4 Nisan 2013 Perşembe

Edebiyat kurallardan koparak düşünmekten doğar!

Boğaziçi Üniversitesi Aşiyan Güz Atölyesi'nde "Yazarlardan Yaratıcı Yazarlık Dersleri" başlığı altında düzenlenen Ayfer Tunç'un "Bir Anlatı Olarak Kısa Hikaye" konulu söyleşisine katılan Füsun Çetinel'in, Ayfer Tunç'un yaratıcı yazarlık, edebiyat anlayışı ve öyküye bakışını yansıttığı yazısını sizinle paylaşıyorum.  

Yaratıcı yazarlık ve yazma sanatı üzerine
Yaratıcı yazarlık ve kısa hikaye konusunda söyleşide düşüncelerini dile getiren Ayfer Tunç şunları söyledi:
Yaratıcı yazarlık tanımı beni hep tedirgin etmiştir. Sırlarını anlatmaya yetkin olduğumu düşünmüyorum. Burada kendi anlayışımdan, deneyimlerimden bahsetmek istiyorum sadece. Kurguya dair temel unsurlar üzerinden geçme, toparlama, bir araya getirme diyelim. Kurmaca ne demek? Ben teorisyen değilim. Ben yazarım. Başkalarının değerlendirdiği temel unsurlara dayanarak yazmıyorum ben. Böyle bir derdim yok. Aksine bu unsurlardan kurtulmaya çalışarak yazma arzum var. Bir formülü yok. Edebiyatta ancak doğruların yıkılması ile ilerleme olur.

Ben önceden kurmuyorum!
Kurmaca nedir? Şöyle diyebiliriz, olmayan şeyden bir şeyin inşası. Gerçekliğin tekrarı bile kurmaca olur. Yaşadığımız olay bile bir kurmacadır. Olayı aktarma anında zihinde hazırlık, nerede başlıyor, nerede bitiyor dikkat etmek, bunlar hep kurmacaya hizmet eder. Başkalarına aktardığımız her olay bir kurmacadır.
Kendi tecrübelerimden, edebiyat anlayışımdan bahsedeyim. Ben önceden kurmuyorum. Bir şey akmıyorsa, bir şey oturmadı demektir zaten. Hemen değiştirmek gerekir. Bu başka yazarlar için doğru olmayabilir.
Örnek vermek gerekirse Sait Faik ve Yusuf Atılgan ikilisini ele alalım. Yazma anlayışları farklıdır. Sait Faik savruk bir anlatı kullanıyor denir. Onu Sait Faik yapan savruk olmasıdır. Bir nedeni vardır. ‘Haritada Bir Nokta’ öyküsü ümitli gibi başlar ve bir ada fikrine varır. Sonra kahırlı yanılgı, hayıflanma ile devam eder. Kurduğu hayal boşadır. Ada edebiyatta çok önemli bir imgedir. Bu öyküde de anakara kötüdür, oradan uzak durmaktır niyeti. Şöhrete kapılmıştım, geldim buraya, der. Yazmak bir hırstı, burada kurtulacaktım ondan. Anakara onu yormuştur. Bu yüzden terk etmiştir orayı. Sonra adada balık paylaşımına tanık olur. İsteyenler ığrıpa katılırlar ve günün sonunda hakları verilir. Paylaşma esnasında en sondaki kişiye hakkını vermediklerini görür. Adadaki güzel adetler bile bitmiştir artık. Hemen bir bakkala girer kalem alır. Yazmasam deli olacaktım, der.  Delirmekten kurtaran şey yazmak. Bu ruh halinde tabi ki savruk yazılır. Uzun yıllar Sait Faik öykülerine, kimi deneme demiştir, kimi hikâye. Kimin umurundaki? Hele Sait Faik’in hiç umurunda değil. Ağlatısının temel unsuru savrukluktur.

Kurallardan koparak düşünmekten edebiyat doğar
Yusuf Atılgan’ın ancak üç buçuk eseri var. Anayurt Oteli ve Aylak Adam edebiyatımızın kurucusu evrensel romanlardır. Bir cümle içime sinmedikçe ikincisini yazamam, der Yusuf Atılgan. Her bir cümlesi, bir öncekini kopmaz şekilde zincirleyendir.
İkisi de birbirine zıt yazarlar. İkisi de Türk edebiyatının çok değerli yazarları. O zaman kurmacanın temel unsurlarından bahsetmek ne kadar doğru olabilir ki?  Kurallardan koparak düşünmekten edebiyat doğar.  Duygu çarpmasından doğan bir enerjidir edebiyat.

