14 Haziran 2013 Cuma

Sanatçı olun, hemen şimdi!

Birçok kişi bu konu açıldığında gerilir ve karşı çıkar: "Sanat karın doyurmaz, ve zaten şu an meşgulüm. Okula gitmem lazım, iş bulmam lazım, çocuklarımı derse götürmem gerek..." "Çok meşgulüm, sanat için vaktim yok" diye düşünürsünüz. Hemen şimdi sanatçı olamamamız için yüzlerce neden vardır. Ama...

Ünlü Koreli yazar Young-ha Kim, TED Talks konuşmasında sanata, yazarlığa ve insanların nasıl sanatçı olacaklarına dair çok değerli bilgiler veriyor. Dilerseniz aşağıdaki videoyu izleyin, dilerseniz metnin tamamını okuyun. İşte Koreli yazar Young-ha Kim’in düşünce penceresinden sanatçı olmanın sırları.
Sanatçı, Yazar Olun Hemen Şimdi
Neden olmamız gerektiğinden emin değiliz ama olmamamız için bu kadar çok neden var. Neden sanatçı olmamız gerektiğini bilmiyoruz, ama neden olmamamız gerektiğini biliyoruz. Neden insanlar sanat ile ilişkilendirilmekten çekinir? Belki sanatın sadece özel yetenekli insanlar için olduğunu düşünüyoruz ya da profesyonel eğitimliler için olduğunu. Bazılarınız da sanattan çok uzaklaştığınızı düşünüyor. Belki öyledir, ama ben öyle düşünmüyorum. 

Hepimiz sanatçı olarak doğduk
Eğer çocuğunuz varsa, ne demek istediğimi biliyorsunuz. Çocukların yaptığı neredeyse her şey sanat. Pastel boyalarla duvara resim çizerler. Som Dam Bi'nin televizyondaki dansını taklit ederler ama Son Dam Bi'nin dansı diyemezsiniz artık - çocuğun kendi dansı olmuştur. Böylece tuhaf bir dans ederler ve şarkılarıyla herkese eziyet ederler. Belki de sanatları sadece ebeveynlerinin dayanabileceği bir şey ve bütün gün sanat talimi yaptıkları için insanlar gerçekten biraz yorulurlar çocukların yanında.
Çocuklar bazen tek kişilik drama performansları yapar - evcilik oynamak örneğin böyle bir performanstır. Ve bazı çocuklar, biraz daha büyüdüklerinde, yalan söylemeye başlarlar. Genelde anne babalar çocuklarının ilk yalan söylediği zamanı hatırlarlar. Şok olmuşlardır. “Artık gerçek yüzünü gösteriyorsun,” der anne. “Neden babasına çekiyor ki?” diye düşünür. Çocuğu sorgular, “Nasıl bir insan olacaksın sen?”

Çocuklar yalan söylediğinde hikaye anlatmaya başlar!
Ama endişlenmemelisiniz. Çocukların yalan söylemeye başladığı vakit, hikaye anlatımının başladığı vakittir. Görmedikleri şeyler hakkında konuşmaya başlarlar. Harika birşey, olağanüstü bir an. Anne babalar bunu kutlamalı. “Yaşasın! Oğlum yalan söylemeye başladı!” Sorun değil! Kutlama gerektiriyor. Örneğin, çocuğunuz “Anne, tahmin et ne oldu? Eve gelirken bir uzaylıyla tanıştım.” der. Tipik bir anne şöyle cevap verir, “Saçmalamayı bırak.” İdeal bir ebeveyn ise şöyle cevap veren kişidir: “Öyle mi? Uzaylı, ha? Nasıl bir görünüyordu? Bir şey söyledi mi? Nerede gördün?” “Ah, şey, süpermarketin önünde.”

Roman yazmak sıradan bir cümleyi diğerine bağlamaktır
Böyle bir diyalog içerisindeyken, çocuk bir sonra söyleyeceği şeyi bulmak zorunda, başlattığı hikaye için sorumlu olur. Ve böylece, bir hikaye oluşur. Tabii ki çocukça bir hikayedir, ama bir sonraki cümleyi düşünmek benim gibi profesyonel bir yazarın yaptığı ile aynı. Özünde hiç farklı değiller. Roland Barthes, Flaubert'in romanları hakkında şöyle demişti: "Flaubert bir roman yazmadı. Sadece bir cümleyi diğerine bağladı. Cümlelerinin arasındaki Eros, Flaubert'in romanının özü bu işte.” Evet, öyle - bir roman aslında bir cümle yazmak ve sonra ilkinin kapsamını bozmadan bir sonraki cümleyi yazmak ve böylece bağlantılar kurmaya devam etmek.

