hayatını aynı kabile içinde, iyi tanıdığı insanlarla geçiren ve kabile dışına sadece avlanmak için çıkan ilk insan bu avcılığı sırasında tehlikelerle dolu, bilinmeyene doğru “maceralı” bir yolculuk yapıyordu. O dönemin insanları bu yolculukta türlü engeller ve zorluklarla karşılaşıyorlardı. Her avlanma sırasında hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Amaç kabilenin hayatta kalması için yiyecek sağlamaktı. Bu fevkalade ciddi ve tehlikeli yolculuğun ödülü hem yiyeceğe kavuşmak hem de kabiledeki herkesin takdirini kazanmaktı. Kadınlar en iyi avlanan, en güçlü erkeğin eşi olmak isterlerdi.

Bugünkü hayatlarımız ne kadar medeni olursa olsun, düşünce ve davranışlarımız ne kadar ince olursa olsun, ne kadar gelişmiş olursak olalım genetik kodlarımız ilk insanınkiyle yüzde yüz aynıdır. Bugün, gücün göstergesi, en yırtıcı hayvanı öldürmek değil elbette ama güç sahibi olmanın özü hep aynı kaldı. İlk insandan bugüne “güçlü erkek” portresinin pek de değiştiğini söylemek mümkün değil sanırım.

Günümüzde yaz tatilinde yamaç paraşütü yapan genç adam da aslında, sıradan ve güvenli bir dünyadan, tehlikelerle dolu bir dünyaya gidip geri döner. Bugün maceraya meraklı olanların yaptıkları tehlikeli yolculuklar bize ilk insanın yaşadığı tehlikeli yolculukları hatırlatır.

İster avcı toplayıcı kabilelerde olsun isterse günümüzün kentlerinde, bilinen ve güvenli olandan bilinmeyene yaptığımız yolculuklar bizi geliştirir ve büyütür. Bir gencin ailesinden uzaklaşarak dış dünyayı tanıması, tehlikelerle baş etmeyi öğrenmesi onun büyümesinin ön koşuludur. Evden uzaklaşmadan, yolculuk yapmadan büyümek mümkün değildir. Biz kişisel gelişimimizi bu yolculuklar sayesinde gerçekleştiririz. Bu yolculuklar bizi büyütür.

Biz öyküleri ilham almak için dinleriz. Başkalarının yolculuğundan kendimize pay çıkarmak için dinleriz. Antik mitolojiden Hollywood’a kadar anlatılan her öykünün amacı ve aynı zamanda sihri, hayat yolculuğuna ışık tutacak, ilham verecek ipuçlarını söze dökmektir.

Sihirli öyküler iki temel üzerine kuruludur: Düzen ve kaos
Düzen “kabilenin” kendi bölgesidir. Burası alışık olduğumuz, kendimizi güvende hissettiğimiz her günkü yaşamımızdır. Huzur ve ahengin, belirlenmiş sınırların hüküm sürdüğü “bildiğimiz” yaşam alanımızdır. Günlük hayatımız, sürprizleri ve heyecanı olmayan bir olağanlık içinde sürer gider. Bizim düzene ihtiyacımız vardır, çünkü sürekli heyecan ve değişim içinde bir hayat yaşayamayız.

Kabilenin “avlandığı” tehlikelerle dolu alan ise Kaosun hüküm sürdüğü bir alandır. Kendimizi güvende hissettiğimiz konfor alanının dışına çıkınca, zor ve karmaşık durumlarla karşılaşırız. Burası tehlikelerle dolu, bilinmeyenin hâkimiyetinde olan, “gölgeli”, kötü güçlerin her an karşımıza çıkabileceği “emniyetsiz” bir alandır. Burası korku ve endişe dolu bir yerdir. Buradayken başımıza ne geleceğini bilemeyiz.

Fakat ne var ki, canlanmanın ve değişimin kaynağı da burasıdır. Eğer buradaki zorlukları ve tehlikeleri aşıp yolculuğu başarıyla bitirebilirsek, hayatımızda bir üst seviyeye çıkarız. Ve bu seviyede artık biz, eski biz olmayız. Bilinmeyene yaptığımız yolculuk bizi büyütmüş, olgunlaştırmıştır.

Bilinmeyene yaptığımız yolculuklar, verdiğimiz mücadeleler, öykülerin omurgasını oluşturur. Kahraman, her şeyin yolunda gittiği olağan bir hayattan bilinmeyene doğru bir yolculuk yapar ve sonunda girdiği mücadelenin ödülünü almış olarak eve geri döner: Yeni bir dengeye, huzur ve ahenge kavuşur. Bu yolculuğun sonunda kahraman güç kazanır, büyür ve olgunlaşır.Bütün büyük öyküler hayatın amacını yani büyümeyi ve olgunlaşmayı anlatır.

Etkileri çağlar ötesine taşan ölümsüz efsanelerden en basit Hollywood filmine kadar tüm öykülerin omurgası aynıdır. Çünkü bu öyküler, ilkel insandan günümüzün en entelektüel tüketicisine kadar insanın değişmeyen doğasını anlatır. Hayatın anlamı ve kendimize sorduğumuz soruların cevapları bu öykülerde gizlidir.

Bizim her gün “evlerimizden” çıkıp, rekabet ve mücadelelerle dolu dış dünyaya yaptığımız günlük yolculuklar da aynı özellikleri taşır. Bu nedenle kendi günlük deneyimlerimizden aktaracağımız öyküler de –iyi anlatılırsa- dinleyenleri kalplerinden yakalama ve harekete geçirme gücüne sahiptir.

Eğer etkili bir iletişim kurmak istiyorsak soyut kavramlar yerine kendi yolculuğumuzu yansıtan öyküler anlatmalıyız. Bu öyküler, hayatın doğasında var olan ve kendi karşılaştığımız zorlukları anlatan, bizim insan olarak zayıflıklarımızı ve yanılgılarımızı da gizlemeyen sahici öyküler olmalıdır.

Eğer içten anlatılırsa bu öykülerin müthiş bir etki gücü vardır.Siz de denemek ister misiniz?
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Temel Aksoy'un öykü ve edebiyat ile ilgili diğer yazılarını aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz.

Devamını Oku

14 Şubat 2014 Cuma

Yayınevine kitabımı nasıl yayınlatırım?

Doğan Kitap Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır kitabını bir yayınevi vasıtasıyla bastırmak isteyenlere önemli tavsiyelerde bulunuyor!

Yayınevine kitabımı nasıl yayınlatırım
Yazar olmak, kitabınızı bir yayınevine bastırmak ve okurla buluşmasını istiyorsunuz. Peki bu sürecin nasıl işlediğini, neler yapmanız gerektiğini ve süreci hasarsız atlatmak için ne gibi kurallara uymanız gerektiğini biliyor musunuz? Doğan Kitap Yayın Direktörü Deniz Yüce Başarır, Uzman TV’de yer alan röportajında Kitap Nasıl Yayınlatılır? başlığı altında bilgiler veriyor. Aklınızda yer etmiş pek çok konuya açıklık getiren açıklamalarda kitap yazım ve gönderme aşamalarında neler yapmanız gerektiği anlatılıyor.

Kitap yayınlatmanın gizemi aralanıyor!
Kitap bastırma hakkında merak ettiğini pek çok soruyu yanıtlayan Deniz Yüce Başarır kimlerin kitap yayınlatabileceğini, başvuruların kabul oranlarını, yayınevinde kiminle temasa geçilmesi gerektiğini, ideal kitap uzunluğunu, kitabın hangi yazım aşamasında başvurunun yapılacağını, yayınevine hangi formatta gönderilmesi gerektiği, kitapların yayınevinden geri gönderilme sebepleri, reddedilen bir kitabın başka yayınevine gönderilmesi konularında size yol göstereceğine inandığım açıklamalarda bulunuyor. Eğer siz de kitabınızı bir yayınevine göndermek istiyorsanız aşağıdaki 5 videoyu mutlaka izlemenizi öneririm.

Devamını Oku

12 Şubat 2014 Çarşamba

Yazmak üzerine 11 film önerisi

Yazan dostlarımıza ışık tutacağını düşündüğüm yazmak ve yazarlık üzerine 11 Film önerisi; yazarlık, yazma eylemi, yazamama sendromu, yazmanın varoluş ile ilişkisi gibi konuları barındıran filmleri konu alıyor.

Yazmak üzerine öneriler
Keyifli, dolu dolu bir edebiyat blogu olan Kalem Kahve Klavye’de Koray Sarıdoğan imzasıyla yayımlanan Yazmak ve Yazarlık Üzerine 11 Film makalesini sizlerle paylaşıyorum.
Yazarlık ve yazmak, bir filmin doğrudan konusu olduğunda izleyenin merak edeceği ve filmi çekenlerin de ilk değineceği konu, yazarın yazma süreci olur herhalde. Yazar nasıl yazar? En sıradanından en tutkulusuna, tüm yazarların bir ritüeli var mıdır? Yazmadan önce, yazarken ve sonrasında nasıl ruh hallerine girerler? Yazamama sendromu ne menem bir şeydir mesela? Ya da yazarlar, yazmadıkları zamanlarda ne kadar farklıdırlar? Daha derine inersek, bir insan neden yazmak ister? Kendiyle, dünyayla ve kelimelerle derdi nedir? Vesaire…

Yazarlık filmleri ve barındırdıkları!
Bu bir “yazarların hayatlarını anlatan filmler, yazar biyografileri, kitap uyarlamaları” seçkisi değil. Öyle olsa zaten birkaç filmle sınırlamak da çok zor olurdu. Seçki, beklendiği üzere kendi film zevkimi ve edebiyat anlayışımı yansıtmaktan kaçınamayarak hazırladığım, yazma eylemini ve çeşitli yazarlık hallerini merkeze alan filmlerden oluşuyor.
Daha açık ifade etmek gerekirse, örneğin, Stephen King’in romanından uyarlanan 1990 yapımı Misery filminde bir yazar ve eseri vardır kahramanlar arasında fakat filmin temel izleği yazmak değildir. Oysa aşağıdaki filmlerin hemen hepsinde yazarlık, yazma eylemi, yazamama sendromu, yazmanın varoluş ile ilişkisi gibi pek çok açılardan filmin merkezine alındığını göreceksiniz. Veya en azından benim öyle sandığımı.

