13 Eylül 2013 Cuma

Harika bir hikayeye götüren ipuçları

İzleyicinin/okuyucunun hikaye anlatıcısından beklentilerine değinen film yapımcısı Andrew Stanton (Oyuncak Hikayesi, WALL-E) “Seyirci/okuyucu parçaları kendi birleştirmek, duygusal, mantıksal, estetik olarak da merak etmek ister” dedi. 

Andrew Stanton hikaye anlatma üzerine TED Talks’ta yaptığı konuşmada meslek yaşamı boyunca edindiği tecrübeleri paylaşıyor. Videodan alınan kısımlar yazı olarak verilmiştir, daha fazlası için lütfen yazının sonundaki videoyu izleyin.
Hikaye anlatmak fıkra anlatmaktır. Vurucu noktasını bilmektir, sonunu bilmek, ilk cümleden sonuncuya kadar tüm anlattıklarının tek bir amaca hizmet ettiğini ve ideal durumda insan olarak kim olduğumuz anlayışını derinleştiren bir gerçeği doğrulamaktır. Hepimiz hikayeleri severiz. Onlar için yaratılmışız. Hikayeler kim olduğumuzu doğrular. Hepimiz yaşamlarımızın bir amacı olduğuna inanmak isteriz. Ve hiçbir şey bizi hikayelerin yaptığı kadar yaşamamızın bir amacı olduğuna inandıramaz. Onlar zamanın sınırlarını aşarlar, geçmişi, şimdiyi ve geleceği ve bizim gerçek ya da hayal ürünü kahramanlarla kendi aramızda benzerlikler bulmamıza izin verirler.

Merak etmemi sağla!
Çocuk programı sunucusu Bay Rogers bir sosyal hizmetler çalışanından duyduğu şu sözü her zaman cebinde taşırdı: "Açıkçası, dünyada hikayesini duyduktan sonra sevmeyi öğrenemeyeceğiniz insan yoktur.". Benim bunu yorumlama şeklim büyük olasılıkla en önemli hikaye anlatma kuralı: "Merak etmemi sağla, lütfen, duygusal olarak, mantıksal olarak, estetik olarak sadece merak etmemi sağla". Hepimiz önemsememenin ne olduğunu biliriz. Yüzlerce televizyon kanalı arasından bir kanaldan diğerine atlarsınız, ve sonunda birisinde durursunuz. Programın yarısı bitmiştir, ama bir şey sizi içine çeker ve merak edersiniz. Bu şans eseri değildir, öyle tasarlanmıştır.

Hikaye bir vatte bulunur
Tüm iyi hikayelerin başlangıçta size bir vaatte bulunmaları gerekir. Bunu sayısız şekilde yapabilirsiniz. Bazen "Evvel zaman içinde..." kadar basit. Carter'ın bu kitaplarında her zaman Edgar Rice Burroughs anlatıcı olarak yer alır. Ben her zaman bunun harika bir araç olduğuna inandım. Sanki birisinin sizi bir kamp ateşinin etrafına çağırması, ya da barda birisinin "Gel, sana bir hikaye anlatayım. Benim değil başka birisinin başına geldi, ama vaktine değer." demesi gibi. İyi bir vaat tıpkı bir sapana tutturulmuş bir çakıl taşı gibi sizi hikayenin başından sonuna kadar sürükler.

Hikaye anlatıcı seyircinin yemeği için çalıştığı gerçeğini saklamalı
Diyalog olmadan hikaye anlatmak. Bu sinematik hikaye anlatımının en saf hali. Bu seçebileceğiniz en kapsamlı yol. Bu gerçekten içime doğan birşeyi doğruladı: seyirci aslında yemeği için çalışmayı ister. Sadece bunu yaptığını bilmek istemez. Bu bir hikaye anlatıcı olarak sizin göreviniz, seyircinin yemeği için çalıştığı gerçeğini saklamak. Biz doğuştan problem çözücüyüz. Çıkarım yapmak ve sonuca varmak zorunda bırakılırız, çünkü gerçek hayatta yaptığımız şey bu. Bu iyi organize olmuş bilgi yoksunluğu bizi içine çeker. Bebeklere ve yavru köpeklere olan ilgimizin arkasında bir neden var. Sadece çok tatlı olduklarından değil; aynı zamanda ne düşündüklerini ve niyetlerinin ne olduğunu tamamen ifade edemedikleri için. Bu bir mıknatıs gibi bizi çeker. Kendimizi bir cümle yi tamamlamaktan ve onun içini doldurmaktan alıkoyamayız.

