Elif Şafak TED konuşmasında yaratıcı yazarlık kurslarında öğrencilere verilen “Bildiğiniz şeyi yazın” öğüdünün yanlış olduğunu bunun yerine “Hissettiğiniz şeyi yazın” denmesi gerektiğini söyledi.
Şafak: Bildiğini yazmak iyi bir başlangıç olmayabilir
Elif Şafak, konuşmanın son kısmında ne yazılması gerektiğine ilişkin açıklamalarında yazarın bildiğini değil hissettiğini yazması gerektiğine vurgu yapıyor. Bunun nedeni olarak da yazarın kültürel çemberinin dışına çıkarak farklı dünyaları ve insanları tanımasını, kendi kültürel alanında (önyargılarla) belirsizlik olarak algılanan diğer kültürleri - insanları anlatarak birleştirici bir işlevi olması gerektiğini vurguluyor.
Elif Şafak konuya ilişkin şunları söylüyor: Audre Lorde, beyaz babalar bize “Düşünüyorum öyleyse varım” demeyi öğrettiler demişti. Ama onun önerisi “Hissediyorum öyleyse özgürüm” diyebilmekti. Ben bunun harika bir paradigma kayması olduğunu düşünüyorum. Ama o zaman neden hala yaratıcı yazarlık kurslarında öğrencilere öğrettiğimiz ilk şey şu oluyor: Bildiğiniz şeyi yazın. Belki de bu başlamak için doğru bir yol değildir. Yaratıcı edebiyatta illa bildiğimiz şeyi ya da olduğumuz şeyi yazmamız gerekmiyor. Gençlere ve kendimize kalplerimizi genişletmeyi ve hissetiklerimizi yazmayı öğretmemiz gerekiyor. Kendi küçük kültürel gettomuzdan dışarıya çıkmalı ve gidip bir sonrakini ziyaret etmeliyiz.
Elif Şafak’ın TED konuşmasına dair bazı notlar ve videosu
Kültürel kozamız ruhunuzu kurutabilir!
Hepimiz sosyal ve kültürel bir çeşit çemberin içinde yaşıyoruz. Belli bir aileye, ulusa, sınıflara bağlı olarak doğuyoruz. Ama kanıksadığımız ortamın ardındaki dünyalarla herhangi bir bağlantımız olmasa o zaman bizim de içten içe kuruma riskimiz var. Hayal gücümüz daralabilir. Kalplerimiz küçülebilir. İnsanlığımız azalabilir. Eğer kendi kültürel kozamızın içinde çok uzun süre kalırsak, arkadaşlarımız, komşularımız, iş arkadaşlarımız ve ailemiz, şayet en yakın çemberin içindeki herkes birbirine benziyorsa, aynadaki görüntümüzle kuşatılmışız demektir.
Hikayeler bizi birleştiriyor
Dünyanın her yerinde benzerliklerden ve ayrılıklardan hareketle kümelenme ve daha sonra da diğer insan kümeleri hakkında önyargılar üretme eğilimindeyiz. Benim fikrime göre bu kültürel gettoları aşmanın yollarından biri hikaye anlatma sanatıdır. Hikayeler sınırları yıkamaz ama mantık duvarlarınızda küçük delikler açabilir. Bu deliklerden bakarak ötekileri görebilir, hatta zaman zaman gördüklerimizi sevebiliriz.
Ölüm ve yıkımla yüzleştiğimizde dünyevi farklılıklarımız buharlaşır. Ben her zaman hikayelerin de benzer etkisi olduğuna inanmışımdır. İyi bir roman okuduğunuzda kendi küçük apartman dairelerimizi arkada bırakıp daha önce hiçbir araya gelmediğimiz hatta ön yargılı olduğumuz kişileri tanımak için tek başımıza geceye dalarız.
Neden İngilizce roman yazıyorum?
Diller arasında seyahat etmek bana kendimi yeniden yaratma şansı veriyor. Türkçe yazmayı çok seviyorum, bana göre çok şiirsel ve duygusal bir dil. Aynı zamanda İngilizce de yazmayı seviyorum; benim için matematiksel ve zihinsel. Yani her bir dille farklı bağlarım olduğunu hissediyorum.
- Hikayeleri ne kadar çok sevsem de bir hikayenin sadece bir hikayeden fazla bir şey olarak algılanması halinde sihrini de kaybetmeye başladığını düşünüyorum.
- Ben edebiyatı kendisi için sevmek istiyorum, bir araç gibi görmek değil. Yazarların politik görüşleri olabilir, hatta iyi politik romanlar da yazabilirler. Ama edebiyatın dili ile siyasetin dili aynı şey değildir.
- Çehov, “Bir problemin çözümlenmesi ile aynı problemi doğru bir şekilde sorabilmek tamamen iki farklı meseledir ve sadece ikincisi sanatçının yapabileceği bir şeydir” demiştir. Kimlik politikaları bizi böler, hikayeler ise birleştirir. Birisi kallavi genellemelerle ilgilenirken diğeri ise nüanslarla. Biri sınırlar çizer, diğeri ise sınır tanımaz. Kimlik politikaları katı tuğlalardan örülür, edebiyat ise akan su gibidir.
- Edebiyatın bizi daha da öteye taşıması lazım, eğer bunu başaramazsa zaten iyi bir edebi eser değildir.
0 yorum:
Yorum Gönder