1 Nisan 2013 Pazartesi

Roman nedir ve özellikleri nelerdir?

Sokak Kitapları Yayınları yazarlarından Uğur Ziya Şimşek’e ait Öykü ve Roman Yazma Sanatı adlı makalenin ikinci bölümünde romanın iç dünyasını ve teknik özelliklerini keyifli bir yolculuk yapacağız. 

Uğur Ziya Şimşek öykü ve roman yazma sanatı
Romanın birincil özelliğinin uzunluğu olduğunu söyleyebiliriz. Dengeli bir sıralama ve bağ bulunan olayları anlatan ve estetik kaygısı olan bir metindir roman. Roman okuyucusunu gerçekliğin dışında bir dünyaya alır. Okur o dünyaya girdiği andan itibaren duygusal tepkilerini romanın yönlendirmesiyle verir. Karakterlerle birlikte sevinir, üzülür, heyecanlanır, duygulanır. Roman, okuruna bu hisleri yaşatma derecesiyle kalitelidir. Romandaki olaylar bir plana uygun olarak anlatılır. Bu plan en temel yapısıyla üçlü bir saç ayağına dayanır.


  • Giriş (Serim)
  • Gelişme (Düğüm)
  • Sonuç (Çözüm)

Romanın Türk edebiyatındaki ilk izleri!
Türk edebiyatına roman Fransızcadan yapılan çevirilerle girmiştir. Bu çevirilerden ilki Yusuf Kamil Paşa'nın Fenelon'dan yaptığı Tercüme-i Telemak'tır. İlk Türk romanı olarak Şemsettin Sami'nin Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı eseri gösterilir. Avrupaî tarzda ilk roman, Tanzimat döneminde yazılmıştır. Namık Kemal'in "İntibah", ilk Türk romanıdır.

Romanın konusu nedir?
Tüm romanlar insan ilişkileri ele alır. Bazı romanlar bitkiler, hayali varlıklar veya hayvanlar üzerinden yine insan ilişkileri anlatır. George Orwell’ın Hayvan Çiftliği isimli dünyaca ünlü eseri bir çiftlikteki yönetimi ele geçiren domuzların eşitlik ilkesiyle başlayıp zamanla diğer hayvanları nasıl ezdiklerini ve kendilerini ayrıcalıklı bir konuma yükselttiklerini anlatırken Rusya’daki Ekim Devrimi’nden bahseder ve devrimin eşitlik söylemleriyle gelip zamanla nasıl bir seçkinler sınıfı oluşturduğunu anlatır. Richard Bach Martı isimli eserinde yine hayvanlar üzerinden insan ilişkileri incelemiştir.

Roman ve gerçeklik ilişkisi
Roman bilimsel bir yapıt değildir. Romancının bilimsel bir eser oluşturma kaygısı ve açıklama çabası olmamalıdır. 2008 yılında yayınlanan ve Türkiye’deki azınlıkta kalmış, toplumun dışladığı cinsel kimlikleri romanlaştırdığım Kıyıdakiler isimli eserimi okuyan bir sosyoloji doktora öğrencisi kitabı çok beğendiğini söylemekle birlikte sosyoloji teknikleri açısından bazı eksikliklerin olduğunu bilimsel anlamda derinleşmenin sağlanmadığını, çok daha geniş sosyolojik analizlerin olabileceğini ileri sürerek beni eleştirmişti. Ben de kendisine sosyolog olmadığımı, bir romancının eserinin herhangi bir bölümünde bilimsel bir alanda derinleşme zorunluluğu bulunmadığını zaten bunun teknik olarak pek mümkün olamayacağını çünkü bir insanın ancak bir bilim dalında uzmanlaşabileceğini hayatın birçok alanından bahseden romancının bu alanların tümünü doktora veya profesörlük seviyesinde bilmesinin olanak dışı olduğunu anlattım. Gerçekten de bir romancı sosyoloji bazlı bir kurgunun olduğu romanında doktora seviyesindeki bir sosyoloğu tatmin etmek zorunda mıdır? Veya soruyu şöyle çevirelim doktora seviyesindeki bir sosyoloğun sosyolojik bazlı bir tatmin yaşaması için okuması gereken şey bir roman mıdır?

