28 Mart 2013 Perşembe

insan neden yazmak ister? – Öykü ve Roman Yazma Sanatı (1)

Sokak Kitapları Yayınları yazarlarından Uğur Ziya Şimşek’e ait Öykü ve Roman Yazma Sanatı adlı uzun makaleyi sizlerle paylaşmak istedim. Makaleden her gün bir bölüm yayınlayacağım. Hem daha iyi anlamak adın hem de öykü ve roman yazma sanatının inceliklerini özümseyerek öğrenmek adına. Makalenin ilk bölümü aşağıda yer alıyor.

İnsan neden yazmak ister? Uğur Ziya Şimşek
İnsan yazmak ister. Sümerler yazıyı bulmadan önce sözlü hikâyelerle düşünce aktarımını gerçekleştiren insanoğlu yazı ile tanıştıktan sonra bu aktarım biçimini çok sevmiş ve sıklıkla kullanmıştır. Çevrenize bir bakın, sadece romancılar veya şairler mi yazıyor? Elbette hayır. Ağaçlara kazınan isimler, duvarlara yazılan sloganlar, kamyon çamurluklarına veya kasalarına yazılan bin bir çeşit maniler; bileklere, sırta, bacaklara yazılmış dövmeler, küçük çocukların tükenmez kalemle vücutlarına sevdiklerinin isimlerini yazması, mahalle bitirimlerinin cam kırıklarıyla vücutlarına ulaşılmaz aşklarının isimlerini yazması, bin bir riski göze alarak üniversitede bildiri dağıtan öğrencilerin izbe odalarda gizlice yazdıkları siyasi metinler ve daha neler neler…
Peki neden? Neden yazmak isteriz? Kalıcı olmak için mi? Zamanı öldürmek, sonsuz olmak için mi? Yoksa sadece düşüncelerimizi aktarmak için mi? Okuyanların beğenisini sağlamak, takdir edilmek için mi? Birkaçı veya hepsi mi?

Ölümsüzlük duygusu ve yazmak!
İnsanın en temel duygularından birinin geleceğe el uzatma çabası olduğunu anlayabilmek için psikoloji eğitimi almamıza lüzum yok. Mimarlar binalarıyla, sporcular rekorlarıyla, romancılar kitaplarıyla, şairler şiirleriyle, krallar fetihleriyle, ressamlar resimleriyle, en temelde de insan üreme duygusuyla kalıcı olmak ve ölümsüzleşmek ister. Duygularımızı aktarmak, yaşadığımız toplumu değiştirmek, güzellikler katmak yine güçlü dürtülerimizdir.
Yazmak isteriz! Ama nasıl? Eğer bir ağaca sevgilimizin ismini kazıyacaksak çok önemli tekniklere ve altyapıya sahip olmamız gerekmez. Bir çakı, kolay yontulabilecek güzel bir ağaç ve o ağaca zarar veriyor olmamızın umursamazlığı yeterli argümanlar olacaktır. Çakıya, ağaca ve mevzubahis duyguya sahip olan kişi sevgilisinin ismini rahatlıkla yazıp herhangi bir tekniğe veya öğretiye ihtiyaç duymayacakken acaba Türkiye’deki ağır işlerde çalışmaya zorlanan çocuk işçilerin umutlarını, mutsuzluklarını, yaşamlarını uzun bir romanda anlatmak isteyen kişinin işi aynı derecede kolay mıdır? Olmadığını düşündüğümüz için bu yazıyı derliyoruz.

Herkes roman yazabilir mi?
Sıklıkla ‘Roman yazmak öğretilebilir mi? Roman yazmanın tekniği olur mu? Herkes roman yazabilir mi?’ biçiminde sorulara muhatap oluyorum. Sondan başlarsak ‘herkes roman yazabilir mi?’ beni çok düşündürmüş bir sorudur. Sanırım evet. Kâğıt ve kalem alacak maddi yeterliliği olan ve okuma yazma bilen herkes roman yazabilir. Peki, herkes piyano çalabilir mi? Evet. Aynı mantıkla hareket edersek yeterli maddi imkâna sahip olup bir piyano alan ve karşına oturup tuşlara dokunabilecek fiziksel yeterliliğe sahip olan herkes piyano çalabilir. O halde şu soruyu yöneltelim: Herkes Dostoyevski gibi roman yazabilir mi? Nazım gibi şiir yazabilir mi? Fazıl Say gibi piyano çalabilir mi?