Yazmak ve Yazarlık Üzerine 11 Film önerisinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

9 Şubat 2014 Pazar

Yazarak Hafifleyin - Yaratıcı Yazarlık Alıştırmaları

Yazı Evi kurucusu Yeşim Cimcoz, yazamıyorum diyenlere, yazı yetisini geliştirmek ve yaratıcılığını arttırmak isteyenlere Yitik Ülke yayınlarından çok özel bir kitap yayımladı: Yazarak Hafifleyin

Yazı Evi kurucusu, aynı zamanda eğitmeni olan Yeşim Cimcoz, yaratıcı yazarlık teknikleri ve alıştırmalarını barındıran Yazarak Hafifleyin adlı kitabı yayımlandı.
İçinizdeki “Yazar”ı tanıyor musunuz? Yaratıcılığınızı açacak, biriktirdiklerinizi, yaşadıklarınızı başka hayatlar yaratmak için kullanmanızı sağlayacak alıştırmalar var bu iki kapağın arasında. Bir dil, bir insan demektir derler. O zaman bir kitap bir dünya demektir. Kendi dünyalarınızı yaratabilmenin keyfini, anlatmanın hafifliğini, kurgulamanın heyecanını yaşadığınız anların kapılarını açan alıştırmalar var bu iki kapağın arasında. “Ben yaratıcı değilim ki” diyenleri kendi yazdıklarıyla şaşırtacak, yazamam diyenlere ses verecek, denenmiş alıştırmalar var bu kitapta.

İçinizdeki yazarı keşfedin!
Bu kitap sizi yazar yapmayacak. Bu kitap size yaratıcılığın yazıyla buluştuğu o sihirli satırların dünyasını açacak. Belki de kendi içinizde var olduğunu bilmediğiniz, belki de bilmenize rağmen henüz tanışmadığınız o yazarla sizi alıştırmalarda buluşturacak bu kitap. Tanışmak, buluşmak ve ilk adımı atmak için bu iki kapağın arasında sizi bekleyen satırlar var. Siz yanınızda sadece bir kalem ve bir kâğıt bulundurun.
Yitik Ülke yayınları tarafından çıkarılan kitabı aşağıdaki kitap satış sitelerinden satın alabilirsiniz.

D&R, İdefix
Devamını Oku

12 Aralık 2013 Perşembe

On üç maddede yazarlık tekniği

Walter Benjamin’e göre kötü yazar, kendini aklına gelen birçok şeyin peşinde helak eden kişidir; iyi yazar ise düşündüğünü soğukkanlılıkla söyler ve "Hiçbir zaman düşündüğünden daha fazlasını söylemez, yazdıkları da onun kendisine değil, sadece söylemek istediği şeye yarar”.

Yazarlık tekniği üzerine
Yaratıcı yazarlık derslerinin, atölye çalışmalarının ve sertifika programlarının, buna paralel olarak yeni yazar sayısının da hızla arttığı günümüzde, Nasıl yazmalı? sorusuyla artık daha fazla karşılaşıyoruz. Yaratıcı yazarlık kitaplarında bol bol okuduğumuz tekniklere ek olarak, kendi deneyimlerini ve yöntemlerini okuyucuyla paylaşan yazarlar da mevcut. Mimari, sanat yapıtı ve fotoğraf başta olmak üzere yaratı alanının birçok farklı başlığı üzerine denemeler yazan Alman düşünür Walter Benjamin de kendi yazarlık tekniğini 13 maddede sıralamış. Benjamin’e göre iyi bir yazar olmanın yolu, ilhamın gelmesini beklemeden, sadece yazmaktan geçiyor:
  1. Büyücek bir eseri kaleme almaya girişen kimse kendini hoş tutmalı ve günlük yazacağı kadarını bitirdikten sonra kendine, yazmayı sürdürmesini engellemeyecek her şeyi bahşedebilmelidir.
  2. İstiyorsan, yapıp bitirdiğin işten başkalarına söz et, ama çalışma sürdükçe bir yerlerini okuma. Bu yoldan kazanacağın her hoşnutluk çalışma hızını kesecektir. Bu düzene uyulursa zamanla artacak olan kendini anlatma isteği gittikçe, çalışmanın tamamlanmasına yarayan ek bir itici güç olacaktır.
  3. Çalışma çevresi konusunda gündelik hayatın orta-kararlığından kaçınmaya çalış. Adi gürültülerin eşlik etiği bir yarı-sessizlik onur kırıcıdır. Buna karşılık bir müzik etüdünün ya da iş hayatından gelen bir ses kargaşasının eşliği, tıpkı gecenin kulakla duyulur sessizliği kadar yararlı olabilir. Böyle sessizlik insanın içindeki kulağı keskinleştirirse, o iç kulak kendi yoğunluğu sayesinde en sıradışı gürültüleri bile silip geçen bir söyleyişin mihenk taşı haline gelir.
  4. Sıradan el araçları kullanmaktan kaçın. İnce eleyip sık dokuyarak belli kağıtlar, kalem uçları, mürekkeplerde ısrar etmek yararlı olur. Bu araçların lüksü aranmayabilir, ama bolluğu olmasa olmaz.
  5. Kafandan hiçbir düşüncenin tebdilikıyafet geçmesine izin verme ve not defterini Emniyet’in yabancı uyruklular kayıtlarında gösterdiği sıkılıkla tut.
  6. Kalemini ilhama karşı duyarsız kıl, o zaman mıknatıs gücüyle çekecektir kendisine ilhamı. Aklına gelen bir şeyi yazmakta ne kadar düşünceli bir çekingenlik gösterirsen, o ölçüde gelişip olgunlaşmış biçimde, gelip ellerine düşecektir. Söz düşünceyi fetheder, oysa yazı egemenliğine alır.
  7. Hiçbir zaman, aklına bir şey gelmez olduğu için yazmayı bırakma. Edebiyatçı onurunun bir buyruğu, yazmayı ancak ya uyulacak bir saat geldiğinde (yemek zamanı, bir buluşma) ya da eser bittiğinde kesmek yolundadır.
  8. İlhamın gelmediği zamanı yaptığın işi temize çekerek doldur. Sezgi bu sırada uyanacaktır.
  9. Nulla dies sine linea – ama haftalar, pekâlâ geçebilir.
  10. Bir esere hiçbir zaman, üzerinde bir kere akşamdan gün aydınlanana kadar oturup çalışmadan bitmiş gözüyle bakma.
  11. Eserin sonunu alıştığın çalışma odasında yazma. Gereken cesareti orada toplayamazsın.
  12. Yazıya geçirmenin evreleri: düşünce – üslup – yazı. Temize çekmenin anlamı, dikkatin bu sırada artık yazı güzelliğinde toplanmasıdır. Düşünce ilhamı öldürür, üslup düşünceye gem vurur, yazı üslubu ödüllendirir.
  13. Eser tasarımın ölü maskıdır.
Kaynak: Walter Benjamin, Tek Yön, (Çev.:Tevfik Turan), YKY, İstanbul, 2005, s. 35-36.
Bu makale Sanat Blog dan alınmıştır.
Devamını Oku

23 Eylül 2013 Pazartesi

Yaratıcılık için 29 yol

Hayatınızda yapacağınız basit değişikliklerle yaratıcılığınızı ortaya çıkaracak 29 yol. Neler olduğunu merak ediyorsanız sorunuzun cevabı aşağıdaki videoda saklı.

Yaratıcı olmak için öneriler, keşfedin.
Bugüne kadar yaratıcı yazarlığın hep yazarlık kısmı ile ilgili içerikler paylaştım. Bülent Somay’a göre (Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde öğretim görevlisi – Metis Yayınları eski Editörü) yaratıcı yazarlık oksimoron (yan yana gelmemesi gereken iki kelime) olsa da bugün bu kelimenin yaratıcı kısmına ilişkin bir video paylaşıyorum.

Yaratıcılık öneri ile var edilebilir mi?
Bir insan ya da yazar adayı, yazmaya hevesli biri benzersiz bir fikir, kurgu, hikaye nasıl bulur, bulmanın bir yolu yöntemi var mıdır çok tartışmalı bir konu. Ama insanı disipline eden, o yola girmesini sağlayan yöntemlerin herkes için olmasa da bazı insanlarda işe yarayacağını düşünüyorum. En azından bir başlangıç noktası olabilir ya da bazı düşünceleri tetikleyebilir.
Yaratıcılık için 29 yol adlı videoda herkesin yapabileceği çok basit öneriler yer alıyor; not almak, duş almak, kahve içmek, müzik dinlemek, çalışma ortamını temizlemek, eğlenmek gibi. Bunun yanında beni en çok etkileyen önerilerden birkaçı şunlar oldu; kendini hırpalama, iş birliği yap, asla vazgeçme, hata yapmana izin ver, kuralları ihlal et, çerçeve oluştur, başka birinin mükemmeli olmaya çalışma ve bir şeyler bitir.