Roman - gerçeklik ilişkisine bir örnek
Bir örnek kurgulayalım. Ahmet Bulut isimi romancımız başkarakteri bir tıp doktoru olan roman kurgulasın. Bu doktor hastalarını bazen bilinçli bir şekilde yanlış ameliyat etsin ve onların uzun vadede ölümüne sebep olsun. Bir dedektif karakter de onu bulmak ve alt etmek istesin. Dedektif tesadüfen sevgilisini bu doktora götürsün vs. Ahmet Bulut bu romanı yazarken acaba doktor bir karakter kullanıyor diye doktorluğun her yönünü eksiksiz bir şekilde bilmek zorunda mıdır? Bence hata yapmayacak ve işine yarayacak kadarını bilmesi yeterlidir. Konuyu biraz daha zorlayalım. Ahmet Bulut’un doktor karakteri bir hastasına açık kalp ameliyatı yapsın ve bu hastanın ölmesine sebep olsun. Ahmet Bulut bu kısmı anlatırken, ameliyathaneden, oradaki gereçlerden, doktor hemşire vb. kişilerden bahsetsin ve bu sahneyi geçsin. Yani normal olanı, olması gerekeni yapsın. Bir tıp öğrencisi veya kalp uzmanı bir cerrah bu kısmı şöyle eleştirsin:
“Ahmet Bey kitabınızı zevkle okudum, ancak kalp ameliyatı sahnesini çok sığ geçmişsiniz, halbuki bu ameliyat 4-5 saat süren ve birçok detayı olan oldukça zorlu bir işlemdir. Bunları daha gerçekçi ve derinlemesine anlatmanızı beklerdim.”
Bu eleştiriyi değerlendirdiğimizde eleştiriyi yapan okurun (cerrah) haksız olduğunu söyleyebiliriz. Bir romancının açık kalp ameliyatını bilmesine imkan yoktur. Bilse de bunu romanda anlatması son derece mantıksızdır. Açık kalp ameliyatının nasıl yapıldığını öğrenmek isteyen bir öğrenci bunu romandan değil hocalarının bilimsel kitaplarından okuyarak öğrenir. Böyle bir çabası olmayan okur içinde dört saatlik bir ameliyatı sayfalarca anlatmak gereksiz ve sıkıcıdır.

Roman ve bilimsellik kaygısı
Hem kendi kitabımdan hem de kurgusal bir örnekten yola çıkarak açıkladığımız üzere romanlar bilimsel kitaplar değildir ve romancılar da bilim adamı değildir. Romanlarda gereksiz yere derinleştirilen bilimsel açıklamalar romanı sıkıcı bir hale getirmenin ötesinde hiçbir işe yaramaz. Bunu yapmadığınız için sizi eleştiren kişiler ise bilmediği için eleştirmektedir. Taraftar mantığıyla hareket etmeyenler kendilerine yapılan açıklamalarla tatmin olmakta ve eleştirilerinin haksızlığını anlamaktadır.

Roman yazma sanatına dair ipuçları
Roman insanı anlatır ve romancı anlattığı insanın veya insanların hayatından kesitler yapar. Bütününü anlatmak romanı boğabilir. Sadece kurgu açısından işimize yarayanı anlatmamız da fayda vardır. Anlattığımız karakterin hikâyesi bizim için gerekli olan detayları barındırmalıdır. Gereksiz olanları dışlamalıyız. Birçok genç yazar detaylarla okuru boğma çabasına girer ve elbette okur boğulmamak için kendini biran önce suyun dışına atar yani kitabı bir daha açmamak üzere kapatır. Anlatacaklarımızın dozunu bir aşçı titizliğiyle ayarlamalıyız. Tuzsuz yemek güzel olmaz ancak fazla tuzlu da yenmez. Her yemeğin de birbirinden ayrı tuz oranları vardır. Birinde geçerli olan ötekinde geçerli olmayabilir.
Gereksiz derecedeki uzun anlatımlar ve fazla detay anlatmak romandaki dinamizmi düşürür. Bu tip romanları üç beş sayfa atlayarak okusanız da hiçbir şey değişmediğini kurgudan konudan kopmadığınızı görürsünüz. Türk edebiyatının çok satan yazarlarından Canan Tan’ın kitapları böyledir. Kurgu çok sığdır ve kitap baştan sona inanılmaz derecede fazla ve gereksiz ayrıntılarla doludur. Kitaplarını beşer altışar sayfa atlayarak okusanız dahi kurgudan hiçbir şey yitirmezsiniz çünkü sürekli birbirini tekrar etmektedir.

Romanda detayların önemi
Dozajında detay kullanan başarılı çalışmalarda birkaç sayfa atlayarak okursanız bağlantının koptuğunu hissedersiniz. Büyük romancıların romanlarında kullandıkları her ayrıntının her kelimenin bir anlamı vardır ve bu çıkarıldığında bir şeyler eksik kalır. Çok dikkatli okurlar gereksiz yere kullandığınız tek bir cümleyi dahi algılar ve bu sebeple sizi eleştirir.

