24 Mayıs 2014 Cumartesi

Öyküler bizi neden bu kadar çok etkiler?

Pulitzer Ödüllü yazar Willa Cather “Aslına bakarsanız insana ait sadece birkaç değişik öykü var ve bu öyküler çağlar boyunca, sanki daha önce hiç anlatılmamış gibi anlatılmaya devam ediyor.” der…

Öykü yazmak ve öykü inceleme
Gerçekten de öyledir, Antik dönem mitolojilerinden Hollywood’a kadar, bütün öyküler belli başlı birkaç türden oluşur. En karanlık çağlardan bugüne, gelmiş geçmiş tüm kültürler hep aynı öyküleri anlatır. En modern ofislerden en “maço kahvehanelere” kadar her yerde, hepimiz aslında özü aynı olan bu öykülerle heyecanlanır, umutlanır, öfkeleniriz. Bu öykülerden anlam çıkarır, ilham alırız. Bu öyküler bizi birbirimize bağlar.

Peki, nasıl oluyor da, aynı temalar yüzyıllar boyunca tekrarlansa bile eskimiyor? İnsanlar bu öyküleri ilk kez duyuyorlarmış gibi heyecanlanabiliyorlar? Nasıl oluyor da aynı öykü, hem elinden kaçırdığı balonun arkasından ağlayan çocuğa hem de o gün işten çıkarılmış adama teselli olabiliyor?

Çok okunan bir romandan izlenme rekorları kıran bir filme kadar etkilendiğimiz tüm öykülerin sırrı, çok şaşırtıcı konulara sahip olmalarında değil, etkileyici bir formülle yazılmış olmalarında yatar. Yıldız Savaşları’ndan Matrix’e; Avatar’dan Karamazov Kardeşler’e kadar tüm öyküler aynı formüle dayanır.

Howard Gardner’a göre, çağına damgasını vurmuş tüm tarihi kişilikler, öykü anlatmasını bilen, öykülerin gücünü keşfetmiş insanlardı. Bu büyük kişilikler, insanların bu öykülerde kendilerini bulduklarını anlamışlardı. (Leading Minds, An Anatomy of Leadership)

Kahramanın Sonsuz Yolculuğu” kitabında Joseph Campbell, yaşadığımız hayatın her birimiz için özel bir yolculuk olduğunu söyler.

Çok eskiden, tüm hayatını aynı kabile içinde, iyi tanıdığı insanlarla geçiren ve kabile dışına sadece avlanmak için çıkan ilk insan bu avcılığı sırasında tehlikelerle dolu, bilinmeyene doğru “maceralı” bir yolculuk yapıyordu. O dönemin insanları bu yolculukta türlü engeller ve zorluklarla karşılaşıyorlardı. Her avlanma sırasında hayatlarını tehlikeye atıyorlardı. Amaç kabilenin hayatta kalması için yiyecek sağlamaktı. Bu fevkalade ciddi ve tehlikeli yolculuğun ödülü hem yiyeceğe kavuşmak hem de kabiledeki herkesin takdirini kazanmaktı. Kadınlar en iyi avlanan, en güçlü erkeğin eşi olmak isterlerdi.

Bugünkü hayatlarımız ne kadar medeni olursa olsun, düşünce ve davranışlarımız ne kadar ince olursa olsun, ne kadar gelişmiş olursak olalım genetik kodlarımız ilk insanınkiyle yüzde yüz aynıdır. Bugün, gücün göstergesi, en yırtıcı hayvanı öldürmek değil elbette ama güç sahibi olmanın özü hep aynı kaldı. İlk insandan bugüne “güçlü erkek” portresinin pek de değiştiğini söylemek mümkün değil sanırım.

Günümüzde yaz tatilinde yamaç paraşütü yapan genç adam da aslında, sıradan ve güvenli bir dünyadan, tehlikelerle dolu bir dünyaya gidip geri döner. Bugün maceraya meraklı olanların yaptıkları tehlikeli yolculuklar bize ilk insanın yaşadığı tehlikeli yolculukları hatırlatır.

