3 Mart 2013 Pazar

Borges ve Roman Uzerine

Öykü alanında çığır açan Jorge Luis Borges neden roman yazmadı? Borges'in roman konusundaki düşünceleri neydi? Bu yazı bir sırrı anlama çabasıdır.

Borges öyküyü tercih etti ama roman yazmadı.
Öykü ve roman arasındaki ilişki ya da ilişkisizlik edebiyatın en temel gizemlerinden biridir. Geçmişte birçok değerli yazarın başarılı eserler verdiği öykü şimdilerde sadece tutkunlarının yazdığı ve okuduğu bir edebiyat dalı. Roman ise adeta krallığını ilan etmiş ve kalabalıkların beğenisini kazanan pop şarkıcıları gibi caka satıyor. O kadar ki özellikle ülkemizde yayınevleri öykü yazarı olmaya niyetlenen gençlerin dosyalarını geri çevirip onlara roman yazmasın öğütlüyor.

Borges'in roman eleştirisi izinden
Şimdi ve geçmişte büyük eserler vermiş hatta öyküde kendi alanını, tarzını yaratmış olan Jorge Luis Borges, roman yazmamış kendini öykü yazarı olarak tanımlamıştır. Borges gibi -abartı olmazsa- “dahi” olarak nitelendirebileceğimiz bir yazarın neden roman yazmadığı okurlar tarafından merak edilen bir gizem olarak kalmıştır. Bu konuda kendimce yaptığım araştırmada (okurumuz Cem Kaçar’ın önerisiyle) Borges’in bir açıklamasına rastlayamadım. Birçok kaynakta 1935'te yazdığı hayali bir romanı eleştirdiği “Al-Motasim'e Bir Bakış” isimli öykü yazdığı yer alıyordu fakat ayrıntıya yer vermiyordu. Daha sonra 1941 yılında öykülerini topladığı Yolları Çatallanan Bahçe adlı kitabında aynı adla yer alan öyküsünde roman ile ilgili ilginç tespitlerin yer aldığını gördüm.

Roman yetersiz mi?
Öyküden aldığım pasajlardan kendimce çıkardığım yorum Borges’in hayatın çok yönlülüğünün roman gibi kurgu eserlerde güdük kalacağı düşüncesine sahip olduğudur. Batı tarzına uymayan ve roman gibi tek düze bir çizgide değil çatallı bir yol izleyen sıra dışı ve eşi olmayan bir roman üzerinden fikirlerini açıklayan Borges, zamanın, olasılıkların romanın dar kabına sığamayacağını vurguluyor. Kanımca öyküye yönelmesinin sebebi olarak da bunu görüyorum. Belki de ben yanılıyorumdur, Borges’in yazdıklarına bakarak yetersiz bir niyet okuma çabası da olabilir. Bir de siz okuyun, yorumlayın, hep beraber bulmaya çalışalım.

Yolları Çatallanan Bahçe öyküsünden alıntılar
“Simgelerden kurulu bir labirent,” diye düzeltti. “Gözle görülmez bir zaman labirenti. Bu sırrın çözümü bana, barbar bir İngilize layık görüldü. Aradan yüzyıldan uzun bir süre geçtiği için ayrıntıları yerli yerine oturtmak imkansız; ama olup biteni kestirmek zor değil. Ts’ui Pen birden bire; kitabı yazmaktan vazgeçiyorum demiş olmalı. Başka bir keresinde de; bir labirent kurmaktan vazgeçiyorum demiştir. Herkes bunların iki ayrı eser olduğunu sanıyordu; kitapla labirentin tek ve aynı şey olduğu hiç kimsenin aklına gelmemiş. Duru Yalnızlığın Köşkü, belki de yolları son derece karmaşık bir bahçenin tam ortasında duruyordu; bu durum mirasçılara gerçek bir labirentin varlığını düşündürmüş olabilir. Ts’ui Pen öldü; sahibi olduğu o uçsuz bucaksız topraklarda yaşayan hiç kimse bir labirente rastlamadı; romandaki karışıklıkların bana labirentin romanın kendisi olduğunu düşündürdü. İki ipucu meselenin doğru çözümünü buldurdu bana. Biri: Ts’ui Pen’in gerçek anlamıyla sonsuz bir labirent yaratacağı yolundaki garip söylenti. Öteki: ele geçirdiğim bir mektubun parçası.”



