1 Ekim 2014 Çarşamba

Gölge yazarlık endüstrisi

Son yıllarda dünyada yeni bir yazarlık biçimi türedi. Kitap yazmak isteyip de buna yeteneği veya zamanı olmayanlar, tüm yükü gölge yazarlara (ghost writer) bırakıp kitaba kendi adını yazdırıyor. Ülkemizde de örnekleri olan bu gölge yazarlık mesleği bir endüstriye dönüşmüş durumda. Hatta ödül alan kitaplar bile var.

Gölge Yazarlık
Gölge yazarlık mesleğine baş koymuş Türk kökenli bir yayınevi ise bu işi şu cümlelerle özetliyor: “Kafanızda çok güzel bir roman konusu, harika bir hikâye ya da senaryo var. Ancak yazamıyorsunuz. Hayal etmek, kurgulamak ayrı, yazıya dökmek ayrı… Bir kitaplaştırıp bastırabilseniz var ya, bestseller olacak. Zengin, ünlü, popüler olacaksınız ama olmuyor, olmuyor… Sizin yerinize biz yazalım. Sizin isminizle yayınlansın. Okuyanlar size ‘helal olsun’ derken, siz içinizden bize teşekkür edin.”

Gölge yazar her alanda etkinlik gösterir!
Türkçede hizmet veren yazarlık şirketlerinden birine kulak verdiğimizde şu bilgilerle karşılaşıyoruz: “Gölge yazar, ilgili telif ve kullanım haklarını ücret karşılığı müşteriye devreder. Metin zaten o müşteriye özel olarak üretilmiştir. Çağdaş toplumlarda bir gölge yazar hemen her alanda etkinlik gösterebilir. Geleneksel olarak başkası adına konuşma metni yazan gölge yazarlar, artık bundan çok daha geniş bir uygulama sahasında faaliyet göstermektedir. Dillerden düşmeyen bir şarkının ya da örneğin bir ünlünün adıyla basılan bir kitabın bir gölge yazar tarafından üretilmiş olması günümüzde giderek daha sık rastlanan bir durumdur.”

Bireysel yapanlar ve yayınevleri de var!
Bu işin altını biraz daha didiklediğimizde ise şaşırtıcı notlar çıkıyor. Mesleği bireysel olarak yapanların yanı sıra bir şirket veya yayınevi bünyesinde ekip halinde bu işi ifa eden yazarlar mevcut. Gölge yazarlık, sizin adınıza kitap, roman, hikâye, senaryo, tez, köşe yazısı, konuşma ve sunum metni hazırlayan ve yayıncılık dünyasında bir hayli ilgi gören bir meslek artık.

Zaman Gazetesi'nde Musa İğrek imzasıyla yayımlanan Gölge Yazarlık Endüstrisi adlı yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

İşin sırrı, yazdığını yırtıp atabilmektir

Can Dündar, Milliyet’teki Ada adlı köşesinde 15 Ekim 2006 tarihinde yayınlanan yazısında yazar adaylarına yol göstereceğine inandığı Orhan Pamuk’un nasıl yazdığını anlattığı söyleşini yayınladı.

Can Dündar
Can Dündar: Nobel ödüllü Orhan Pamuk'la yıllar önce TV için bir röportaj yapmış ve nasıl yazdığını anlatmasını istemiştim. "Yazıhane"sinde uzun uzun anlatmıştı. Kendisi için olduğu kadar Türkiye için de büyük önem taşıyan ödülü alınca bu söyleşiyi sizinle paylaşmak istedim. Belki yazar adaylarına yol gösterir...

Orhan Pamuk: Eskiden ben geceleri çalışırdım. Bütün şehir uyurken... Sabah 4'e kadar... Tam 4'te uyurdum. Bu 16 yıl böyle sürdü. Pek çok romanımın en iyi sayfalarını gece yarıları tam sessizlikte yazmışımdır. Fakat bir gün bir kızım oldu, okula gitmeye başladı ve benim de bütün hayatım değişti. Her sabah onunla birlikte 7'de kalkıp okula yürümeye başladım.

Ada eşeği gibiyim
Okuldan benim 'yazıhane'm aşağı yukarı 15 dakika... İstanbul'un en güzel bölgesinden, Beyoğlu'nun arka sokaklarından, Ceneviz havasının Levanten rüzgarlara karıştığı eski Rum apartmanlarının arasından, Ermeni kalfaların yaptığı binaların önünden geçerek, o gün yapacaklarımı planlayarak ve erken kalktığım için kendimden memnun olarak, sabahın sessizliğini, şehrin ilk kokularını, daha ısıtmayan güneşi hissederek, sokağı ezbere bilen ayaklarım, beni yoluna alışmış bir ada eşeği gibi yazıhaneme getirir."

Romanıma sabahlar hakim oldu
"Eskiden geceleri çalıştığım için şehrin karanlığını, gecesini bilirdim. Kimi zaman gece yazının başından kalkardım, Nişantaşı'nda, gece de açık olan sandviççilerden bir şeyler alırdım. Gece yarıları şehrin sokaklarına çıkan orospuları, arabaları, ne olduğu belirsiz, bağıra çağıra geçen çöp ve polis araçlarını, gece yarısı piyasaya çıkan köpek çetelerini tanırdım.

İstanbul'un gece sessizlikleri, neon lambalarının ancak gece fark edilen çıtırtısı, bir yerde bir kedinin devirdiği bir kutu, tek tük çöpleri karıştıran ve gündüzleri asla göremeyeceğiniz garibanlar... Bunlar romanlarımda çok yer almıştır. Sebebi benim de geceleri 4'lere kadar oturmam ve kimi zaman o saatte, yazıhanemden çıkıp eve dönmemdi. Fakat kızım doğunca İstanbul'un bu gece hayatı kapandı. Romanlarıma daha çok sabahlar hakim olmaya başladı; 'tek tük geçen arabalar ve eski otobüsler, poğaçacıya eşlik eden salepçinin kaldırıma konup kalkan güğümleri ve dolmuş durağının değnekçisinin düdüğü' vs.

Bu keyifli söyleşinin tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku
BlogOkulu Gadgets