İki öneri ve çağrıştırdıkları
Çerçeve çizme önerisi bana Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü tarafından düzenlenen Yaratıcı Yazarlık Nedir, Ne Değildir? adlı sempozyumunda Murat Gülsoy’un, yaratıcılığın hedefi daraltmakla mümkün olacağını söylemesini hatırlattı. Eğer insan sadece bir çerçeve ile odak noktasını daraltırsa yaratıcılığının artacağını söylüyordu. Daha önce de denemiştim ve işe yarıyor.
Bana yol gösteren bir diğer öneri de bir şeyleri bitirmek oldu. Öyle ya da böyle başlanan bir çalışmayı yarım bıraktığında insan hem odaklanma hem de özgüven açısından yara alıyor. Bir çalışmayı bitirdiğinde beyin denilen makine çalışmaya devam ediyor ve biten bir yazının üzerinden düzenleme yapmak, yeni bölümler eklemek ya da işe yaramayan bölümleri tespit edip kaldırmak daha kolay oluyor.

Sizi etkileyen öneri hangisi?
Videoyu izlemenizi ve sizi en çok etkileyen önerinin hangisi olduğunu yorum bölümüne yazmanızı rica ediyorum, size çağrıştırdıkları ile birlikte, unutmayın sizin deneyimleriniz ya da fikirleriniz başkasına ışık olabilir, keyifli seyirler.

Devamını Oku

16 Ağustos 2013 Cuma

Yaratıcı yazarlık eğitimi ne kadar etkili?

Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim üyelerinden Yardımcı Doçent Mehmet Temizkan tarafından yapılan bir araştırmaya göre yaratıcı yazarlık eğitiminin öykü yazma becerisini geliştirmede geleneksel yazma eğitiminden daha etkili olduğu tespit edildi. 

Yaratıcı yazarlık yazar olmakta ne kadar etkili?
Yaratıcı yazma etkinliklerinin yükseköğretim öğrencilerinin öykü türünde metin yazma becerileri üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla kurgulanan araştırmada öntest sontest kontrol gruplu model kullanıldı.
Araştırmanın örneklemini Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü 1. sınıflarından birinci öğretim 1/A şubesi (deney grubu) ve ikinci öğretim 1/B şubesi (kontrol grubu) oluşturdu. Araştırmaya toplam 60 öğrenci katıldı ve 10 hafta boyunca uygulanan yaratıcı yazma etkinlikleri sonucunda elde edilen veriler “Öykü Yazma Becerisi Ölçeği” doğrultusunda değerlendirildi. Araştırma sonucunda deney ve kontrol grubundaki öğrencilerin öykü yazma becerisi ölçeğine göre son testte almış oldukları puanlar arasında deney grubunun (yaratıcı yazarlık eğitimi alan grup) lehine sayısal açıdan anlamlı bir fark olduğu belirlendi.

Yaratıcı yazma etkinlikleri yapılmalı!
Araştırma sonucunda yaratıcı yazma etkinliklerinin öykü yazma becerisini geliştirmede geleneksel yazma eğitiminden daha etkili olduğu ortaya çıktı. Ayrıca yaratıcı yazma etkinlikleri öykü yapısının içerik, planlama, karakterler, mekân ve zaman gibi yazma öğelerinde deney grubunun lehine anlamlı bir etki oluştu. Araştırmanın tavsiye bölümünde Türkçe derslerinde yaratıcı yazma etkinliklerine yer verilmesi ve yazmaları için öğrencilere güven ortamı sağlanması gerektiği belirtildi. Öğretmen yetiştiren kurumların ilgili bölümlerinde yaratıcı yazma dersleri oluşturulması, öğretmen adaylarının yaratıcı yazmanın hem kuram hem de uygulama yönleriyle nitelikli bir biçimde yetiştirilmesi gerektiği de vurgulandı.
Araştırmanın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.

Yaratıcı yazarlık hakkında diğer araştırmalar
Yaratıcı yazma etkinliklerinin eğitim öğretim ortamlarında verimli bir şekilde kullanılabileceğine ilişkin başka araştırmalar da bulunmaktadır. Albertson, Billingsley ve Felix’in (2001) birlikte yaptıkları araştırmada strateji öğretimi ve öz düzenleme (self-regulation) becerisi ile yaratıcı yazma becerileri arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmada yaratıcı yazma etkinliklerinin uygulanmasından sonra öğrencilerin öz düzenleme becerilerini de kullanarak daha nitelikli metinler yazdıkları ortaya çıkmıştır. Ediger (1994) çalışmasında öğrencilerin yaratıcı yazma becerilerini geliştirebilecek bazı etkinlikler önermektedir. Bunlar arasında arka arkaya gösterilen saydamların içeriğini mısra, dize, düz yazı gibi farklı şekillerde özetleme, uzun sayılabilecek masallar yazma, resimlerden hareketle şiirler yazma, bir metnin sonuç bölümüne ek yazma, metne farklı bir sonuç yazma, metnin içeriğindeki bazı noktaları değiştirme, kitaplardan seçilmiş bir karakterle görüşme yapma gibi etkinlikler yer almaktadır.

Yaratıcı yazma becerisi geliştirilebilir!
Çalışmada yaratıcı yazma ile ilgili bu etkinliklerin öğrencilerin olaya dayalı metin yazma becerilerini geliştireceği vurgulanmaktadır. Salim (2003) araştırmasında bellek geliştirme etkinliklerinin hem okuduğunu anlama hem de yaratıcı yazma becerisi üzerinde olumlu etkilere sahip olduğunu belirlemiştir. Bu durum yaratıcıcılık ve yaratıcı yazma becerisinin geliştirilebilir olduğunun bir göstergesidir. Kutno (1993) 6. sınıf düzeyindeki öğrencilerin olaya dayalı türlerde yazı yazma yeteneklerini geliştirmek amacıyla uyguladığı 14 haftalık bir program sonunda yaratıcı yazma etkinliklerinin öğrencilerin olaya dayalı metin yazma becerileri üzerinde olumlu yönde etkili olduğunu belirlemiştir.

Bir araştırma da Singapur’da 
Majid, Kay ve Soh (2003) Singapur’daki ilköğretim öğrencilerinin yaratıcı yazma becerilerini geliştirmek amacıyla bir “Yaratıcı Yazma Program”’ı uygulamışlardır. Programda öğrencilerin ilgilerini çekebilecek nitelikte olmasına özen gösterilen “Doğaüstü, Uzayın Derinliklerine Yolculuk, Cesaretli İnsanlar, İcatlar ve Mucitler” temaları üzerinde çalışılmıştır. Elde edilen veriler “özgünlük, akıcılık, esneklik, seçicilik, sözcük zenginliği, cümle yapısı ve dil bilgisi açısından doğruluk” alt boyutlarını içeren bir ölçme aracıyla değerlendirilmiştir. Sonuç olarak “Yaratıcı Yazma Programı” uygulanan öğrencilerin yaratıcı yazma becerilerinin ölçekte bulunan her bir alt boyut doğrultusunda deney öncesine göre anlamlı bir düzeyde geliştiği belirlenmiştir.

Yazamayanlar küçük öykü yazmaya başladı! 
Mehmet Temizkan’ın araştırmasını destekleyen önemli çalışmalardan birisi de Conroy ve arkadaşları (2009) tarafından gerçekleştirilmiş. Bu çalışmada araştırmacılar ilköğretim öğrencilerinin yazmaya ve özellikle de yaratıcılığa yönelik isteklerini artırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla araştırmacılar çoklu zekâ kuramına uygun olarak bir “Writer’s Workshop Program” hazırlamışlar ve bunu öğrencilerle birlikte uygulamışlardır. Araştırma boyunca araştırmacıların uyguladıkları etkinlikler sonucunda öğrencilerin yazılı anlatım beceri düzeyleri % 55’ten % 72’ye yükselmiş. Uygulama öncesinde velilerin % 22’si çocuklarının evde serbest yazmaya zaman ayırdıklarını belirtirken bu oran uygulama sonrasında % 39 olmuştur. Uygulama öncesinde hiçbir konuda yazı yazmadıklarını belirten öğrencilerden % 21’i uygulama sonrasında küçük öyküler yazmaya başlamıştır. Araştırmacılar uygulamadan sonra öğrencilerin özellikle yazmanın planlanması, yaratıcılık, cümle yapısı, öykü ögeleri konularında kendilerini geliştirdiklerini belirtmektedirler.
Devamını Oku

6 Ağustos 2013 Salı

Yazarlardan yazma üzerine özdeyişler!

Yazma sanatı üzerine yazarların sözlerini aktarmak istedim sizlere, yazarların yazıya ve yazma eylemine bakışını bir de özlü sözlerle onlardan dinleyelim.

Yazarlardan özdeyişler yazma eylemi üzerine, mutlaka okuyun.
Yazarların "yazmak üzerine" söyledikleri sözler yazma eylemine gönül vermiş insanlar için bir kıvılcım niteliği taşır. Tek satırlık bir söz daha önce anlamlandıramadığımız, manasını çözemediğimiz durumları çözmemize yarar ya da "Nereden başlamalı?" "Nasıl yazmalı?" "Ne yazmalı?" gibi aklımızı kemiren soruların ne kadar kof olduklarını bize hatırlatır. Bu yüzden önem veririm ustaların ne söylediğine. Bir çırpıda koyuverir önünüze yazma eyleminin ne olduğunu. Belki tamamını anlatmaz, belki de yanlı, öznel bir bakış açısıdır ama olsun, yine de umut olur genç yazarın çabasına. Bu sözleri Ege Edebiyat adlı bir siteden aldım, ziyaret etmenizi öneririm yazarlık adına çok derin çalışmalar, araştırmalar var. Bakalım neler söylemiş üstatlar yazma eylemi üzerine. Siz de en sevdiğiniz sözü seçin, nedenini yazın, lütfen yorumlayın.