Atmosfer metne doku veren şeydir
Benim için hava durumu çok önemlidir. Nasıl olduğunu bilmem gerekir ama öyküde kullanmam gerekmez. Havanın psikoloji üzerinde etkisi vardır. Melankoli edebiyatını çok severim, orta Avrupa edebiyatı.
Murat Gülsoy ise yazdığı karakterlerin ilk önce mesleğini bilmek ister mesela. Yaşını bilmek ister. Ben mesleğini bilmek istemem. Meslekten bana ne. Benim için yaştan çok çağ önemli. Atmosfer, zemin, yer neresi? Şehir mi? Kır mı? Yoksa kasaba mı?  Köy mü? Bir yeri nasıl tarif edebiliriz? Atmosfer metne doku veren şeydir. Kumaşıdır. Sait Faik’te atmosfer her şeydir. Ama bunun için yazmaz. Kendi içinde yaşadığı atmosferi kullanır. Ruhundaki atmosferi yansıtır. İki ana mekan vardır onun öykülerinde.

  1. Ada
  2. İstanbul; Beyoğlu ve civarı

Sait Faik hakkında bir yazım var, Bir Flanör olarak Sait Faik. O açık alanların yazarıdır. Atmosfer kullanır. Kaç unsur kullanır? Bu yazarın marifetidir.
Nedir atmosfer? Kurguyu veren şeydir. Metne bağlı olarak değişir. Korku atmosfer olabilir. Sevdiğini kaybetme mesela, geniş bir alan. Bazen öykünün mekânı olmayabilir ama kafamda vardır. Okuduğunuzda etkiyi alabilirsiniz.
Mevsim, hava durumu, sıcak havanın yarattığı etki unutulmazdır. Anlatı zamanının hissi olur. Formülü yoktur bunun.
Karakter ise biraz farklı. İnandırması için kanlı canlı olması gerekir. Karakterde olay örgüsü vücut bulur. Zemin iyi oturtulmuşsa karakter de oturur.
Ahmet Hamdi Tanpınar öykülerine bakalım. Onun gerçek ruhu, röntgeni öykülerinde saklıdır. "Acıbademdeki Köşk", "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" nün kasnağıdır. ‘Yaz Yağmuru’ ise "Huzur"un. Bir metinden başka metinler üreten bir yazardır kendisi. ‘Huzur’da yazdığı karakterler kanlı canlıdır. ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde yazdığı karakterler ise gerçek değiller, çünkü tasvir edilen ironik dünya ama karakterler karton da değiller, çünkü amaç, dert belli. Metnin derdi belli ise karakterler kolay ilerler. Derdinizi tarif edemiyorsunuz, bir şey yazıyorsunuz. Olmaz.


Edebiyatta okur ne kadar önemsemelidir?
Edebiyat iki türdür.

  1. Okura odaklı edebiyat. Popüler edebiyat da diyebiliriz. Polisiye, aşk, gizem kitapları. 
  2. Nitelikli edebiyat. Mesele edebiyatı.  

Okur kim diyen edebiyat var, bir de Yusuf Atılgan, Sait Faik gibi okunması umurunda olmayan yazarlar var. Sait Faik’in övgülere hiç tahammülü yoktu.  Utangaçtı, dolaylı duymak istiyordu övgüleri. Yusuf Atılgan ise obsesif, okurla kurduğu ilişkiden kaynaklanan kendi meselesi vardı.  Okur odaklı yazarsan metin sipariş metin olur. Okurun önerdiği, onun meselesi olan şeyler yazılır.
Diğerinde ise ruhunuzu yoran şeyi, içinizdeki sızıyı aramak için yazarsınız. Sıradan okur, bana ne, diyebilir. Oğuz Atay’ın ‘Korkuyu Beklerken’ i varoluşsal bir korkudur.