Sıradan bir durumu romanlaştırabilir miyiz?
Bir örnek oluşturalım:
Bir adam sevgilisiyle birlikte bir iç mimarlık ofisine gider ve yeni aldıkları evin dizayn edilmesini ister.
Bu oldukça sıradan bir olaydır. Peki, bu sıradan olayı romanlaştırabilir miyiz? Bir deneyelim bakalım neler çıkacak:
Karakterlerin isimlerini belirleyelim.
Sevgililerden erkek olanın ismi Furkan, kızınki ise Simge olsun. Mimarımız ise Cem olsun. Mimarın bir sekreteri olduğunu düşünürsek onunda ismi Aycan olsun.
Furkan ve Simge mimarlık ofisine geldiklerinde Cem onları yıllardır tanışıyormuşçasına büyük bir sevecenlikle karşıladı ve neye gereksinim duyduklarını dinledi. Çözüm önerileri sunarken Furkan bir ara tuvalete gitmek için odadan ayrıldı. Sekreter bu fırsatı kaçırmadı ve ‘sevgilinin seni terk etmesini istemiyorsan hemen buradan ayrıl’ dedi.
Evet, bu haliyle anlatılanlara baktığımızda sıradanlığı bozan bir şey var. O da sekreterin söyledikleri. Hiçbir iş yerinde bir sekreter müşteriye böyle bir şey söylemez. Bizim hikâyemizde söylüyorsa (ki söylemeli, sıradan bir müşteri ilişkisini anlatmanın okur için ne cazibesi olabilir) bunun bir sebebi olmalı. Öyleyse o sebepleri yaratacak bir yapıyla karakterleri oluşturalım.
Cem: Orta yaşlı, karizmatik beyaz saçları olan şık giyimli yakışıklı bir mimar.
Aycan: Fazlasıyla güzel ama serçe parmağını çocukluğundaki bir kazada kaybetmiş olan genç sekreter. Cem’in kadınlara bakış açısındaki acımasızlığı ve kullanma duygusunu bilse de ona karşı saplantılı bir aşkı var.
Furkan: 45 yaşında bir gazeteci. Güçlü siyasi bağlantıları olan önemli bir adam.
Simge: Bir bankanın finans müdürü. İşinin durağanlığından sıkılmış ve hayatında yenilikler arayan bir kadın. 38 yaşında. Sevgilisi Furkan ile birlikte yaşama kararı almasında onu çok sevmesinin ötesinde hayatında bir değişiklik yapma isteğinin baskısı daha ön planda.
Evet, karakterleri belirledikten sonra bu saçma durumu anlamlandırabiliriz. Hatta fazlasıyla saçma olan bu durum bize saçmalığının yüksekliği oranında da bir güç katacaktır çünkü hiç olmayan ve rastlanılmayan bir olayla romanı başlatarak bir anda merak duygusunu yükselteceğiz ve okurların aklında birçok soru belirmesini sağlayarak okuma eylemini sabırsızlıkla sürdürmelerine yol açacağız. Bu hikâyenin devamı nasıl olur? Şuandan kestirmek güç ancak düşündükçe birçok şey çıkar.
Furkan sekreteri ciddiye almaz, ama içine de bir kurt düşer, mimar evlerini harika biçimde yapar fakat bu süreçte Simge ile çok fazla yakınlaşır. Furkan bu yakınlaşmadan normalde rahatsız olmayacakken sekreterin söylemleri sürekli aklına gelir ve aradaki yakınlaşmayı kurcalamaya başlar. Aslında mimar ile ilgili hiçbir hoşlanma duygusu olmayan Simge bu baskılardan sıkılır ve Mimar ile durumu paylaşır, zamanla aralarındaki sohbet evle ilgili dekorasyon konularının dışına çıkar. Bu sohbetler Mimar ile Simge’yi yaklaştırır.
Bunun dışında da çok farklı bir süreç öngörülebilir. Düşündükçe binbir çeşit yeni kapı açılır.

2 yorum:

  1. Toplum ile ilgili kurgulamanızın bir sosyolog tarafından eleştirilmesini sindiremeyip bunu "yazar zaten bilim insanı değildir" diyerek rasyonalize etmenizi mantık açısından acınası, sanat açısından yozlaştırıcı ve bilim açısından safsata olarak nitelendiriyorum. Ayrıca genel olarak yazdıklarınızdan bilimsel düşünceden bihaber olduğunuz sonucunu çıkarıyorum. Lütfen bilimsel düşünceyi benimsemeye çalışın, benimsemezseniz de sanat ile bilimsellik arasındaki ilişki hakkındaki düşüncelerinizi didaktikleştirmeyin.

    YanıtlaSil
  2. Bunu gerçekten çok önemli bir görüş bulmanız olarak görüyorum, yani çok etkili, gerçek ve yarayan-yaşayan bir tespit. Bir manada -bu kısım için- işi çözmüşsünüz diye düşünüyorum. Tabii ki bunu daha önce biliyor olabilirsiniz, yine başkaları da bilebilir, fakat bunun sebeplerini, yolunu, ve çözümünü bulup ortaya koymak, ve adını koyarak insanlara bir nevi 'anahtar' vermiş oluyorsunuz diye düşünüyorum.

    "Evet, karakterleri belirledikten sonra bu saçma durumu anlamlandırabiliriz. Hatta fazlasıyla saçma olan bu durum bize saçmalığının yüksekliği oranında da bir güç katacaktır çünkü hiç olmayan ve rastlanılmayan bir olayla romanı başlatarak bir anda merak duygusunu yükselteceğiz ve okurların aklında birçok soru belirmesini sağlayarak okuma eylemini sabırsızlıkla sürdürmelerine yol açacağız."

    YanıtlaSil

BlogOkulu Gadgets