22 Eylül 2013 Pazar

Küçürek öykü dünyası: Kargaca

Öykü blogu okumayı sevenlere çok özel bir blog önereceğim bugün: Kargaca. Var edicisi ressam Ayşecan Kurtay, kendi çalışmalarıyla küçürek öykülerini birleştirmiş ve ortaya harika bir blog çıkmış. Keyifle okuyacağınızı umuyorum.

İnternetin karanlık ve derin sularında gezinirken rastladığım çok değerli inci tanelerini sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Küçürek öykü edebiyatımızın az bilinen dallarından biri. Bu yüzden bu alanda eser veren yazarların sayısı da oldukça az. Küçürek öyküyü yazın biçimi olarak seçen, kendi öykülerini yazan, sahip olduğu Kargaca bloğunda yayımlayan ressam Ayşecan Kurtay resim çalışmalarıyla öykülerini bir araya getirmiş. Kadıköy’de bir resim atölyesi bulunan Ayşecan Kurtay, okuyucusunda hem görsel hem de edebi bir tat bırakan Karagca’da, benzerine az rastlanır bir bloga imza atıyor.

İçimdeki geveze: Anlatıcı
Karhaca küçürek öykü blogu
Kendi yaşamından, hislerinden, gözlemlerinden anlatıcısına yansıyan hayatın anlarını küçürek öykü penceresinden sizlere sunan Ayşecan Kurtay, anlatıcıyla olan yolculuğunu şöyle aktarıyor:
Anlatıcıyla boyalar arasında tanış oldum. İçimdeki sessiz geveze gülümseyerek izlerken, “Resim yapmak istiyorum, boyaları tutmak istiyorum” diyordu aklım. Anlatıcı lekeleri figürleştirmeye başladı, düzlemler yetmedi, figürlerim ayağa kalktı bir zaman. Küçük bir kukla ordum oldu, her biri yüz elli santim boyunda. Kerli ferli karakterlerim bana bakıyordu artık.
Bu fırsattan yararlanan sessiz sakinim, kimi zaman boş kağıtlara, kimi zaman resimlere kelimeler düşürmeye başladı. Kelimeleri görmeyi sevdim. Cümleler aramaya başladım. Cümleleri ararken Yeşim Cimcoz’u buldum. Defterlerim olmaya başladı. Altı dakika! Hayatımın önemli zaman ölçüsü. Jale Sancak geldi. Cümleleri çekiştirip uzattım, anlatıcıya izin verdim.
Ayşecan Kurtay’ın büyülü dünyasına, resimlerine yakından bakmak ve çalışmalarıyla özdeşleşmiş öykülerini okumak istiyorsanız Kargaca’yı mutlaka ziyaret edin. Ayşecan Kurtay'ın resim çalışmalarını ise buradan görebilirsiniz.

Devamını Oku

20 Eylül 2013 Cuma

Anadolu yaratıcı yazarlık eğitimi istiyor!

“Yaratıcı yazarlık kurslarından yazar çıkar mı?” başlığı altında tartışmalar süre dursun Anadolu’da yaşayan ve yazar olma, kurmaca metinler yazma yolunda ışık arayan insanlar yaratıcı yazarlık eğitimine ulaşamadıkları için şikayetçiler. 

Anadolu'da yaşayan insanlar yaratıcı yazarlık eğitiminden mahrum kalıyor.
Edebiyatımızda usta/çırak ilişkisi son yıllarda yok denecek kadar az olmakla birlikte yerini yaratıcı yazarlık atölyelerindeki eğitimlere bırakıyor. Her ne kadar bir tartışma konusu olsa da yaratıcı yazarlık atölyeleri yazar olmak isteyenlere ya da kurmacanın, yazmanın, yazma sanatının inceliklerini öğrenmek isteyenlere bir seçenek oluyor. Günümüzde çok sayıda yayımlanan ve okuyucudan kabul gören yaratıcı yazarlık kitapları da bu talebin bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Ancak bu artan talebin Anadolu’da bir karşılığı maalesef yok.

Atölyeler üç büyük şehirde
Kısa bir süre önce 2 yıl ücretsiz eğitim veren Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nün duyurusunu yayınladım. Bu iletiyi blogumun sosyal medya sayfalarında paylaştıktan sonra Anadolu’nun pek çok şehrinde yaşayan insanlardan yaratıcı yazarlık eğitimlerinden mahrum kaldıkları yönünde bir serzeniş geldi.
Bilindiği gibi yaratıcı yazarlık kursları / atölyeleri İstanbul, Ankara ve İzmir’de yer alıyor. Haliyle Anadolu’nun diğer şehirlerinde yaşayan insanlar yaratıcı yazarlık eğitiminden faydalanamıyor. Her şehirde yaratıcı yazarlık atölyesinin açılmasının şu anda bir ütopya olduğunu varsayarsak bu talebi karşılayacak çözüm önerilerinin düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle ücretsiz eğitim veren kuruluşların yaratıcı yazarlık eğitiminin yaygınlaşması için katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum.

