18 Ekim 2013 Cuma

Kim bu anlatıcı?

Kurmacanın en önemli öğesi anlatıcı kim? Nasıl var edilir ve kurmacadaki rolü nedir? Anlatıcı okuyucu tarafından neden yazar ile hep karıştırılır?

Anlatıcı ve yazar ilişkisi
Öykülemeyi anlatmak eylemi ya da anlatının üretimi olarak tanımlarsak, o zaman bize kim ve nasıl anlatıyor sorularını yanıtlamak kalır.
H. de Balzac “Vadideki Zambak” romanının önsözünde şöyle der: “Ben, demek yazar için tehlikelidir. Okur kitlesi sayıca artmasına karşın, bilinçlenme aynı oranda artış göstermez. (...) Bugün bile hala pek çok insan, roman kişilerine verdiği duygular nedeniyle, yazarı suç ortağı yapma gülünçlüğüne düşer. Eğer yazar ‘ben’ diyorsa, hemen hemen herkes onu anlatıcıyla karıştırmak eğilimindedir.”

Balzac'a göre anlatının üç temel öğesi
H. de Balzac anlatının üç temel öğesini çok açık bir biçimde ayırt eder: Kişiler, anlatıcı ve yazar. Eğer başımıza gelen bir olayı yazılı olarak anlatırsak, olayın meydana geldiği uzam ve zamanın dışında kendimizi bir anlatıcı (yani yazan) olarak buluruz. Burada olayı yaşayan ben”le olayı yazan ben”in aynı olduğunu Bu ayrımı yapmak, aslında yazınsal iletişime katılan gerçek kişiler (yazar, okur) ile metinde iletişim kuruyorlarmış izlenimini veren kurmaca kişileri (anlatıcı, dinleyici) birbirine karıştırmamak gerektiğini öğretir. Yazar, etiyle kemiğiyle metnin düzenleyicisi olup metin ile ilgili her türlü sorumluluğu üstlenen kişidir. Anlatının metin-dışı gerçek kişisidir, çünkü yaşadığımız dünyaya aittir. Yapıtta aktarılmayan ve anlatılanlarla hiç ilgisi olmayan özellikleri vardır.

"Ben" her zaman yazarın kendisi değildir!
Öte yandan, anlatıcı, anlatının temel öğelerinden biridir; anlatının bir kesitidir; bir okur tarafından okunduğunda kağıt üzerinde gerçekleşir. Herhangi bir yazar, eserinde “ben” birinci tekil kişi adılını kullandığında, bu “ben” her zaman yazarın kendisi değildir. Günce, anı, mektup gibi edebi türlerin dışında, kurmaca anlatılanlarda kullanılan “ben” bir sözcüdür, bir sestir, bir başka deyişle, öyküyü anlatan kişidir. Soyuttur, dış dünyada hiçbir gerçekliği yoktur, anlatıda kağıt üzerinde kurmaca varlığı geçerlidir. Oysa yazar özel ve toplumsal yaşamı ile somut bir gerçekliktir. Yaşamöyküsel özellikli kurmaca öykülerde, yazar ile anlatıcının öyküleri neredeyse örtüşür. “Neredeyse”, çünkü yazar tüm yaşam öyküsünü yapıtına aktar(a)maz. Bazı anlatılarda ise yazar ile anlatıcı birbirine çok benzer, ama okur bunu çok fark edemeyebilir. Çoğunlukla da yazar ile anlatıcı arasında hiçbir benzerlik yoktur. Yazar kadın, anlatıcı erkek olabilir, ya da tersi.
Genellikle, üç tür yazar-anlatıcı ilişkisinden söz edilebilir:

Yazar ile anlatıcının örtüşmesi
Bu tür bir öykülemede, anlatıcı birinci kişi adılını kullanarak öykülemenin sorumluluğunu kişisel olarak üzerine alır. Bazen öykülenin sorumluluğunu üzerine alan anlatıcı açık bir biçimde yazara göndermede bulunur. J. J. Rousseau “İtiraflar”da, Montaigne “Denemeler”de hem yazar hem anlatıcıdırlar.