Zihnim böyle karmaşıkken Oxfort’dan sizin de gözden geçirdiğiniz el yazması geldi. O cümle de dikkatimi çekmişti elbet: Yolları çatallanan bahçemi çeşitli geleceklere (hepsine değil) bırakıyorum.  Daha ilk bakışta anladım: ‘Yolları çatallanan bahçe’, o karmaşık romandı; çeşitli geleceklere (hepsine değil) sözü çatallanmanın uzamda değil zamanda olduğunu düşündürdü. Eseri iyice bir okuyunca bu kuramım doğrulandı. Bütün kurgusal eserlerde, kişi birden fazla seçeneklerle karşılaştığında bir tekini seçer ve ötekilerden vazgeçer; Ts’ui Pen’in kurgusal eserindeyse yazar - aynı anda- hepsini birden seçiyordu. Yazar böylelikle kendileri de çoğalıp çatallanan çok sayıda gelecek, çok sayıda zaman da yaratıyordu. Romandaki çelişkilerin açıklaması bu işte. Diyelim ki Fang diye birinin bildiği bir sır var; bir yabancı çalıyor kapısını; Fang araya giren bu adamı öldürebilir, araya giren adam Fang’ı öldürebilir, ikisi de kaçıp kurtulabilir, ikisi de ölebilir falan filan. Ts’ui Pan’in eserinde akla gelebilecek bütün çözümler içerilmiş; her biride başka çatallanmalar için birer çıkış noktası. Bazen, bu labirentin yolları kavuşur; örneğin, siz bu eve geldiniz; olası geçmişlerden birinde düşmanımsınız, bir başkasında dostum. Düzelmek bilmeyen Çincemin kusuruna bakmazsanız birkaç sayfa okuyalım.”



“Şanlı atanızın bu çeşitlemeleri boşu boşuna kurcaladığını sanmam. On üç yılını bıkıp usanmadan bir retorik oyunu kurmaya adaması akla yakın gelmiyor. Sizin ülkenizde roman, edebiyatın dallarından biridir; Ts’ui Pen son derece usta bir romancı ama aynı zamanda da kendini yalnızca romancı olarak görmeyen bir edebiyat adamıydı. Çağdaşlarının tanıklığı onun metafizik ve mistik ilgileri olduğunu gösteriyor- yaşamı da bunun bütünüyle doğrular nitelikte. Romanın büyük bölümü felsefi tartışmalarla dolu. Karşısına çıkan bütün meseleler arasında, zamanın bir uçurumu andıran sonsuzluğu kadar kafasını uğraştıran hiçbir mesele olmadığını biliyorum. Oysa Yolları Çatallanan Bahçe’nin sayfalarında karşımıza çıkmayan tek mesele bu. Zaman sözünü bile kullanmıyor. Bu sözcükten bile bile vazgeçmesini nasıl açıklıyorsunuz?”
            Çeşitli açıklamalar önerdim -hepside doyurucu olmaktan uzaktı.- Bunlar üzerinde tartıştık. Stephen Albert dedi ki:
            “Doğru cevabı satranç olan bir bilmecede geçmeyen tek sözcük hangisidir?”
             Bir an düşündükten sonra cevap verdim: “satranç sözcüğü!”
            “Tam üstüne bastınız,” dedi Albert. “Yolları Çatallanan Bahçe konusu zaman olan uçsuz bucaksız bir bilmece ya da mesel; bu çok gizli nedenden ötürü zaman sözcüğü geçmiyor. Bir sözcüğü hiç kullanmama, onun yerine yetersiz benzetmeler ve dolambaçlı anlatım yollarına başvurmak, onu vurgulamanın belki de en etkili yoludur. İmalarla  yazan Ts’ui  Pen’in bitip tükenmez romanının dolambaçlarında yeğlenen dolaylı  yöntem de budur işte.

Yolları Çatallanan Bahçe öyküsünün tamamı

Anton Çehov roman yerine öyküyü tercih etti
Anton Çehov
Ya Çehov!
Yeri gelmişken romana bulaşmayan diğer bir öykü ustasından Anton Çehov’dan alıntı yapalım. Acaba Çehov neden romana yönelmedi. Çehov’un sözlerinden kısa da olsa roman ve öykü arasındaki tercihi neden yaptığını anlayalım.
“Kaleme alınan konular, ‘sade’ olmalı. Piyer Semenovi, Maira İvanovna ile nasıl evlendi gibi... Hem sonra, yok psikoloji tahlilleri, yok hikâye, yok bilmem ne imiş! Bunlar hep özenti... Hatırınıza ilk gelen başlığı koyun, kılı kırk yarmayın, tırnak, çizgi gibi işaretleri çok az kullanmaya bakın, gösteriştir bu. Benim işim anlatmaktır. Ancak, onu başarabilirim.”

Çehov roman ve öykü arasındaki ayrımda pencereyi sınır çizgisi kabul eder. Der ki; “Bir evin önünden geçerken pencereden gördüğünüz manzara öyküdür, ama durup başınızı içeri soktuğunuz an roman başlar.”

0 yorum:

Yorum Gönder

BlogOkulu Gadgets