Anadolu ne istiyor?
Bu çerçevede sosyal medya üzerinden gelen bu talebe aşağıdaki önerilerle cevap verilebilir.
Gezici yaratıcı yazarlık atölyeleri: Belirli şehirlerde yaratıcı yazarlık eğitimi veren eğitmenlerin / yazarların yılın belli dönemlerinde yaratıcı yazarlık eğitimi / semineri vermesi.
İnternet üzerinden canlı yayın: Büyük şehirlerdeki yaratıcı yazarlık atölyelerindeki eğitimlerin canlı olarak internet üzerinden yayınlanması. Eğitim verilirken aynı anda onlarca kişi eğitimi internet üzerinden izleyebilir. Ayrıca eğitim sonunda sorular da yine internet üzerinden alınabilir.
Eğitim arşivi: İnternet üzerinden daha önceden yapılmış yaratıcı yazarlık eğitiminin sırasıyla yer alması. Eğitim almak isteyenler her hafta ya da önerilen süre içerisinde bir bölümü internet videosu olarak izleyebilir.
Eğitim CD’leri: Başlangıçtan ileri düzeye kadar çeşitli eğitimlerin, pratik çalışmaların ve yol gösterici nitelikte metinlerin yer aldığı eğitim CD’leri.

Umarım talep dikkate alınır, Anadolu’da yaşayan ve yaratıcı yazarlık eğitimi isteyen insanlar bu imkanlara kavuşurlar.
Devamını Oku

15 Eylül 2013 Pazar

Romancı nasıl yazar?

Murat Gülsoy ve Semih Gümüş’ün hazırlayıp sunduğu TRT Türk'te yayımlanan Açık Şehir adlı programa konuk olan Orhan Pamuk Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton derslerinden derlenen Saf ve Düşünceli Romancı kitabı üzerinden yazma sanatını ve yazma serüvenini anlatıyor. 

Orhan Pamuk Semih Gümüş ve Murat Gülsoy'a konuk oldu.
Bir yazarın yazma serüveni nasıldır sorusu hem okuyucuların hem de yazmaya gönül vermiş insanların en çok merak ettiği konulardan biridir. Daha önce yaşanmamış bir dünyayı yazar kurmacadan ve hayattan aldığı güçle nasıl var ediyor ve bizler okuyucu olarak yazarın var ettiği bu dünyayı nasıl gerçekmiş gibi algılıyoruz? Kahramanlarının peşinden gittiğimiz bu maceranın yapım sürecinde yazar nasıl hissediyor, nasıl düşünüyor ve nasıl yazıyor?
Murat Gülsoy ve Semih Gümüş’ün hazırlayıp sunduğu Açık Şehir programına konuk olan yazar Orhan Pamuk, kendi yazım sürecini anlattığı Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabındaki düşüncelerini paylaşıyor.
Videonun tamamı yazının sonunda yer almaktadır.

Uygun resme uygun kelimeler bulunmalıdır!
Orhan Pamuk, roman - okur ilişkisini şu sözlerle anlatıyor: Roman okurken kafamızda kelimeleri resimlere çeviririz ya da kelimeleri kafamızın içindeki sinemada filmini seyrederiz. Roman okumak kelimelerle anlatılmış şeyleri kafamızda resimlemektir. Ama hepimizin kafamızda değişik bir resim hazinesi var. Bu nedenle hepimiz kelimeleri kendimize göre resimleriz. Yazarlar da bunu bilir. Bu yüzden yazarlar kitapları anlaşılsın diye herkesin resmedebileceği kelimeleri kullanır. Bu işin abc si budur. Romancını temel işlevi kelimelerle okurunun aklında resimler uyandırmaktır. Roman sanatının fotoğraf makinesi ya da resim sanatının yaygın olmadığı zamanlarda keşfedilmesinden dolayı yazarlar okurun kafasında resimler uyandırmaya çalışır. Yazarlık okurun kafasında oluşacak en uygun resme en uygun kelimeleri bulma işidir.

Romancı hem duygusal hem de planlı olmalı
Orhan Pamuk romanın ve romancının özelliklerini anlattığı bölümde ise şunları söylüyor: Bazı yazarlar planlı yazarlar, bazı yazarlar da olay örgüsünün, hikayenin tam ayrıntılarını, yazının hangi istikamete gideceğini bilmeden yazarlar. Bu tarz meselesidir. Ben roman yazmaya başlamadan evvel başını sonunu ortasını bilirim.
Ancak tamamen planlı roman yazamazsınız, şiirsel anlar olması lazım. Nereden geldiğini bilmediğiniz sesler duymanız lazım. Tasarınızı kırıp döküp yaratıcılık anlarınızı dinlemeniz lazım. Kimi zaman da disiplin lazım, içinizden çok yazmak gelse de yazdığınız bölümün kısa olması lazım, genel tabloya uyması lazım. Bu iki ruh hali saf ruh hali ile yazmak, yani içinden geldiği gibi yazmak ile planlı hal yan yana gelmelidir.
Ben kendimi planlı bir yazar olarak görürüm ama pek çok kitabım da da öyle bölümler var ki planlı değil iç sesimi dinleyerek yazdığım anlar vardır.
Bu iki hal her yazarda belirli ölçülerde vardır. Başarılı roman ikisini de aynı anda ruhunda taşımalıdır, bazen biri bazen diğeri öne çıkabilir. Bir romancıda da bu iki hal olmalıdır.