Yazma eylemi üzerine özdeyişler!
  • İnsan her şeyden önce kendisi için yazmalıdır, iyi yazmanın biricik yolu budur. (Gustave Flaubert)
  • Yazmaya başlamadan önce düşünmeyi öğreniniz. (Nicolas Boileau)
  • İyi yazmak; iyi düşünmek, iyi hissetmek ve iyi ifade etmektir. Bu hem zeka, hem ruh, hem zevk sahibi olmayı gerektirir. (Buffon)
  • Sınırlandırmayı bilmeyen asla yazı yazamaz. (Nicolas Boileau)
  • Yirmi yaşında şiirler yazıyorsanız, bu yirmi yaşında olduğunuzu gösterir, kırkında şiir yazıyorsanız, bu şair olduğunuzu gösterir. (Francis Carco)
  • Yazmak, aynı zamanda susmak, söylememek, sesini kesmek demektir, gürültüsüz haykırmaktır. (Marguerite Duras)
  • Kim ki konuşur gibi yazıyor, kim ki çok güzel yazıyor, onun yazıları kötüdür. (Georges Louis leclerc)
  • Yazmak yaşamak demek değildir, yaşamanın dışına çıkmaktır. (Blaise Cendrars)
  • İyi yazmak için tabii bir kolaylığa ve tecrübeyle öğrenilmiş zorluğa sahip olmak gerekir. (Joseph Joubert)
  • Sağduyu, iyi yazmanın kaynağı ve prensibidir. (Horace)
  • Bir satırsız bir günüm yok. (Pline l’Ancien)
  • Coşkunluk, vecde gelmek bir yazarın ruh hali değildir. (Paul Valéry)
  • Yazmak, konu bütünlüğünü bölmeyen bir tarz konuşmadır. (Jules Renard)
  • Yazmak, topluma sırtını dönme mutluluğudur. (Jacques-Pierre Amette) 
  • Herkesin kullandığı kelimelerle ama herkesten farklı yazmalı. (Colette)
  • Düşünme yazma sanatının ilk adımıdır. (Emile Chartier)
  • Kötü bir şiir yazmak, iyi bir şiiri anlamaktan daha kolaydır. (Michel Eyquem de Montaigne)
  • Düşünmenin en iyi yolu, yazmaktır. (Pascal Quignard™)
  • Yazmanın ilk şartı, canlı ve kuvvetli bir hissetme tarzına sahip olmaktır. (Madame de Stael)
  • Kendiniz için yazın, böylelikle sizi başkaları da anlar. (Eugene Ionesco)
  • Yazmak için yaşamalı, yaşamak için yazmamalı. (Jules Renard)
  • Yazma yeteneğim olmadığını anlamam için on beş yılın geçmesi gerekti. Ne yazık ki kendimi yazmaktan alıkoyamadım: Çünkü geçen bu zaman içinde çok meşhur olmuştum. (Robert Benchley) 
  • İyi yazılar, anlaşılması kolay, yazılması zor olan yazılardır. (Wang Chung)
  • Yazmayı bilmek için okumayı bilmeli, okumayı bilmek için yaşamayı bilmeli. (Guy Debord)
  • Bütün yazarlar anlaşılmak için, kendilerini okuyucunun yerine koymak zorundadır. (Jean de la Bruyere)
Devamını Oku

30 Haziran 2013 Pazar

Hikaye Etme Bilimi (Naratoloji)

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof Dr. Rıza Filizok, hikaye etme bilimi hakkında yazdığı açıklayıcı yazıyı sizinle paylaşıyorum. Bu arada Ege Edebiyat sitesini ziyaret etmenizi tavsiye ederim, yazma sanatı üzerine harika bir çalışma.

Hikaye etme bilimi nedir?
Hikâye Etme Bilimi’ni kolayca kavramak için şu üç kavramı birbirinden ayırmak gerekir: 
  1. Hikâye (histoire)
  2. Anlatı (recit)
  3. Hikâye etme (narration). Kısaca açıklayalım: Hikâye, anlatıcı tarafından hikâye edilen olay ve hareketlerdir. Bu hikâye ediş sonunda ortaya bir anlatı çıkar. Hikâye etme, anlatının iç düzenini kurma işi, hikâye etme tarzıdır.
Hikâye Etme Bilimi, anlatıları inceleyerek onların kompozisyonunun ortak prensiplerini ortaya çıkarır. Hikâye, anlatı ve hikâye etme üçlüsü arasındaki ilişkileri kavramamıza imkân verir. Hikâye etme bilimi, bu ilişkileri şu dört kategori yardımıyla inceler:
  • Kip
  • Hikâye Etmede Karar Makamı, 
  • Düzey
  • Anlatının Zamanı
Hikâye Etme Bilimi, Gérard Genette’in çalışmaları ile büyük bir gelişme göstermiştir. Bu araştırmalarda anlatı (recit), bütün gösterge bilimsel analizlerde olduğu gibi, üretim şartlarından yani bağlamından bağımsız bir dilbilim nesnesi olarak ele alınmış ve bütün anlatılarda kendisini gösteren ortak bir yapının bulunduğu fikrinden yola çıkılmıştır. Genette, sağlam bir tipoloji yardımıyla hikâye etme metinlerinde yararlanılan yöntemleri açıklayan bir teori geliştirmiştir. Ona göre her metinde hikâye etme işinin nasıl yapıldığını gösteren izler vardır. Bu izler yardımıyla anlatının nasıl düzenlendiğini kesin bir şekilde anlayabilir ve ortaya koyabiliriz.

Hikaye etme bilimi şema

Hikaye Etme Kipi
Bir hikâye yazmak, hikâyenin hangi tekniklerle anlatılacağını önceden seçmiş olmayı gerektirir. Yazar, hikâyesini söz haline getirirken bazı teknikler arasından seçimler yapar. Bütün anlatılar her şeyden önce zorunlu olarak bir “anlatma”dır yani bir “diégésis”tir, yazar, “taklit”ten (mimesis) sadece hikâyesini daha canlı ve gerçekmiş gibi göstermek için yararlanır. Anlatılarda mutlaka bir anlatıcı bulunur.
Geleneksel olarak iki büyük hikâye etme kipi (modes narratifs) vardır. Bunlar “anlatma” yani “diégésis (raconter)” ile taklit (mimesis) kipleridir. Birincisinde anlatıcı önem kazanır, ikincisinde anlatıcı hemen hemen ortadan silinir, kahramanların konuşmaları aynen verilir ve anlatıya gerçeklik duygusu kazandırılır. Hikâye etme metinlerinde anlatıcı kahramanların sözlerini naklederken farklı teknikler kullanır. Bunlara mesafe adı verilir:
A) MESAFE 
Anlatıcı, ister olay anlatısında (récit d’événements) olsun, ister söz anlatısında (récit de paroles: şahısların söz ve düşüncelerinin anlatımı) olsun kahramanın sözlerini aynen aktarabildiği gibi, onları kendi ifadesi içinde de verebilir:
  • Hikâye edişe uydurulmuş söylem
Anlatıcı, kahramanın sözünü az çok değişikliğe uğratarak kendi anlatımı içinde eriterek ifade eder. Şahısların sözleri yahut hareketleri değiştirilerek hikâye edişin içine alınmıştır. Şahısların sözleri yahut hareketleri anlatıcı açısıdan değerlendirilmiş, anlatıcının yorumuyla takdim edilmiştir. Anlatıcının sözüyle kahramanın sözü arasına bir mesafe konmamış, bir ayırım yapılmamıştır.
Örnek: Sırrını dostuna açtı, ona annesinin öldüğünü haber verdi.
  • Aktarılmış söylem
Anlatıcı, kahramanın sözünü olduğu gibi aktarır. Anlatıcının sözü ile kahramanın sözü birbirinden ayrılmıştır, aralarına bir mesafe konmuştur. Kahramanın sözleri aynen verildiğinden anlatıcının yorumu işin içine karışmamıştır. Bu tip anlatım gerçeklik ve tabiilik duygusu verir, daha nesnel bir anlatım izlenimi yaratır, okuyucuyu daha çok etkiler.
Örnek: Sırrını dostuna açtı. Ona şöyle seslendi: “Annem öldü.”

B) ANLATICININ GÖREVLERİ 
Bir anlatıda anlatıcının değişik görevleri vardır. Bu görevlerinin bazılarında nesnel bazılarında öznel bir tutum içindedir. Genette’e göre bu görevler şunlardır:

Hikâye etme görevi
Anlatıcının asıl görevidir. Nerede bir anlatı varsa orada bu rolü üstlenen bir anlatıcı vardır, anlatıcının görünen bir anlatıcı yahut görünmeyen bir anlatıcı olması bu gerçeği değiştirmez. Anlatıcı, genellikle kendisini açıkça göstermeyen, görünmeyen bir varlıktır. Görülen anlatıcı ise “ Size işittiğim ilginç bir hikâyiyi anlatacağım...”, “size anlatacağım hikâye..” vb.. diyerek kendisini açıkça ortaya koyar. (Nesnel tutum)

Yönetme görevi
Anlatıcı, hikâyenin ortasında araya girerek anlatımın iç düzeniyle ilgili açıklamalar yapma görevini yüklenebilir, hikâyenin düzenini, zamanın akış tarzını yönetebilir. (Öznel tutum).

Bildirişim görevi
Anlatıcıdoğrudan okuyucuya yani metnin muhtemel okuyucusuna seslenebilir, böylece okuyucuyla ilişki kurabilir. Bütün anlatılar herşeyden önce bir söylem (discours) değişimidir. (Öznel tutum).

Tanıklık görevi
Hikâyenin oluş tarzının şahitliğini yüklenen kişi, anlatıcıdır. Hikâyenin doğruluğunun, anlatımın tarafsızlığının, bilgilerin ve kaynakların güvenirliğinin sorumlusudur. Anlatıcı, bir tanık olarak olaylar ve şahıslarla ilgili değerlendirmeler yapar, hükümler verir; duygularını dile getirir; aktardığı bilgilere hangi kaynaklar yoluyla ulaştığını açıklar. (Öznel tutum).