“27 Şubat 1954 – Doktor La.’nın telefonu. İşim yoksa bu sabah beraberce CH’ye gideceğiz. La., on birde beni Saint-Germaine’den alacak. Otelden “Aux Deux Magots”ya kadar Paris’in kış sabahı bir masal gibiydi. Dün akşamki tipi, arkasından gelen sulu yağmur... hepsi dinmişti. Yerler cam gibi buz. Fakat herkeste soğuğun kırbaçladığı, yarı puslu havada yine cam gibi parlayan güneşin iyice tuttuğu bir neşe var. Eşya, yol, dükkanların önündeki küçük sergiler, insanların yüzü bu sevinçle aydınlık. Güneş her şeye hafif sarımtırak, şeffaf bir plastik maddeden yaldızlı bir kılıf geçirmiş gibi. Kahvenin önündeki köşkünde gazeteci kadın, bir serçe gibi ötüyor. Hikayesini bana da anlattı: Dün akşam eve giderken müthiş bir düşme kazası geçirmiş, hem olduğu yerden bir iki metre kayarak. Fakat bacağındaki sıyrıkla kurtulmuş. Güneş açtığı, eşyayı böyle, kruasan gibi kızarttığı için, başka zaman olsa şikayet edeceği bu hadiseye gülüyor. O kadar konuşmaya azimli ki gazetelerimi elinden zorla alıyorum. Hakkı da var. Aynı neşe benim içimde de çalkalanıyor. Bir şeyler yapmak istiyorum. Halbuki, olabilecek tek şey, iki gün sonra İstanbul’a dönüşüm.”
A. H. Tanpınar, Yaşadığım Gibi, Dergah yay., İstanbul, s. 242. 
Bu parçada A. H. Tanpınar 27 Şubat 1954 günü Paris sabahını betimliyor, “gazeteci kadın”ın başından geçenleri öykülüyor. Öyküleyen, betimleyen ve anlatan hep aynı kişidir, yazardır.

Yazar ile anlatıcının birbirine karışması 
Okur, bu durumda, hiçbir zaman anlatıcının ne zaman gerçek yazarı ne zaman kurmaca yazarı temsil ettiğini anlayamayabilir. Yazar ile anlatıcının benzerlikleri çeşitli düzeylerde örtüşebilir, o zaman anlatının bir parçası dış gerçekliğe (tarihler, yer adları vb...) bir parçası da tam kurmacaya aittir.
Yazar ile anlatıcının birbirine ne ölçüde karıştığını anlayabilmek için, okurun yazar konusunda çok ayrıntılı bilgilere gereksinimi vardır: yazarın mektupları, güncesi, anıları, söyleşileri, yakınlıklarının tanıklıkları gibi. Batı edebiyat dünyasında bu verileri toplayan, ayrıntılarıyla birleştiren değişik yaşamöyküsel yapıtlar bulunmaktadır. Bu tür yapıtlar kurmaca ile herçek yaşamöyküsü arasında bulunabilecek benzerlikleri ortaya çıkarmada okura yardımcı olmaktadır.
Kurmaca ve yaşamöyküsünün birbirine çok sıkı ilişkilerle bağlandığı karmaşık metinler yanılsama yaratabilmektedir. Bu tür metinlere son yıllarda “kurgusal” ya da “kurmaca” özyaşamöyküsü denmektedir.

Yazar ile anlatıcının farklılaşması 
Bu drumda yazar ile anlatıcı arasında hiçbir benzerlik yoktur; varsa bile okur bunu fark edemez. Buradaki “ben” tamamen kurmacadır. Kurmaca anlatıcı ile yazarın kimliği hiçbir zaman, hiçbir şekilde çakışmaz.
“Dışarı çıktım. Ölümüne başım dönüyordu. Aklım başımda değildi. Koşmaya başladım. ‘Ben o sesi sustururdum.’ Diyordum. Olanlar oldu, susturdum. Susturdum ya kötü bir düşüncem yoktu. Durdu Memet kurtulsun istiyordum ben. İçimde kötülük yoktu. Bir insan öldürdüğümü düşünmüyordum. Şimdi de düşünmüyorum. Sahici bir kadın değildi ki! Sisli bir sesti o yalnız. Bambaşkaydı, bildiğimiz sesler gibi değildi. Kır düşmüş, uzun saçlarından, gencecik yüzünden belliydi. Gerçek olsa, Durdu Memet çağırır da gelmez miydi?”
T. Yücel, “Sisli Ses”, Haney Yaşamalı, s. 152.
Burada “ben” diyen kabadayı katil ile bu “ben”, öyküde yaratan T. Yücel arasında bir benzerlik yoktur. Yazar ne denli gerçekse, “bir insan öldürdüğümü düşünmüyordum” diyen benöyküsel kahraman da o denli imgeseldir.
Öyküyü yöneten/ yönlendiren ve anlatan, yazarın yarattığı kurmaca kişiye anlatıcı, anlatıcının seslendiği kişiye dinleyici denir.
(MEF Okulları internet sitesinden alınmıştır.)

0 yorum:

Yorum Gönder

BlogOkulu Gadgets