Yazma tekniklerini öğrenmek sizi Tolstoy yapmaz
Roman yazmak öğretilebilir ve teknikleri vardır. Ancak hedefiniz çok büyük bir romancı olmaksa unutmayın ki tüm bunları bilmek sizi Tolstoy yapmaz. Tüm teknik öğretileri harfiyen öğrenseniz ve uykusuz gecelerle yoğun bir emek sarf etseniz de Tanrı gülümsemeden Dostoyevski olamazsınız. Nasıl ki salt futbol oynamayı öğrenmekle Maradona gibi oynamak aynı şey değilse…

İyi yazar olmanın koşulları
İyi bir yazar olmanın birçok koşulu var. Bunlar arasında önem sıralaması yapmak gerekirse ilk koşulun iyi bir okur olmak olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Ardından merak, sabır, bilgi birikimi, yetenek gibi öğeler gelmektedir.
İyi bir yazar olmak çok roman yazmak demek değildir. Harper Lee sadece tek bir kitap yazmıştır. Bülbülü Öldürmek isimli eseri dünya edebiyatının klasikleri arasındadır. Yine Margaret Mitchell Rüzgâr Gibi Geçti isimli romanı dışında bir eser vermemiştir ve bu eseri dünya edebiyatının en saygın çalışmalarından biridir. Her iki kitabında filmi yapılmıştır ve yine her iki film de sinema klasikleri arasında sayılmaktadır.

Yazmaktan uzaklaşmak ve bahaneler
Yazmak çok zorlu bir eylem olduğu gibi bir yönüyle de çok sancılıdır. Bir kadının doğum yapması gibi yazar da her kelime de her cümlede sancılanır, ıkınır ve içindeki o adlandıramadığı şeyi ortaya çıkarmaya çalışır. Bu zorlu süreç psikolojik olarak insanı yazma eyleminden uzaklaştırır ve erteleyecek bahaneler bulamaya iter. Kelemi açayım öyle yazarım! Etrafı toparlayayım öyle yazarım! Mehmet’le konuşayım öyle yazarım! Biraz televizyon izleyeyim öyle yazarım! Facebook’da kim var bir bakayım öyle yazarım! diyerek aslında yazmanın sancısını ertelemeye çalışırız. Hâlbuki bu sancı kaçınılmaz bir süreçtir ve mutlaka yaşayacağımız bu acıyı ertelemenin bir anlamı yoktur. Hatta Stockholm Sendromu gibi bu acıya bağımlı olmakta fayda vardır.

Yazmanın zorlu süreci
Büyük yazarlar da dâhil olmak üzere tüm yazarlar nitelikli eserlerini sancılarla doğururlar. Edebiyatın devlerinden Gustave Flaubert yazdığı bir mektubunda, tek bir sözcüğü bulmak için dahi tüm gün çabaladığını ve büyük zorluklar yaşadığını anlatmaktadır. Yazmanın zorlu süreci hep vardır ve var olacaktır. Bazen popüler yazarlar yazma eylemleriyle ilgili okurların hoşlarına gidecek karizmatik yanıtlar verseler de gerçekte cümleyi doğurmanın sancısını hepsi yaşamaktadır. Elbette doğuracağınız çocuğun bir gözünün kör, kollarının kırık, bacaklarının çıkık olmasını önemsemiyorsanız doğum kurallarına uymaz biran önce işinizi görebilirsiniz. Edebiyatta da böyledir. Hiçbir sancı çekmeden de yazabilirsiniz ancak cümleler ne kadar sağlıklı olur bilemeyiz.

Ya hayat ya da yazmak, seçim senin
Yazmak kuma kabul etmez. Eğer yazmak istiyorsak, önceliğimiz bu olmalı. Yazmak çok zor bir eylemdir ve hobi olarak yapılabilecek bir şey değildir. Birinci önceliğimiz ve motivasyonumuzu verdiğimiz en temel öğe yazmak olmalı. Tüm benliğimizle, ruhumuzla yazmaya odaklanmalıyız. Olması gereken bu olmakla birlikte hayatın meşgalesi, geçim derdi, zorunlu hedefler bu odaklanmayı azaltmaktadır. Geçinmek için 10 -12 saat çalışmak zorunda olan bir kişi ne derece yazmaya odaklana bilecektir? Bir tarafta hayat bir tarafta ise tüm vaktimizi yutmak isteyen bir ejderha. Yazarlık dünyanın en çok vakit alan ve en zor işlerinden biridir.

Yazarlık her şeye egemen olmaktır
Yazmak büyük bir keşif sürecidir. Zihnimizde oluşturduğumuz bir gemiye binerek çıktığımız seferlerde gerçek ve gerçek üstü birçok bilinmeyeni keşfetmektir yazarlık. Önce kendi iç dünyamızı keşfe çıkarız ve gizli kalmış birçok duygumuz ortaya çıkar. İnsanları tanırız, onların acılarına, sırlarına dokunuruz. Bambaşka hayatlar yaratırız ve sonlandırırız. Yazarlık bir yönüyle de ruhani bir yapıyla her şeye egemen olmaktır. Her şeyi baştan yaratmak bir dünya kurmaktır. Çok sıkıntılı olan bu sürece belki de bu nedenle katlanırız. O süreci yaşayabilmek o zorlu yolları yürüyebilmek için. Dağcılar, dalgıçlar, paraşütçüler ve daha birçok sporcu acaba gerçekten sonuca ulaşmak için mi o sporu yapar. Yani bir dağcı için sadece o dağın tepesine ulaşmak mıdır önemli olan yoksa o süreç midir? Süreci önemsemezsek dağın tepesine bir helikopterle de çıkabiliriz.

1. bölümün sonu - Uğur Ziya Şimşek

0 yorum:

Yorum Gönder

BlogOkulu Gadgets