Eğiticilik görevi
Anlatıcı bir ders vermek için, olup bitenlere dayanarak genel bir hüküm elde etmek için hikâyeyi durdurabilir. (Öznel tutum). 
Anlatıcının görevlerinin ve seçilen mesafe tipinin incelenmesi, hikâye ve hikâye etme arasındaki farkı ortaya koyar. Bir tabloda gördüklerimiz nasıl o tabloya olan uzaklık ve yakınlığımıza göre değişirse, bir hikâye hakkında bildiklerimiz de anlatıcının konusu karşısında seçtiği mesafeye göre değişir.

Hikaye Etmede Karar Makamları
Hikâye etme olgusunun içinde çeşitli yargı mercileri vardır, bu yargılama makamlarının tespiti, anlatıcı ile hikâye arasındaki ilişkilerin daha iyi anlaşılmasına imkân verir. Karar makamını ortaya çıkarmak için şu soruların cevaplarının araştırılması gerekir:
a) Hikâye etme sesi: Kim konuşuyor?
b) Hikâye etme zamanı: Hikâyeye göre hikâye etme ne zaman yapılmıştır?
c) Hikâye etme perspektifi: Olup biten şeyler kim tarafından algılanıyor?

A) HİKÂYE ETME SESİ 
İki tip anlatı vardır: Anlatıcı, anlattığı hikâyede ya yer alır ya da yer almaz. Bunun sonucunda iki tip anlatıcı ortaya çıkar:
  • Hikâye dışı anlatıcı: Anlatıcı anlattığı hikâyede yer almaz. 
  • Hikaye içi anlatıcı: Anlatıcı anlattığı hikâyede yer alır. Bunlar, genellikle “ben” anlatılarıdır. 
İki çeşidi vardır:
  • Anlatıcı ikinci derecede bir rol üstlenebilir, bu durumda anlatıcı, anlatılan olayların bir gözlemcisidir yani şahididir. 
  • Anlatıcı, kendi hikâyesinin anlatıcısı olabilir. Anlatıcı bu durumda hikâyenin başkahramanıdır.
B) HİKÂYE ETME ZAMANI
Anlatıcı anlattığı hikâyenin geçtiği zamana göre üç farklı halde bulunabilir. Yani anlatıcı önceden olup bitmiş bir olayı anlatabilir, olmakta olan bir olayı anlatabilir, olabilecek bir olayı anlatabilir.
Bunun sonucunda dört hikâye etme tipi doğar:
  1. Sonradan Hikâye Etme: Anlatıcı geçmişzamanda olup bitmiş şeyleri hikâye eder. 
  2. Önceden Hikâye Etme: Anlatıcı daha sonra olacak olayları hikâye eder. 
  3. Eşzamanlı Hikâye Etme: Anlatıcıolmakta olan olayları anında hikâye eder. 
  4. Çift zamanlı Hikâye Etme: Yukarıdaki birinci ve ikinci tip anlatımların birlikte kullanılmasıdır. Anlatıcı önce geçmiş olayları anlatır, sonra aynı olaylarla ilgili kendi yazma zamanına bağlı olan izlenimlerini dile getirir. Yani anlatıcı olayları kendine ve çağına göre yaptığı yorumları araya sıkıştırarak anlatır.
C) HİKÂYE ETME PERSPEKTİFİ
Anlatıcı, hikayeyi çeşitli bakış açılarına göre anlatabilir. Hikayedeki olaylar, şahıslar, şahısların düşünceleri, mekan belli bir bakış açısı içinde sunulur. Bu bakış açısına odaklanma denir.
Üç tip odaklanma vardır:
  1. Sıfır odaklanma: Her şeyi bilen bir anlatıcının bakış açısıdır (point de vue omniscient). Buna Tanrısal bakış açısı da denir. Anlatıcı, olayları anlatır, istediği yerleri özetler. Bu anlatımda anlatıcı, kahramanlardan daha çok şey bilir. 
  2. Dış odaklanma: Dış bakış açısı: Anlatıcı, gördüklerini anlatan bir şahit konumundadır. Bu durumda anlatıcı, kahramanlardan daha az şey bilir. Görünüşte tarafsız olan bir şahit gibi olup biteni anlatır. Olayları bir kamera gibi okuyucuya sadece yansıtır, fakat kahramanların ne düşündüğünü bilmez. 
  3. İç odaklanma / İç bakış açısı: Anlatıcı, hikâyenin bir kahramanıdır. Hikâyeyi bize kendi bakış açısından anlatır. Anlatıcı, kahramanla eşit bilgiye sahiptir. 
Yazarlar, eserlerinde bu bakış açılarından çok değişik amaçlarla yararlanırlar. Mesela gerçeklik duygusu yaratmak için, iç bakış açısından yararlanabilir.

Düzeyler
Şu örneği inceleyelim:
“Bugün, bir öğretmen gördüm. Oynayan bir grup öğrencinin yanına gitti, birkaç dakika onları seyretti. Daha sonra onlara şöyle dedi: “Çocuklar beni dikkatle dinleyin, size kurtuluş savaşı yıllarında yaşanmış inanılmaz bir cesaret hikâyesi anlatacağım. Bu Mehmet Çavuş’un hikâyesidir....”
Bu anlatıda, dört hikâye etme düzlemi vardır:
  1. “Ben”in hikâye etme düzlemi. 
  2. Öğretmenle öğrencilerin hikâyesi. 
  3. Öğretmenin söz alması. (söz akdi)
  4. Çerçeveli hikâye: Mehmet Çavuş’un hikâyesi. 
Bu düzlemleri şöyle bir şekille gösterebiliriz:


Çerçeveli hikâye etme metinlerinde anlatıcı, dört farklı durumda bulunabilir. Bunu bir tablo halinde şöyle gösterebiliriz:


Anlatının Zamanı 
Anlatının zamanı:
  1. Düzen 
  2. Hikâye etme hızı
  3. Olayların sıklığı
Devamını Oku

24 Haziran 2013 Pazartesi

Yaratıcı yazarlık alıştırmaları

Yazar olmakla ilgileniyorsanız bu yazıdan epeyce yararlanacaksınız. Pensilvanya Üniversitesi’nin hazırladığı yaratıcı yazarlık alıştırmalarıyla yazarlık becerilerinizi geliştirebilirsiniz. Performans egzersizleri, iyi öykü, roman ya da şiir yazmayı sağlamaz. Geniş bir teknik yelpazesinde kişinin daha becerikli olmasına yardım eder.

Pensilvanya Üniversitesi yaratıcı yazarlık alıştırmaları
Yazarlığın ilk kuralı düzenli olarak yazmaktır. Bunu yapmak için de her gün bir yere oturup belirli bir zaman dilimi boyunca yazmanız gerekir. Eh, bu süre ne kadar uzunsa o kadar iyi olur. Ama hepimizin de günlük hayatta yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımız, yükümlülüklerimiz var. O zaman, ne yazacağınıza bakmadan, günde en az yirmi dakikanızı tamamen yazıya adamanız lazım. Pek çok yazar bunun için günün erken saatlerini tercih eder; zihinleri günlük işlerin hayhuyu ile bulanıklaşmadan önce yazmaya koyulurlar. Ama gece kuşu olarak ün salmış yazarlar da yok değildir. Marcel Proust örneğin çalışmaya gece yarısı başlardı.

Defter tutmak
Her gün yazmaya ayırdığımız bu yirmi dakikada çoğumuz aslında ne yazacağımızı bilmeyiz. İlk seferinde belki aklımıza iyi bir şiir fikri gelebilir ya da şarkı sözü olabilecek birkaç satır karalayabiliriz; belki de bir senaryonun ya da bir kısa öykünün parçası olabileceğini düşündüğümüz bir iki cümlelik karşılıklı bir konuşma yazarız. Ama ertesi gün ya da üçüncü dördüncü gün cephanemiz tükenir. O zaman ne yapacağız? Defter tutmak işte burada devreye girecek.
Bir eşya olarak defteriniz, yazı yazmaya elverişli bulduğunuz herhangi bir şey olabilir. Hangisi size uyuyorsa; bir not defteri, kâğıt parçası, ajanda, klasör, notebook sayfası… cebinize, çantanıza sığacak herhangi bir şey. Maksat her gün yazmanız ve defterinizi yanınızda taşımanız, elinizin altında bulundurmanız. Defterinizi temel olarak iki şekilde kullanırsınız: birincisi, her gün yazacağınız bir yer olarak ikincisi de etrafınızda olup biten bir şeyler aklınıza takıldıkça, gözünüze iliştikçe (düşünceler, fikirler, imgeler, tasvirler, cümleler) bunları kaydedebileceğiniz bir yer olarak. Böylece daha sonraki yazı projelerinizde kaynak kitap olarak kullanabileceğiniz hazır bir referansınız olur.
Yalnız şunu unutmayın ki, defter tutmaktan kasıt günlük tutmak değildir. Günlüğün okuru kişinin “kendisidir” oysa biz umuma açık bir yazı eyleminden söz ediyoruz. Tuttuğumuz defteri yayımlamak gibi bir niyetimiz olmayabilir ama bu deftere koyduğumuz malzeme, bizim dışımızda birilerinin okuması için olmalıdır.