Ayrıksı karakterler yaratmamız gerekir
Karaktere geri dönelim tekrar, karakter yaratma kurmacanın temel unsurlarından biridir. Karakterin temel noktaları çok sınırlı, bunun için karakterimizi olaylar ve durumlar karşısında sınayabiliriz. Kendimizde yaptığımız gibi. Ben çok cesurum. Sınayalım bakalım, görelim gerçekten cesur mu. Dürüstlük, cesaret, acı noktalar. Böyle anlar yaratarak belki kendi kişiliğimizi de sınarız. Acıyı, metni taşıyabilen karakterler olurlar. Karakteri bir şekilde davrandırıp haklı kılmaktır önemli olan.
Aşk temel ve önemli bir mevzu. Ayrılık hikâyeleri üzerinde düşünelim. Onu anlatmaya değer, farklı kılan şey, diğerlerinden farklı yapan, işte budur edebiyat.
Sait Faik’in yazdıklarına anı diyebiliriz bir yerde. ‘Yüzüklü Adam’ öyküsünde Sait Faik bir meyhaneye girer. Bir masada parmağında kadın yüzüğü olan bir adam vardır. Bunun üzerine bir sürü hikâye kurar. Sonunda adama sorar. Adamın basit bir gerekçesi vardır. O kadar basit ki ama Sait Faik öyle şeyler kurar ki o adamı hikâyesinin kahramanı yapmaya değer kılar.
Ayrıksı karakterler yaratmamız gerekir. Ve elimdeki ayrıksı karakterlerden başka bir sürü ayrıksı karaktere varabilirim. Kiminin gözlüğünü, kiminin burnunu, cahilliğini kullanarak.

Pırıl pırıl bir bilinçle yazı yazılmaz
Karakterin bir an söylediği cümle örneğin.  Bilinçaltına inanırım ben. Pırıl pırıl bir bilinçle yazı yazılmaz. İşlemez. Ama tekrar ediyorum benim için böyle. Herkes için olmayabilir. Yazı bilinç ile bilinçaltının arasında doğar. Alacakaranlık derim ben. İlk önce çalakalem yazıyorum. Sonra bilinç düzeyinde sıraya sokuyorum. Dilin müziğine uygun hale getiriyorum. Metni oluşturmak, toparlamak en zevkli kısmı işin. Bakıyorum bilinçaltında olan şeyler açıklanamaz bir şekilde öyküye geçmiş. Yazma esnasında öyküye girivermiş.
Bir öykümde kemik, kucak meselesi vardı.  İlk ayrılık, doğmaktır bence. Annemizin bedeninden ayrıldığımız an her türlü tehlikeye açığız. İlk travma, bilinç dışı bir şey. Varlığımızın gizemli tarafı, doğduk ve tüm laneti üzerimize aldık. Onun için ev çok önemli, yuva kurmak, kabuk, rahim, doğumda kaybettiğimiz bir şey bu. Annemiz bizi vücudundan attı. Bebekler doğar doğmaz ağlıyor, nefes almak zorunda kalıyor, yutkunmak. Acı veriyor bu. Kopuşla başlayan travma. Bilinçdışı da diyorlar artık ama ben bilinçaltını tercih ediyorum. Çünkü sözcüklerin çağrışımından beslenirim ben.  Yazdığım öyküdeki adamın annesi o daha kırk günlükken ölür. Adam âşık olduğu kadının kucağına kilitlenmiştir. Bunun üzerine bir metindi. Bir anda bir köpek hikâyesi yazmaya başladığımı fark ettim. Bir zamanlar yavru bir köpek bulmuştum, alıp eve getirdim. Feci haldeydi. Arada süt veriyordum. Her süt içişten sonra yerdeki kuzu postuna gidip yatıyordu. Anne kucağı yerine koyuyordu postu ve sütle postu bitiştirmişti. Çok etkilenmişim ki kemik kucak öyküsünü yazarken metne giriverdi. Yazı yazarken bilinçaltını rahat bırakmalıyız.  Doğru yolu o gösterir bize. Ortaya çıktığında bizi sarsan şey iyi edebiyattır. Karakterin bilinçaltı da önemli.

Yazar türleri
İki tür yazar vardır.

  1. Kendinden yazanlar
  2. Gördüklerinden yazanlar

Thomas Bernhard metinleri incelendiğinde tek bir romandır diyebiliriz. Her birinin farklı bir meselesi var gibi görünse de. Dünyanın sevgisiz bir yer oluşuna karşı duruştur. Kendinden yazar.
Diğeri ise Max Frisch’tir. Kendi anlatılarını metne verir. Hâlbuki kendimi sadece ele verdim, der.
Kendi benliğimize bulayarak karakter yaratırız kimi zaman. Meselemiz varsa ona göre bir karakter içimizi yırtarak çıkar. Bazen de meselemizi ortaya koyarken yardımcı karakter kurmak gerekir. İşte onu nasıl kuracağız?