Kafka’nın ilk cümlesi ve o cümleyi haklı çıkarmak
Şu cümleye bakalım: “Gregor Samsa, bir sabah, sıkıntılı rüyalar gördüğü uykusundan uyandığında, kendini yatağında ürkütücü dev bir böceğe dönüşmüş buldu.” Evet, bu Franz Kafka'nin “Dönüşüm”ünün ilk cümlesi. Böyle mazeretsiz bir cümle yazabilmek ve onu haklı çıkarabilmek için devam etmek... Kafka'nın yapıtı, çağdaş edebiyatın bir başyapıtı oldu. Kafka bunu babasına göstermedi. Babasıyla arası iyi değildi. Bu cümleleri kendi kendine yazdı. Eğer babasına gösterseydi, “Oğlum iyice kendini kaybetti.” diye düşünecekti babası.

Sanat kendini kaybetmektir
Sanat biraz kendini kaybetmek demek ve bir sonraki cümleyi haklı çıkarmak - bir çocuğun yaptığından çok da farklı değil. Yeni yalan söylemeye başlamış bir çocuk masalcılıkta ilk adımlarını atıyor. Çocuklar sanat yapar. Yorulmazlar ve yaparken eğlenirler. Birkaç gün önce Jeju Adası'ndaydım. Çocuklar kumsaldayken çoğu suda oynamayı sever. Ama bazıları kumda bol vakit geçirirler, dağlar ve denizler - yok, deniz değil tabii, ama farklı şeyler - insanlar ve köpekler vs. yaparlar. Anne babaları der ki “Dalgalar hepsini sürükleyecek.” Bir diğer deyişle: Nafile. Gerek yok. Ama çocukların umurunda değil. Onlar anın içinde eğleniyorlar ve kumla oynamaya devam ediyorlar. Çocuklar başkası söyledi diye yapmıyor bunu. Müdürleri söylemiyor ya da başka biri, onlar öyle yapıyor.

İşiniz sizi mutlu etmez ama sanat…
Küçükken eminim ki ilkel sanatın zevkini tatmışsınızdır. Öğrencilerime en mutlu hissettikleri an hakkında yazmalarını söylediğimde, çoğu çocukluk döneminde bir sanat deneyimi hakkında yazar. İlk kez piyano çalmayı öğrendikleri veya ilk defa bir arkadaşla dört el çaldıkları, veya arkadaşlarıyla aptalca bir skeç oynadıkları zamanlar örneğin. Ya da eski bir kamerayla çekmiş olduğunuz fotoğrafları bastırdığınız an. Bu tarz deneyimlerden bahsederler. Sizin de böyle bir anınız olmuştur. Böyle bir anda, sanat sizi mutlu eder çünkü işiniz değildir. İşiniz sizi mutlu etmiyor, değil mi? Çoğu zaman zordur.

Yazar olma adına açıklamalar
Sanat para için yapılmaz
Fransız yazar Michel Tournier'in ünlü bir sözü var. Muzip bir şey aslında. “Çalışmak insanın doğasına aykırı. Bizi yorması bunun kanıtı.” Değil mi? Çalışmak doğamızda olsa niye bizi yorsun? Eğlence bizi yormuyor. Bütün gece eğlenebiliriz. Eğer bütün gece çalışacaksak, fazla mesai almalıyız. Neden? Çünkü yorucu ve kendimizi bitkin hissederiz. Ama çocuklar, çoğu zaman sanatı eğlence için yaparlar. Eğlencedir. Bir müşteriye satmak için çizmezler, ya da aile için para kazanmak için piyano çalmazlar. Tabii bunu yapmak zorunda olan çocuklar vardı. Bu centilmeni tanıyorsunuz, değil mi? Ailesine destek olmak için Avrupa'da tura çıkması gerekiyordu -- Wolfgang Amadeus Mozart -- ama bu yüzyıllar önceydi, bu yüzden onu istisna sayabiliriz. Maalesef, bir noktada sanatımız - bu neşeli meşgale - biter. Çocuklar derse, okula gitmelidirler, ödevlerini yapmalıdırlar ve tabii ki piyano ve bale dersleri alırlar, ama artık eğlenceli değildir. Yapmanız söylenir ve artık rekabet vardır. Nasıl eğlenceli olabilir ki? İlkokuldaysanız ve hala duvara resim yapıyorsanız, kesinlikle anneniz size kızacaktır. Hem, yaşlandıkça bir sanatçı gibi davranırsanız, gittikçe daha fazla baskı altında kalırsınız -- insanlar davranışlarınızı sorgular ve düzgün davranmanızı ister.