Okur
Genç yazarlar bazen şu iki hatadan birini yaparlar: Ya herkes için yazdıkları yanılgısına kapılırlar ya da sadece kendileri için yazdıklarını varsayarlar.
Peki kim için yazacağınızı nasıl bileceksiniz? Duyduğu bir olayı, hikâyeyi aktaran biri ne yapıyorsa, yazar da aynısını yapar. Birisi size iyi bir hikâye anlatır siz de ona kendi bildiğiniz bir şeyi anlatmak istersiniz; iletişim sürecine katılmak için, sosyalleşmek için, sohbetin bir parçası olmak için. Yani Graham Green’in dedektif hikâyelerini okumaktan hoşlanıyorsanız siz de muhtemelen onun seslendiği okura sesleneceksiniz demektir. O hikâyelerin okurlarından biri olduğunuz bilgisiyle başlayabilirsiniz.
Tek bir kişiyi (gerçek bir kişi) düşünerek de yazmak mümkündür. Okurunuz birden fazla kişi de olsa siz belirli birini aklınızda tutarak yazabilirsiniz; bir cümleyi, bir imgeyi, bir tasviri, acaba o bunu anlar mıydı, beğenir miydi, yeterince ilgisini çeker miydi sorularına karşılık arayarak yazabilirsiniz. Yazarken insanın zihninin bir kenarında böyle gerçek bir kişiyi tutması sürece gerçekten de çok katkıda bulunabilir ama bu kişinin duygudaşlık kurduğunuz biri olması çok önemlidir. Duygudaşınız olmayan birini memnun etmek için yazmaya kalkışırsanız kendinizi, kendi özgün sesinizi, dilinizi yitirdiğiniz bir cehennemin kapısında buluverirsiniz.

Kısa hikâye nedir?
Ne zaman biri bunun tanımını yapsa iyi bir yazar çıkar ve o teori de çöpe atılır. Kısa hikâye ilgili kesin olan bir şey varsa o da kısa olduğu ve düzyazı olarak kaleme alındığıdır. Yine de bazı genel özelliklerden söz edilebilir.

Kısa hikâyelerde;
  1. bir anlatıcı vardır, hikâyeyi anlatan biri
  2. en az bir karakter vardır
  3. bir olay meydana gelir (ya da belki bir olay son bulur)
  4. bir yer vardır; olayın geçtiği mekân
  5. ya biri bir şey öğrenir ya da bir şey öğrenmekte başarısız olur (başkaları)
Bu beş niteliği aklımızda tutarak hikâye anlatma tekniğimizi bileyip parlatacak sonsuz sayıda alıştırma yapabiliriz.

Anlatıcı
Yirmi yıl önce anlatıcı, başarılı yazarlığa açılan “doğru kapı” idi. Genç yazarlara kendi seslerini geliştirmek için yazmaları gerektiği söylenirdi. Bunu yapmanın yolu da mümkün olduğu kadar çok yazmak (ve okumak), yazdıklarını okutacak birilerini bulup yorumlatmaktı, ta ki sesiniz özgünce kendini ortaya koyana dek. Bu teoriyi destekleyen kanıt başarılı yazarların çalışmaları. Bir Hemingway hikâyesi okuduğunuzda ayırt edici üslubundan, sesinden onu tanırsınız. Faulkner bu düşüncenin daha da su götürmez bir kanıtıdır. Yakın geçmişte epeyce yazar birden fazla anlatıcı sesiyle yazabildiğini gösterince bir yazarın kendi sesini bulması gerekliliği ikincil bir mesele haline geldi.
Yine de, herhangi birine aitmiş gibi görünebilecek bir ses ya da yavan ve sıkıcı veya klişelerle hemhal bir anlatıcı okurun dikkatini çekmekte ve tutmakta başarısız olacaktır.
NOT: İlk zamanlarında yazarların sevdikleri başka yazarları taklit etmelerine oldukça sık rastlanır. Farkında olmasak bile okumaktan zevk aldığımız yazarlar gibi yazıyor olabiliriz.

Yaratıcı Yazarlık Alıştırmaları
  1. Sevdiğiniz bir romandan ya da kısa hikâyeden nispeten uzun bir pasaj alıp bunu taklit ederek yazın. Cümle yapısını ve sözdizimini kelime kelime takip edin. Bu alıştırmayı, olabildiğince çok sayıda yazarla tekrarlayın. Her yaptığınızda en az 250 kelime yazmalısınız.
  2. İçinde yirmi kadar öykünün bulunduğu bir antoloji edinin ve her hikâyenin ilk sayfasını taklitle yazın.
  3. Önemli bir tarihi dönemde yaşamış sevdiğiniz bir yazarın bir kısa hikâyesini baştan sona taklit ederek yazın (Not: Konuları farklılaştırabilir, kahramanın cinsiyetini değiştirebilir ya da bu tür değişiklikler yapabilirsiniz.)
  4. Bir kısa hikâyenin ilk 250 kelimesini yazın. Ama bu kelimeleri TEK BİR CÜMLE olarak yazın. Gramer ve imla bakımından düzgün bir cümle olsun. Bu alıştırma cümle yazma becerinizi geliştirmeye yöneliktir.
  5. İki kişi arasında geçen dramatik bir sahne yazın. Her ikisinin de bir sırrı olsun ve birbirlerine söylemesinler. OKURA DA söylemek yok.
  6. Sizinkinden farklı yerel bir lehçe kullanarak bir tasvir pasajı yazın. Kahvede, sokakta, lokantada, kuyrukta, otobüste, berberde ve halka açık başka yerlerde farklı aksanla konuşan insanları dinleyin. Bu dilsel çeşniyi sayfalarınızda kullanın.
  7. Cümle ve paragrafların yapısıyla oynayın: sevdiğiniz bir tasvir pasajı bulun, yayımlanmış bir şeyden bir paragraf ya da iki üç paragraf olsun. Bütün cümleleri elden geçirin. Parçayı basit cümlelerle yazın (hiç bağlaç, ek kullanmadan); parçayı karmaşık, girift cümlelerle yazın; parçayı değişik cümle yapılarıyla yazın. Cümle yapısıyla oynayacak ne kadar çok yol bulursanız cümle yapısının, akıcılığı yaratmakta, ritmi değiştirmekte, tat vermekte ne kadar işe yaradığını fark edeceksiniz
  8. Fiillere odaklanın: beğendiğiniz bir parça bulun (bir sayfalık düz yazı olsun) ve her cümledeki fiilleri inceleyin. Etken mi, edilgen mi, bağlantılı mı? Metaforik mi (Kadın usulca içeri süzüldü)? Fiiller okuyuşunuza nasıl bir etkide bulunuyor?
  9. Kendi yazdığınız bir pasajı alıp bütün fiilleri elden geçirin. Bir, bütün fiilleri etken yapın, bir de hepsini edilgen yapın. Sonra yapabildiğiniz kadar çok fiili metaforik olarak kullanın.
(Alıntı: kuraldisidergi.com)
Devamını Oku

20 Haziran 2013 Perşembe

Batı'ya Yön Veren Metinler

Öncelikle yazar adaylarının sonrasında tüm okurların keyifle okuyacağı bir hazine keşfettim, yazar Alev Alatlı ve kurucusu olduğu Kapadokya Meslek Yüksek Okulu öğretim üyelerinin katkılarıyla hayata geçirilen 4 cilt ve 1800 sayfadan oluşan Batıya Yön Veren Metinler adlı seçki. Üstelik internet üzerinden ücretsiz.

Batıya Yön Veren Metinler
Türkiye’de eşi benzeri olmayan bir çalışma olan ve yazar Alev Alatlı’nın yönetiminde Kapadokya Meslek Yüksek Okulu öğretim üyelerinin katkılarıyla hayata geçen Batı’ya Yön Veren Metinler çalışması yazar olma yolunda ilerleyenlere hakim medeniyet ve düşünce sistemi olan Batı medeniyetini anlama, bilme, yorumlama adına harika bir çalışma. Üstelik internet üzerinden kolayca erişilen ve ücretsiz olan bu dört ciltlik -1800 sayfa- Batı’ya Yön Veren Metinler seçkisi Alev Alatlı’nın sözleriyle özde Avrupalı aydınların evrenin, dünyanın ve nihayet insanlığın gizemlerini çözümleme gayretlerinin kısa bir hikâyesi.

Batıya Yön Veren Metinler'de neler var?
Eski Ahit’in Aziz Markos’undan, Mezopotamyalı Hamurabi’ye, 1215 tarihli Magna Carta’dan, Çar İkinci Aleksander’in Özgürlük Fermanı’na, Abraham Lincoln’un Özgürlük Bildirgesi’nden, Bart Kosko’nun 1990 Saçaklı Mantık Devrimi’ne uzanan yaklaşık 3500 yıllık bir düşün serüveninin temel metinleri Batı’ya Yön Veren Metinler seçkisinde yer almakta.

Çalışmanın hedefi nedir?
Kapadokya Meslek Yüksekokulu öğretim üyelerinin katkılarıyla hayata geçen Batı’ya Yön Veren Metinler seçkisinin hedefi, Türk okurunun hızla küreselleşen dünyayı şekillendirmeye aday olan Batı düşünce kalıp ve paradigmalarını oluşturan özgün metinlere doğrudan ulaşarak değerlendirmelerine imkan sağlamak.

Sıradaki çalışma “Bize Yön Veren Metinler”
Batı medeniyetinin dışında yüzyıllardır birçok alim, bilgin ve insanın katılımıyla kurulan medeniyetimizi anlamak adına ikinci bir seçki daha yapıyor yazar Alev Alatlı: Bize Yön Veren Metinler. Alev Alatlı resmi web sitesinde yaptığı açıklamaya göre Bize Yön Veren Metinler seçkisinde aynı süreçte yaşamış Türk-İslam düşünürlerinin Batılı akranlarıyla eşzamanlı olarak kaleme almış oldukları özgün metinlerden meydana gelen bir düşünce kılavuzu olarak hazırlandığını söylüyor.