Parçaları seyirci/okuyucu birleştirmeli
Bu hikaye anlatım aracını ilk defa gerçekten "Nemo'yu Bulmak" filmini Bob Peterson'la yazarken anladım. Buna iki artı ikinin birleştirici teorisi diyoruz. Parçaları seyircinin birleştirmesini sağla. Onlara dördü verme, iki artı ikiyi ver. Onlara verdiğiniz elementler ve bunları veriş sıranız seyircinin ilgisini çekmek için en önemlu unsur. Editörlerler ve senaristler başından beri bilirler. Bizim hikayeye dikkat etmemizi sağlayan bunun görünmez olarak işlenmesi. Bunu kuralları tam olarak belli bir bilim gibi göstermek istemiyorum, çünkü öyle değil. Hikayeleri bu kadar özel yapan da bu, birer alet değiller, kesin değiller. Hikayeler kaçınılmazlar, eğer iyilerse, ancak tahmin edilebilir değiller.

İyi yaratılmış karakterlerin omurgası vardır!
Bu yıl Judith Weston adındaki bir oyunculuk öğretmeniyle bir kurs aldım. Ve karakterin içyüzüne dair bir şey öğrendim. Ona göre bütün iyi yaratılmış karakterlerin bir omurgası var. Ana fikir şu ki, karakterin bir iç motoru var, peşine düştükleri baskın, şuursuz bir amaçları, durduramadıkları bir kaşıntıları var. Michael Carleone'yle ilgili harika bir örnek verdi, "Baba"daki Al Pacino'nun karakterinin omurgası büyük ihtimalle babasını memnun etmekti. Ve bu her zaman bütün seçimlerini yönlendiren birşeydi. Babası öldükten sonra bile, hâlâ bu kaşıntıya son vermeye çalışıyordu. Bunu hemen benimsedim. Wall-E'ninki güzelliği bulmaktı. "Nemo'yu Bulmak"taki baba Marlin'inki zararı engellemekti. Ve Woody'ninki çocuğu için en iyisini yapmaktı. Bu omurgalar sizin her zaman en doğru seçimi yapmanızı sağlamaz. Bazen bunlarla berbat seçimler yapabilirsiniz.

Hikayede değişim esastır
Ben baba olduğum için ve çocuklarımın büyümesini izlediğim için çok şanslıyım, gerçekten inanıyorum ki, belli bir mizaçla doğuyorsunuz ve belli bir yolda ilerliyorsunuz ve bu konuda söz hakkınız yok, bunu değiştirmenin yolu yok. Yapabileceğiniz tek şey onu kabul etmeyi öğrenmek ve sahiplenmek. Bazılarımız pozitif özelliklerle doğmuşuz, bazılarımız negatif. Ama sizi yönlendiren şeyin ne olduğunun farkına varacak ve direksiyonun başına geçecek kadar olgunlaştığınızda, önemli bir eşikten geçilir. Ebeveynler olarak sürekli çocuklarımızın kim olduğunu öğreniyoruz. Onlar, kim olduklarını öğreniyorlar. Siz de hala kim olduğunuzu öğreniyorsunuz. Yani sürekli öğreniyoruz. Bu yüzden hikayede değişim esastır. Eğer olaylar hareketsiz kalırsa, hikayeler ölür, çünkü hayat hiçbir zaman hareketsiz değildir.

William Archer: Drama belirsizlikle çeşnilenmiş beklentidir
1998'de "Oyuncak Hikayesi"ni ve "Bir Böceğin Yaşamını" bitirdiğimde senaryo yazımına kendimi kaptırmıştım. Çok daha iyi olmak ve öğrenebileceğim her şeyi öğrenmek istiyordum. Bu yüzden araştırabileceğim her şeyi araştırdım. Sonunda İngiliz oyun yazarı William Archer'in şu muhteşem sözüyle karşılaştım: "Drama belirsizlikle çeşnilendirilmiş beklentidir." Bu işin tam da özüne inen bir bakış açısı.
Bir hikaye anlatırken beklenti de yaratıyor musunuz? Kısa vadede, beni sonra olacaklar hakkında meraklandırabiliyor musun? Ama daha önemlisi, beni uzun vadede nasıl sonuçlanacağı hakkında meraklandırabiliyor musun? Sonucun ne olacağı hakkında şüphe uyandıran dürüst çatışmalar yaratabildiniz mi?

0 yorum:

Yorum Gönder

BlogOkulu Gadgets