Resim yapamayabilirsin ama mutlaka başka bir yeteneğin vardır
İşte benim hikayem: 8. sınıftaydım ve Gyeongbokgung'da okulda bir çizim yarışmasına katıldım. Çok uğraşıyordum ve öğretmenim geldi ve sordu, “Ne yapıyorsun?” “Özenle çiziyorum,” dedim. “Neden sadece siyah kullanıyorsun?” Gerçekten de, defterimi hevesle siyaha boyuyordum. Açıkladım, “Karanlık bir gece ve karga bir dalın üstüne tünemiş.” Ve öğretmen dedi ki, “Gerçekten mi? Peki, Young-ha, çizimde iyi olmayabilirsin ama hikaye anlatısında yeteneklisin.” Ben, böyle demiş olmasını dilerdim. “Şimdi görürsün, yaramaz seni!” asıl cevaptı. “Görürsün sen!” dedi. Sarayı, Gyeonghoeru vs. boyamak gerekiyordu, ama ben herşeyi siyaha boyamıştım, öğretmen de beni gruptan ayırdı. Bir sürü kız da vardı orada ve ben tamamen korkmuştum.

Hikaye uydurmakta yetenekliydim
Hiçbir açıklamam ve özürüm duyulmadı ve başım dertteydi. Eğer ideal bir öğretmen olsa, daha önce dediğim gibi cevap verirdi, “Young-ha'nın çizime yeteneği yok belki, ama hikaye uydurmada yetenekli.” ve beni desteklerdi. Ama böyle öğretmenler çok nadir bulunur. Daha sonra büyüdüm ve Avrupa'nın galerilerine gittim -- üniversite öğrencisiyken -- ve büyük bir haksızlık olduğunu düşündüm. Bakın ne buldum.
Ben cezalandırılırken ve sarayın önünde çizimim ağzımda dururken, bunun gibi yapıtlar Basel'de asılıydı. Bakın şuna. Duvar kağıdı gibi görünmüyor mu? Çağdaş sanat, sonradan öğrendim ki, benimki gibi zayıf bir hikaye ile açıklanmıyor. Kargadan bahsedilmiyor. Çoğu yapıtın ismi yok. İsimsiz. Her neyse, 20. yüzyılda çağdaş sanat tuhaf birşey yapmak ve boşluğu açıklama ve yorumlama ile doldurmak demek -- ki benim yaptığım da buydu. Tabii, benim yapıtım çok amatördü, ama daha ünlü örneklere geçelim.

Ünlü ressam Picasso ve onun sıradışı eseri.
Picasso: Gördüğümü değil, düşündüğümü çizerim
Picasso bir tablosunda bisiklet gidonunu seleye ekleyip, ona “Boğa Kafası” adını verdi. İkna edici değil mi? Hemen yanda, yan koyulmuş “Çeşme” isimli bir pisuar. Duchamp'tı. Açıklama ile tuhaf eylemin arasını hikayelerle kapatmak -- işte çağdaş sanat tam da bunu yapıyordu. Picasso'nun bir açıklaması bile var, “Gördüğümü değil, düşündüğümü çizerim.” Evet, bu demek ki benim Gyeonghoeru'yu çizmeme gerek yoktu. Keşke o zaman Picasso'nun ne dediğini bilseydim, öğretmenle daha iyi tartışabilirdim. Maalesef, içimizdeki küçük sanatçı sanatın baskıcıları ile savaşamadan boğuluyor. Kilitleniyorlar. Bu bizim trajedimiz.