Karakterin nüfus cüzdanını çıkarın ama kullanmayın
Karakterin yaş, doğduğu yer, atalarının geldiği yer, etnik kökeni, dünya görüşü, bunları oluşturun, yani karakterinizin nüfus cüzdanını çıkarın ama onu kullanmayın. Karaktere yaptırmaya cesaret ettiğiniz şey ile bir yerde kendinizi de sınarsınız. Beni en az ilgilendiren şey olay örgüsüdür. Okur odaklı yazarı ilgilendirir bu.
Umberto Eco çok satan bir yazar ama çok iyi yazardır. Orhan Pamuk da öyle.
Karakter olay örgüsünün taşıyıcısıdır bazı kitaplarda. Onlar için karakter önemli değildir. Hikâyenin A noktasından B noktasına gitmesini sağlar sadece.
Benim edebiyatımda bilinçaltı, beni etkileyen dış dünyanın unsurlarının, acı, keder gibi, bir mayalanmaya uğradıktan sonra ortaya çıkmış halidir. Meselem ayrılıktır, her türlüsü, kopuş, intihar, çocuk kaybı. Benim karakterlerim zihnimin labirentinden doğan karakterlerdir.
Barton Fink’ filminde sıcaktan eriyen duvar kâğıtları var. Sıcak bir ulaşılmazlık, çıkmazlıktır orada. Yine ‘Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ filmindeki mekân yazın otuz beş derece sıcak, kepaze çirkin bir yerdir. Kışın ise boşluğun melankoli duygusu, geniş kumsaldaki yalnızlık hissi o atmosferle anlatılıyor.
Metnin ömrü. Bir metin ancak okununca ve yorumlanınca biter. Okunana kadar bitmez metin. Meseleyi bize okur vermez. Yazar kendi meselesini paylaşmak ister.
Havada Bulut senaryosunu yazarken Sait Faik’in otuz beş öyküsünü kullandım. Onu okumuş olanlar bu senaryonun Sait Faik olduğunu anlamalıydılar. Öyle istedim. Senaryo yazmayı sevmem. Benim için sadece bir taslaktır. Esas olan filmin kendisidir. Yaratıcı senarist değilim ben. Genellikle uyarlama yazıyorum.
Edebiyatta ada ütopyayla ilişkili bir mevzu. Her zaman alıcısı olan bir mevzu. Sait Faik ütopya ve distopyayı aynı öykü içinde kurmuştur. Ada suyla çevrilidir, kirlilik buraya ulaşamaz. Sait Faik ada ütopyasını yıkar, olmadığını görür, kurar, yıkar, kurar. Yazmayı bırakıp adaya gelir, ığrıptan sonra hayal kırıklığına uğrar, tekrar yazar. Adaya sığınmak, münzevilik bir işe yaramamıştır.

Edebiyat, potansiyelimizi yaşamamızın kapılarını aralar
Bilinçaltı sadece utandığımız, yaralandığımız şeylerden oluşmuyor. Başkalarının başına gelenler, şehvet, korkular. Sağlıklı zihinsel yapı bilinçaltını kontrol eder, toplum içinde yaşarken sosyalleşebilmek için.  Aşırı baskı, hayattaki potansiyelimizi yaşamamızı engeller. Edebiyat bunun kapılarını aralar. Benim yazarlık anlayışım insan olarak kaynağımı, bilinçaltımı sınamaktır. Onu ortadan kaldırmadan kendimizle bilinçli bir şekilde yüzleşemeyiz. Bu ülke yüzleşme sorunları yaşıyor. Türkiye hala ergenlik çağında bir toplum. Büyüyemiyor bir türlü. Biz de ülkenin bireyleri olarak aynı sorunu paylaşıyoruz. Bilinçlenmenin sonuçlarını görmek, kabullenmek önemli bir merhale. Büyümek ilerlememizi sağlar. Ama maalesef,  hep aynı filmi seyrediyoruz gibi bir his oluşuyor içimde.
Ayfer Tunç Söyleşisi - Füsun Çetinel'in kaleminden

2 yorum:

  1. Ayfer Tunç'un çok farklı bir tarzı var. Elbette yazma süreci ve yöntemlerinin de bir ayrıcalığı olduğunu biliyordum. Ama söyleşide öyle güzel detaylar paylaşmış ki, okuduğum kitaplarındaki bana seslenişini tekrar gözden geçirdim ve sonuç beni çok memnun etti. İyi ki Ayfer Tunç'u keşfetmişim.
    Bu güzel şöyleşiyi paylaştığınız için teşekkürler. Katılamayanlar için büyük bir nimet.

    YanıtlaSil
  2. Bugün Yazma Eğitimi dersinden sınavım var. Bu makale çok yararlı oldu. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

BlogOkulu Gadgets