İster avcı toplayıcı kabilelerde olsun isterse günümüzün kentlerinde, bilinen ve güvenli olandan bilinmeyene yaptığımız yolculuklar bizi geliştirir ve büyütür. Bir gencin ailesinden uzaklaşarak dış dünyayı tanıması, tehlikelerle baş etmeyi öğrenmesi onun büyümesinin ön koşuludur. Evden uzaklaşmadan, yolculuk yapmadan büyümek mümkün değildir. Biz kişisel gelişimimizi bu yolculuklar sayesinde gerçekleştiririz. Bu yolculuklar bizi büyütür.

Biz öyküleri ilham almak için dinleriz. Başkalarının yolculuğundan kendimize pay çıkarmak için dinleriz. Antik mitolojiden Hollywood’a kadar anlatılan her öykünün amacı ve aynı zamanda sihri, hayat yolculuğuna ışık tutacak, ilham verecek ipuçlarını söze dökmektir.

Sihirli öyküler iki temel üzerine kuruludur: Düzen ve kaos
Düzen “kabilenin” kendi bölgesidir. Burası alışık olduğumuz, kendimizi güvende hissettiğimiz her günkü yaşamımızdır. Huzur ve ahengin, belirlenmiş sınırların hüküm sürdüğü “bildiğimiz” yaşam alanımızdır. Günlük hayatımız, sürprizleri ve heyecanı olmayan bir olağanlık içinde sürer gider. Bizim düzene ihtiyacımız vardır, çünkü sürekli heyecan ve değişim içinde bir hayat yaşayamayız.

Kabilenin “avlandığı” tehlikelerle dolu alan ise Kaosun hüküm sürdüğü bir alandır. Kendimizi güvende hissettiğimiz konfor alanının dışına çıkınca, zor ve karmaşık durumlarla karşılaşırız. Burası tehlikelerle dolu, bilinmeyenin hâkimiyetinde olan, “gölgeli”, kötü güçlerin her an karşımıza çıkabileceği “emniyetsiz” bir alandır. Burası korku ve endişe dolu bir yerdir. Buradayken başımıza ne geleceğini bilemeyiz.

Fakat ne var ki, canlanmanın ve değişimin kaynağı da burasıdır. Eğer buradaki zorlukları ve tehlikeleri aşıp yolculuğu başarıyla bitirebilirsek, hayatımızda bir üst seviyeye çıkarız. Ve bu seviyede artık biz, eski biz olmayız. Bilinmeyene yaptığımız yolculuk bizi büyütmüş, olgunlaştırmıştır.

Bilinmeyene yaptığımız yolculuklar, verdiğimiz mücadeleler, öykülerin omurgasını oluşturur. Kahraman, her şeyin yolunda gittiği olağan bir hayattan bilinmeyene doğru bir yolculuk yapar ve sonunda girdiği mücadelenin ödülünü almış olarak eve geri döner: Yeni bir dengeye, huzur ve ahenge kavuşur. Bu yolculuğun sonunda kahraman güç kazanır, büyür ve olgunlaşır.Bütün büyük öyküler hayatın amacını yani büyümeyi ve olgunlaşmayı anlatır.

Etkileri çağlar ötesine taşan ölümsüz efsanelerden en basit Hollywood filmine kadar tüm öykülerin omurgası aynıdır. Çünkü bu öyküler, ilkel insandan günümüzün en entelektüel tüketicisine kadar insanın değişmeyen doğasını anlatır. Hayatın anlamı ve kendimize sorduğumuz soruların cevapları bu öykülerde gizlidir.

Bizim her gün “evlerimizden” çıkıp, rekabet ve mücadelelerle dolu dış dünyaya yaptığımız günlük yolculuklar da aynı özellikleri taşır. Bu nedenle kendi günlük deneyimlerimizden aktaracağımız öyküler de –iyi anlatılırsa- dinleyenleri kalplerinden yakalama ve harekete geçirme gücüne sahiptir.

Eğer etkili bir iletişim kurmak istiyorsak soyut kavramlar yerine kendi yolculuğumuzu yansıtan öyküler anlatmalıyız. Bu öyküler, hayatın doğasında var olan ve kendi karşılaştığımız zorlukları anlatan, bizim insan olarak zayıflıklarımızı ve yanılgılarımızı da gizlemeyen sahici öyküler olmalıdır.

Eğer içten anlatılırsa bu öykülerin müthiş bir etki gücü vardır.Siz de denemek ister misiniz?
------------------------------------------------------------------------------------------------------
Temel Aksoy'un öykü ve edebiyat ile ilgili diğer yazılarını aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder

BlogOkulu Gadgets