Çocukken içindeki sanat yeteneği ölen çocuklar büyünce ne yapar?
Peki içimizdeki küçük sanatçı kilitlendiğinde, kovulduğunda, hatta öldürüldüğünde ne oluyor? Sanatsal arzumuz gitmiyor. Kendimizi ifade etmek, ortaya koymak istiyoruz, ama bu sanatsal arzu ölü sanatçıyla çok daha karanlık bir formda ortaya çıkıyor. Karaoke barlarında hep "She's Gone" ya da "Hotel California" söyleyen insanlar vardır, gitar pasajlarını taklid eden. Genelde berbattırlar. Gerçekten berbat. Bazıları bunun gibi rockçı olur. Bazıları da gece klüblerinde danseder. Hikaye anlatmayı sevebilecek insanlar da bütün gece internette geyik yaparlar. Yazma yeteneği kendini bu şekilde belli ediyor karanlık tarafta.

Sanat dürtüsü yok edilmez ama bastırılır
Bazen çocuklarından daha heyecanlı babalar görürüz: lego ile oynarlar veya plastik bir robot yaparlar. "Sakın elleme, baban senin için yapacak." derler. Çocuk ilgisini çoktan yitirmiştir ve başka bir şeyle uğraşıyordur, ama baba kaleler yapar sadece. Bu gösteriyor ki içimizdeki sanat dürtüsü yok edilmemiş, sadece bastırılmış. Ama bazen kendilerini negatif bir şekilde de belli ederler, kıskançlık olarak. Şu şarkıyı biliyor musunuz "Televizyonda olmak isterdim"? Neden isterdik? Televizyon bizim yapmak isteyip yapamadıklarımızı yapan insanlarla dolu. Dans ediyorlar, rol yapıyorlar - ve yaptıkça övülüyorlar. Ve biz de onları kıskanmaya başlıyoruz. Kumandalı diktatörler oluyoruz ve televizyondaki herkesi eleştirmeye başlıyoruz. “Hiç de rol yapamıyor.” “Buna şarkı söylemek mi diyorsun? Notaları tutturamıyor.” Kolayca söyleyebiliyoruz böyle şeyleri. Kıskanıyoruz, kötü insanlar olduğumuzdan değil, ama içimizde kilitlenmiş bir sanatçı olduğundan. Ben böyle düşünüyorum.

Televizyonu kapa ve hemen kendi sanatını yap!
Peki ne yapmalıyız? Evet, doğru. Şimdi, hemen kendi sanatımızı yapmaya başlamalıyız. Şu anda, televizyonu kapatabiliriz, internetten çıkabiliriz ve kalkıp bir şey yapmaya başlayabiliriz. Öğretmenlik yaptığım tiyatro okulunda, Sahne Etkinlikleri adlı bir ders var. Bu derste, öğrenciler birer tiyatro oyunu sahnelemeli. Fakat, oyunculuk öğrencileri rol yapmamalı. Onlar oyunu yazabilir örneğin ve yazarlar sahne tasarımını yapabilir. Aynı şekilde sahne tasarımı öğrencileri oyunculuk yaparlar ve bu şekilde bir oyun sahnelerler. Önce öğrenciler merak ederler acaba gerçekten yapabilirler mi bunu, ama sonra çok eğlenirler. Bir oyun sahnelerken mutsuz olan çok az insan gördüm. Okulda, orduda veya hatta bir akıl hastanesinde, bir kere insanlarla başladığınızda, hepsi zevk alır. Bunu orduda gördüm -- birçok kişi oyun sahnelerken eğlendi.

Deli gibi yazmalısınız!
Başka bir deneyimim daha var: Yazarlık dersinde öğrencilere özel bir ödev veriyorum. Sizin gibi öğrencilerim var derste -- çoğu yazarlık okumuyor. Bazıları sanat ya da müzik okuyor ve yazamadıklarını düşünüyor. Onlara boş bir kağıt ve bir konu veriyorum. Basit bir konu olabilir: Çocukluğunuzdaki en talihsiz deneyim hakkında yazın. Tek bir koşul var: Deli gibi yazmalısınız. Deli gibi! Aralarında yürürüm ve onları teşvik ederim, "Haydi, haydi!" Bir iki saat kadar deli gibi yazmak zorundalar. Sadece ilk beş dakika boyunca düşünebilirler.