Bize Yön Veren Metinler'de neler olacak?
Bu kapsamda İsa’dan önce 7. yüzyıldan itibaren kendi medeniyetimizin düşünce kalıp ve paradigmalarına katkıda bulunan yaklaşık 350 müellife ait özgün metinin, Batılı karşıtlarıyla eş formatta harmanlandığını belirten Alev Alatlı, böylece, tarihte ilk kez, örneğin, İsa’dan sonra 1015-1085 arasında yaşayan Papa VII. Gregory ile 1058-1111 yılları arasında yaşayan El Gazali’nin metinlerini ya da Nizamülmülk’ün (1018-1092) Siyasetnamesi ile Alman Kralı IV. Henry’nin (1050-1106) tamimlerini yan yana değerlendirmek mümkün olabileceğini söylüyor. Bu keyifli çalışmayı da en kısa zamanda okurla buluşacağını sözlerine ekliyor.
Batıya Yön Veren Metinleri buradan okuyabilirsiniz.

Batıya Yön Veren Metinler okumak için

Devamını Oku

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Yaratıcı yazarlık öğretilebilir mi?

Yaratıcı yazarlık, bir ustadan öğrenilemeyeceği gibi, yaratıcı yazarlık bölümlerinde ya da atölyelerinde de öğrenilmez. Her sorununa çözüm arayan yazar adayı, beklentisinin karşılığını hiçbir yerde bulamayacaktır.

Semih Gümüş yaratıcı yazarlık hakkında genç yazar adaylarına öğütleri
Öykü, şiir ya da roman yazmak, sözgelimi otuz yıl öncekinden daha çekici bugün. Daha çok sayıda genç, edebiyatın içinde kendine bir yer bulmak, yazmak istiyor ve bunu gitgide daha nitelikli biçimde yapmaya çalışıyor. Bu arada bütün sorun, nasıl yazılacağı. Genç yazar, yazdıklarının nasıl olduğunu merak ediyor, –bunun karşılığı iyi mi, kötü mü değil yalnızca– bunun çok ötesini arıyor o. Kendisi karar veremiyor daha, bunu yapabilseydi, soruyu başkasına değil, kendisine soracaktı elbette. Asıl amaç iç eleştiri gücüne sahip olmak, o olduğunda da, yazdıkları bambaşka görünecektir, bambaşka olmuştur da. Değil mi ki, yazınsal bir metnin nasıl olması gerektiğini görmeye başlamıştır, yazdıklarının niteliği de bu arada kendiliğinden yükselmiştir. İşte o iç eleştiri gücüne sahip olana dek, yazdıklarının tamamlanması olanaksızdır.
Peki bu aşamada başkalarından ne öğrenilir? Sözgelimi yaratıcı yazarlık çalışmalarından? Yeni yazar adayı, çeşitli nedenlerle usta bildiği, kendisinden daha deneyimli gördüğü kişilere ya da kurumlara başvurur. Kişilerle kurulan ilişkilerin bir sakıncası var. Düşüncelerine başvurduğunuz bir kişi olduğuna göre, bütün bütüne onun öznel yorumlarıyla ve yargılarıyla belirlenmiş bir yola girmeye başlamışsınız demektir. O yolun üstünde kendi anlayışınızı ve yazarlık kimliğinizi kuşanabilirsiniz belki, ama bu zorluğun üstesinden gelemezseniz, başvurduğunuz kişinin yolundan çıkmanız olanaksızlaşır. Nedir bunun sakıncası? Bir başka kişiye başvurmuş olsaydınız, belki bambaşka bir yol önerilecekti size ve böylece kime başvurmuşsanız, kendi seçimlerinizin dışında, o kişinin ustalığı yanı sıra öznelliğiyle de belirlenen bir yola girmiş olacaktınız.

Semih Gümüş'ün Radikal'de yayımlanan yazısının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

2 Mayıs 2013 Perşembe

Yaratıcı Yazarlık Derken - Feridun Andaç

Kendisinden yaratıcı yazarlık eğitimi aldığım değerli hocam Feridun Andaç'ın yaratıcı yazarlık üzerine kaleme aldığı ve Dünya Gazetesi'nde yayımlanan köşe yazısını mutlaka okumanızı öneririm.

Yaratıcı yazarlık üzerine köşe yazısı!
Bu konuda çok şey söylendi, yazıldı çizildi. Oysa ülkemizin bu kavramla tanışması yenidir, arka planı yoktur. Yani bir "ders" olarak algılanması, programlanması yapılmamıştır. Bu nedenledir ki, gelinen noktada bir "kurs" gibi görülüp, önüne gelen tarafından buna dair dersler verilmektedir. Oysa kavramsal bir tanımı, çerçevesi vardır. "Creative writing" adı verilen de, etkili/yaratıcı yazma yönteminin kavramsal yanıdır. Yaratıcılık kavramının yaratıcı deneyle ortaya çıkıp biçim aldığı, yeni yazma yöntemlerine kapı araladığı bir gerçek. Ama altı çizilecek bir yanı da var ki, bunu sezgisel yazma olarak algılamamak gerek. Çünkü deneyimlerle ortaya çıkan şudur: Okuma eylemi olmadan yaratıcılık eyleminin ortaya çıkması güçtür, hatta mümkün değildir.
Yazarlık eğitiminin özü şudur: İyi bir okur olmadan yazarlığın öğrenilemeyeceğini göstermek, insanın içindeki yaratıcılığı ortaya çıkarabilmesi için ilkten kendisinin nasıl bir okur olduğunu keşfetmesi gerektiğini, ardından da neyi/niçin/nasıl yazması gerektiği konusunda yol gösterici olmak. Konunun da kilit noktası budur. Bu bağlamda yaratıcı yazarlık derslerimi şöyle ayrıştırırım:

Feridun Andaç'ın yaratıcı yazarlık üzerine yazıdığı yazının devamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

29 Nisan 2013 Pazartesi

Yaratıcı yazarlık eğitimi sanat eğitimidir!

Yaratıcı yazarlık eğitiminin tıpkı müzik, resim ve tiyatro gibi bir sanat eğitimi olduğunu vurgulayan Murat Gülsoy, “Yaratıcı yazarlık öykü ve roman sanatını öğretme sanatıdır. Diğer sanat dallarında eğitime karşı çıkılmadığı gibi yaratıcı yazarlık eğitimine de karşı çıkılmamalıdır. Hatta üniversitelerde yaratıcı yazarlık bölümleri açılmalıdır” dedi. 

Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Sempozyumu
Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü tarafından düzenlenen “Yaratıcı Yazarlık Nedir, Ne Değildir?” sempozyumuna katılan Murat Gülsoy yaratıcı yazarlık kavramının tartışılmasının zorunluluğu olduğunu vurgulayarak “İşini iyi yapmayan yaratıcı yazarlık atölyeleri nedeniyle insanlarda bir memnuniyetsizlik var. Yaratıcı yazarlık eğitimi bir sanat eğitimidir ve konusunda ehil insanların bu eğitimi vermesi gerekir. Dürüstlük en önemli kıstas olmalıdır. Peki sanat eğitimi mümkün müdür? Buna hayır demek kolaycılık olur. Tıpkı diğer sanat dallarında (resim, müzik, heykel gibi) olduğu gibi yazarlık eğitimi de atölyede öğrenilebilir. Yaratıcı yazarlık öykü ve roman sanatını öğretme sanatıdır. Resim, müzik gibi sanat dalları için açılan atölyelere kimse karşı çıkmazken yaratıcı yazarlık kavramına karşı çıkılmasını anlamak mümkün değil” dedi.

Sınırlar yaratıcılığı harekete geçiriyor
İnsanın yaratıcılığının bir sınırla, sınırlamayla karşılaştığında ortaya çıktığını vurgulayan Murat Gülsoy, “Sınırların yaratıcılıkla ilişkisi olduğunu gözlemledim. Eğer bir insana sınır koyarsanız hayal gücü çalışmaya başlıyor ve bu sınırı aşmak, soruna çözüm üretmek için harekete geçiyor. İşte tam bu noktada yaratıcılık oluşmaya başlıyor” dedi.
Yaratıcı yazarlık atölyelerinin modern toplumun bir ihtiyacı olduğunu belirten Murat Gülsoy “Eskiden yazar olmak isteyenler, yazarların müdavimi oldukları mekanlara gider, yazdıklarını göstermek, onlardan bir şeyler öğrenmek için fırsat kollardı. Bu yöntemin çok doğru olmadığını düşünüyorum. Şimdi ise böyle ortamlar kalmadı ve yazar olmak isteyenler bu ihtiyaçlarını yazarlık atölyelerinde karşılıyorlar” dedi.

Yazarlık atölyelerinden yazar çıkar mı?
Edebiyat ortamlarında çokça sözü geçen “Yazarlık atölyelerine gelenler yazar olur mu?” sorusuna yanıt veren Murat Gülsoy, “Tıpkı sanat akademisi gibi düşünelim. Mezun olunca herkes ressamlık teknikleriyle donatılıyor ama aralarında ressam olarak bazı kişiler öne çıkıyor. Kanımca yazarlık istek, heves ve arzu ile çok ilintili. Eğer yazar olmak isteyen biri arzuluysa bir şekilde isteğine kavuşacaktır. Ancak başkası sizin içinizde bu arzuyu doğuramaz. Atölyede bir bakış açısı kazanabilirsiniz, çok yetenekli de olabilirsiniz ama arzunuz yoksa yazar olamazsınız” dedi.
Yaratıcı yazarlık atölyelerinde eğitim ve kalite standartının tuturulması gerektiğini söyleyen Murat Gülsoy “Resimi müzik ve tiyatro gibi üniversitelerde yaratıcı yazarlık bölümleri açılmalı. Böylelikle yaratıcı yazarlık alanında eğitim kalitesi üst seviyelere çekilecektir” dedi.
Devamını Oku

Yaratıcı yazarlık oksimorondur!

Yaratıcı yazarlık kavramını eleştiren Bülent Somay yaratıcılığın öğretilemeyeceğini vurgulayarak "Yaratıcı Yazarlık oksimorondur" dedi.

Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Sempozyumu
Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü tarafından düzenlenen "Yaratıcı Yazarlık Nedir, Ne Değildir?" sempozyumuna katılan Bülent Somay, yaratıcı yazarlık kavramına ilişkin eleştirilerini dile getirdi. Yaratıcı yazarlık atölyelerinin bir ihtiyaçtan doğduğunu belirten Bülent Somay “Bu ihtiyaç yazan kişilerin yazdıklarını paylaşmak ve ondan geri bildirim almak ihtiyacıdır. Maalesef ülkemizde sadece edebiyat alanında değil pek çok alanda geri bildirim alma sorunu vardır” dedi.

Yaratıcı yazarlık oksimorondur!
Yaratıcı ve yazarlık kelimelerinin yan yana gelme halini “oksimoron” (yan yana durmaması gereken) olarak niteleyen Bülent Somay, “Yazarlık öğrenilmesi gereken bir şey, eski kuşaklar bunu kendiliğinden kitap okuyarak öğrendi. Çünkü bilgi alma yöntemimiz sadece okumaktı. 90’lı yıllardan sonra insanlar görüntü ve digital çağa girdiklerinden doğal olarak okuma alışkanlıkları zayıfladı ve bilgi alma şekilleri değişti. Bu nedenle yazarlık, yazma yetisi öğrenilmesi gereken bir konuma geçti. Yazarlık bugün daha fazla öğretilmesi gereken bir konu ancak yaratıcılık öğretilebilir mi? Yaratıcılık bir öğrenme sürecine bağlanabilir mi? Herhangi bir kurs, yazarın olmazsa olmaz özelliği olan “dert sahibi” haline getirebilir mi? Bu konuda şüphelerim var. O nedenle yaratıcılığın öğretilemeyeceğini, kişinin doğası gereği ortaya çıkan bir hal olduğunu düşünüyorum” dedi.

Yaratıcı okurluk öğretilebilir
Yaratıcı yazarlık yerine yaratıcı okurluğun öğretilmesi gerektiğini öneren Bülent Somay, “Metinleri parçalamak, parçalanan metni analiz etmek gibi durumlar öğretilebilir ve bu öğretimin çok da faydalı olacağını düşünüyorum” dedi.

Yazarların ürünleri ve hediye kavramı
Sanat ürününün meta haline gelmesinin can sıkıcı olduğunu belirten Bülent Somay Fransız filozof Jacques Derrida’nın armağan (hediye) kavramına atıfta bulunarak “Yazar olarak ürettiğim eserimi parayla satmak yerine hediye etmek istiyorum. Düşündüklerimiz bize ait değildir. Onu yazılı hale getirdiğimizde üzerinde pek çok insanın emeği vardır. Keşke tüm sanatçılar eserlerini hediye edebilselerdi. Belki bu size gerçekçi bir yaklaşım gibi gelmeyebilir ama bunu başarmak için farklı düşünme seçeneğini de gözden kaçırmayalım ve üzerine düşünelim” dedi.
Devamını Oku

Yaratıcı yazarlık kavramına karşı çıkmak yersizdir!

Bilgi Yaratıcı Yazarlık Kulübü tarafından düzenlenen “Yaratıcı Yazarlık Nedir, Ne Değildir?” sempozyumunda konuşan yazar Pınar Kür, yaratıcı yazarlığa karşı olma halini bir benzetmeyle açıklayarak “Ferhan Şensoy’un ünlü oyunundaki ‘Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı’ sözündeki karşıtlık gibidir ve kanımca yersizdir” dedi.

Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Sempozyumu
Yaratıcı yazarlık alanında pek sık rastlanmayan bir etkinlikten, Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü’nün düzenlediği yaratıcı yazarlık sempozyumundan bahsedeceğim. Semih Gümüş ve Murat Belge’nin son anda katılımlarının iptal olması nedeniyle Pınar Kür, Gülayşe Koçak, Bülent Somay ve Murat Gülsoy’un katılımıyla gerçekleşti.
Sempozyumun yöneticisi Bilgi Yaratıcı Yazarlık Kulübü Başkanı Özge Yerlikaya, etkinliği düzenleme nedeni olarak Varlık dergisinin 2013 Şubat sayısındaki inceleme konusu olan “Yaratıcı Yazarlık” çerçevesinde Mesut Varlık tarafından kaleme alınan eleştirel yazı olduğunu söyledi. Bu çerçevede yaratıcı yazarlık kavramının taraflarca tartışılmasının en doğru yöntem olduğunu ve bu nedenle sempozyumda karşıt düşüncedeki kişileri bir araya getirdiklerini dile getirdi.
Ardından sempozyumun ilk oturumunda Pınar Kür ve Ayşegül Koçak, yaratıcı yazarlık ve bunun yanında atölyelerin varlığını savunan kişiler olarak düşüncelerini aktardılar.

Pınar Kür: Edebiyat ve yaratıcı yazarlık birbirine karşı değil!
Pınar Kür Varlık Dergisi’nde Mesut Varlık’ın yazısındaki yaratıcı yazarlık kavramına ilişkin eleştirel düşünceleri hatırlatılınca “Yaratıcı yazarlık kavramına karşı çıkmak Ferhan Şensoy’un deyimine göre “Kahraman Bakkal Süper Markete Karşı” sözündeki karşıtlık gibidir ve kanımca yersizdir. Yaratıcı yazarlık atölyesinde uzun yıllar eğitim verem bir yazar olarak yaratıcı yazarlık edebiyat yapmalıdır fikrindeyim. Edebiyat ve yaratıcı yazarlık kavramları birbirine karşı değil, birbirlerini ekarte etmiyor” dedi.

Atölyelerden yazar çıkar!
Edebiyat çevrelerinde çok sık dile getirilen “Yaratıcı yazarlık atölyelerinde eğitim alanlar arasında yazar olan var mı?” eleştirisine de yanıt veren Pınar Kür “Her konservatuar okuyan öğrenci de sanatçı mı oluyor? Yaratıcı yazarlık kursları da böyle. Ayrıca benim yaratıcı yazarlık atölyesi öğrencilerimden olan Ayşe Sarısayın Sait Faik Edebiyat Armağanı ödülü aldı. Tıpkı bunun gibi başka öğrencilerim de çeşitli ödüller aldı. Yaratıcı yazarlık atölyelerinden yazar çıkmıyor sözü gerçeği yansıtmıyor” dedi.

Yazar olmak isteyenin bir itirazı olmalı!
Yazar olma yolunda atölyesine gelen öğrencilerine edebiyatçı olan kişinin dünyaya, hayata bir itirazı olması gerektiğini söylediğini belirten Pınar Kür, “Dünyayla ve kendisiyle barışık yazar olmaz. Yazarın mutlaka bir derdi ve bu derde paralel bir itirazı olmalı. İlk derste öğrencilerime -Ben bu atölyede disiplin ve teknik öğretiyorum. Yazar olmak sizin uğraşınıza ve yazarlığa olan bağlılığınıza bağlı- sözünü söylüyorum” dedi.

Gülayşe Koçak: Yazma utangaçlığı aşılmalı
Sabancı Üniversitesi bünyesinde verdiği yaratıcı yazarlık eğitiminden bahseden Gülşayşe Koçak yaratıcı yazarlık eğitiminin en önemli aşamasının yazma utangaçlığını aşmak olduğunu söyledi.
Dil ifade etme aracıdır. Ayrıca düşünceyi geliştirir. Yeni kelime öğrendiğimizde beynimizin işleyişini ve zihni değiştirir. Dilin kullanımı yazar olma yolunda önemli ama yaratıcı düşünceyi geliştirmez. Bunun yanında yaratıcı yazarlık atölye çalışmalarında çok sık rastlanan durumlarından birinin de sıradanlık hali olduğunu belirterek “Diğer bir değişle edebiyat paralamak. Sıradan, klişe cümlelerle yazı yazmak bir alışkanlık haline gelmiş. Yaratıcı yazarlık çalışması belirli kalıpların dışın çıkarak farklı bakış açıları bulmak ve yaratıcı düşünmeye teşvik etmek konusunda ön ayak oluyor ve sorunu aşmada önemli görev üstleniyor” dedi.

Ezberci eğitim yaratıcılığı ve dili köreltiyor
Ezberci eğitimin dili ve yaratıcılığı körelttiğini vurgulayan Gülayşe Koçak, “Eğitim sistemi dili güdükleştiriyor. Ezberci eğitim ihtiyaçlarımızı dile getirmeyi ve ifade gücümüzü zayıflatıyor. Ezberci eğitim beyni köreltiyor ve haliyle yazma becerimiz ve yaratıcı düşünce yetimizi de köreliyor. Ayrıca önyargılarımız (önceden öğrenilmiş bilgiler) yaratıcı düşünme yetimize ket vuruyor, adeta akıl tutulması yaşıyoruz. Ezberi bozmak lazım, doğru - yanlış kavramlarının dışına çıkıp düşünme sistemimizi değiştirmeliyiz” dedi.

Mükemmeliyetçilik yerine hata yapma olasılığı
Yaratıcı yazarlık konusunda beğenme beğenmeme ekseninden de kurtulmamız gerektiğini belirten Gülayşe Koçak “Çünkü beğeni çok subjektif bir seçimdir. Önemli olan yazdığımız metnin yaratıcılığa ya da kurmacaya ne kadar denk düştüğüdür. Yazarken mükemmeliyetçi düşünmek yerine hata yapabilme seçeneğimizin olduğun daima akılda tutmak gerekir. İlk metinler her zaman kusurludur ama ilk metinler bize üzerinde çalışma fırsatı verecek malzemeyi sağlar. Haldır haldır, akla ket vurmadan yazmak lazım. Böyle yazmak utangaçlığımızı üzerimizden atar” dedi.
Devamını Oku
BlogOkulu Gadgets