Yazarken kusur bulan şeytanın vesveselerinden kurtulmak
Onlara deli gibi yazdırtmamın sebebi yavaş yazdığınızda bir sürü düşünce geçer aklınızdan ve sanatçı şeytan belirir. Bu şeytan size neden yazmamanız gerektiği hakkında yüzlerce sebep gösterir: “İnsanlar sana gülecek. Bu iyi bir yazı değil! Nasıl bir cümle bu? El yazına bir bak!” Bir çok şey söylecek. Hızlı koşmalısınız ki şeytan sizi yakalayamasın. Derste gördüğüm en iyi yazılar uzun teslim tarihi olanlar değil, 40-60 dakika boyunca önümde kurşun kalemle çılgınca yazan öğrencilerin yazdıkları. Öğrenciler bir çeşit transa geçerler. 30 ya da 40 dakikadan sonra ne yazdıklarını bilmeden yazarlar. Ve tam bu anda, kusur bulan şeytan kaybolur.

Çevreniz sizi yazar olmanız için engelleyecek
Şunu diyebilirim: Bizi sanatçı yapan sanatçı olmamız için gerekli olan bu tek nedendir, sanatçı olmamamız için bulduğumuz yüzlerce neden değil. Neden bir şeyi olamadığımız önemli değildir. Çoğu sanatçı, bu tek nedenden dolayı sanatçı olmuştur. Kalbimizdeki şeytanı uyutup sanatımıza başladığımızda düşmanlarımız dışarıda belirir. Çoğu zaman anne babamızın suratlarına sahiptirler. Bazen eşimiz gibi görünürler, ama aslında ne eşimiz ne de anne babamızdır. Onlar şeytandır. Şeytan. Dünyaya dönüşmüş şekilde kısa süreli gelirler, sırf sizin sanatçı olmanızı engellemek için.

Sanat için neden gerekmez, esas sanattır
Ve sihirli bir soruları vardır. Biz “Sanırım oyunculuğu deneyeceğim. Yakında bir tiyatro okulu var” ya da “İtalyanca şarkılar öğrenmek istiyorum” dediğimizde, onlar “Öyle mi? Bir oyun mu? Ne için?” diye sorar. Sihirli sorudur bu: “Ne için?” Ama sanat hiçbir şey için değildir. Sanat esas amaçtır. Ruhumuzu kurtarır ve mutlu yaşamamızı sağlar. Kendimizi ifade etmemize yardım eder ve alkol ve uyuşturucunun yardımı olmadan mutlu olmamızı sağlar. Böyle pratik bir soruya cevap olarak, cesur olmak zorundayız. “Sadece eğlencesine. Kusura bakma sensiz eğleneceğim için" demelisiniz. “Yine de gidip yapacağım.” İdeal gelecekte hepimizi farklı kimliklerle hayal ediyorum, bu kimliklerden en az bir tanesi sanatçı olacak.

Kral Lear: Kim olduğumu bana kim söyleyebilir?
Bir kere New York'tayken taksiye bindim, arka koltuğa oturdum ve önde bir oyunla ilgili bir şey gördüm. Şöföre sordum, “Bu ne?” diye. Kendi profili olduğunu söyledi. “Peki nesin sen?” diye sorunca, “Oyuncuyum” dedi. Taksi şöförü ve oyuncu idi. “Hangi rolleri oynuyorsun genelde” diye sordum. Gururla Kral Lear'i oynadığını söyledi. Kral Lear. “Kim olduğumu bana kim söyleyebilir?” Kral Lear'den harika bir dize. Benim hayal ettiğim dünya bu işte. Birisi gün içinde golfçü, akşamları yazardır. Ya da taksi şöförü ve aktör, bankacı ve ressam, gizlice veya açıkça sanatlarıyla uğraşan.

Muhteşem bir sanatçı olmak için: Sadece yapın!
1990'da, Martha Graham, modern dansın ustası, Kore'ye geldi. Harika sanatçı, o zamanlar 90 yaşlarında, Gimpo Havaalanı'na geldi ve bir muhabir ona tipik bir soru sordu: “Muhteşem bir dansçı olmak için ne yapmak gerek? Hevesli Koreli dansçılar için bir öğüdünüz var mı?” Kendisi bir ustaydı. Bu fotoğraf 1948'de çekilmişti ve daha o zaman şöhretli bir sanatçıydı. 1990 yılında, bu soru soruldu ona. Ve o, şu şekilde cevap verdi: “Sadece yapın.” Vay be. Duygulanmıştım. Sadece bu üç kelime ve havaalanını terketti. Bu kadar. Peki şimdi ne yapmalıyız? Sanatçı olalım, hemen şimdi. Hemen şimdi. Nasıl mı? Sadece yapın!

0 yorum:

Yorum Gönder

BlogOkulu Gadgets