Roman yazma sanatı üzerine Orhan Pamuk’un düşüncelerini, tarzını ve romanın öğelerinin nasıl olması gerektiğini daha iyi anlamak istiyorsanız videonun tamamını izlemenizi öneririm.

Devamını Oku

MSM yaratıcı yazarlık sınavı Ekim’de

Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Merkezi (MSM) Yaratıcı Yazarlık Bölümü her yıl Ekim ayında sınavla öğrenci alıyor. Ücretsiz olan yaratıcı yazarlık eğitimi 2 yıl sürüyor.

Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü
Konservatuar eğitimleriyle her yıl farklı sanat dallarında 1991’den bu yana topluma nitelikli mezunlar kazandıran Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Merkezi (MSM), yaratıcı yazarlık bölümüyle de yazar adaylarına kapılarını açık tutuyor.
MSM’nin Kadıköy Ziverbey’deki ilk şubesinde yer alan yaratıcı yazarlık bölümü, sınırlı kontenjan nedeniyle öğrenci alımını sınavla yapıyor. Her yılın Ekim ayında gerçekleşen sınavda başarılı olan öğrenciler 2 yıl boyunca yaratıcı yazarlık alanında eğitim görüyor. Haftanın beş günü sabah 9.00 akşam 18.00 saatleri arasında verilen eğitimlere kayıt olmak için formu buradan indirebilir, gerekli evrakları öğrenebilirsiniz. Başvuruda son gün 30 Eylül.

MSM Yaratıcı Yazarlık Bölümü eğitmenleri
Roman, hikâye, şiir, senaryo, tiyatro oyunu, makale ve diğer yazı alanlarının da dâhil olduğu iki yıllık eğitim sürecinde; Sinema Tarihi, Sinema Yönetmenliği, Yaratıcı Fikir, Öykü Atölyesi, Metin İnceleme, Edebiyat, Dilbilgisi ve Sanat Felsefesi konularında öğrencilere dersleri veriliyor.
Ayrıca öğrenciler, bilgilerini hayata dönüştürme amacıyla MSM Gazetesi’nde etkin görevler de alıyor. MSM Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nde eğitmen olarak şu isimler yer alıyor.
  • Kandemir Konduk (Bölüm Başkanı)
  • Ahmet Çağan
  • Burçak Evren
  • Caner Güler
  • Cenk Gündoğdu
  • Ferhat Uludere (Öykü Atölyesi)
  • Göksel Bekmezci
  • Mehmet Çağan
  • Murad Çobanoğlu
  • Muzaffer Hiçdurmaz
  • Münir Korkut
  • Onur Behramoğlu
  • Sabiha Özdemir
  • Sevin Okyay
  • Sezai Gülşen
  • Sumru Dinçel
  • Süleyman Nebioğlu
  • Tuncer Cücenoğlu
Siz de kaleminize, yeteneğinize, bilgi birikiminize ve yaratıcı yetinize güveniyorsanız bu sınava mutlaka başvurun.
Devamını Oku

Edebiyata dair ucundan kıyısından: Öykünün Ev Hali

Edebiyat blogu okumayı, takip etmeyi sevenlere bir blog önereceğim bugün: Öykünün Ev Hali. Zengin içeriği ile dikkat çeken Öykünün Ev Hali’nin yaratıcısı Fulya Füsun Çetinel Boğaziçi Üniversitesi’nin blogunda da yazar olarak yer alıyor. 

Edebiyat blogu severlere Öykünün Ev Hali
Yaratıcı yazarlık ile ilgili blog yazmaya başladığımda internette araştırma yaparken tanıştım Öykünün Ev Hali ile. O zamanlar sadece yaratıcı yazarlık, edebiyat ve öykü hakkında ev hallerini edebiyatla, yazarlıkla ilişkilendirdiği kısa ama keyifli, yer yer esprili videoları vardı. Yeşim Cimcoz Yazı Evi’nde Renkli Yaş Almak adlı bir atölye düzenleyen blogun var edicisi Füsun Çetinel ile tanıştıktan sonra zaman zaman katıldığı söyleşilerden, yazarlarla yaptığı röportajlardan ve yaratıcı yazarlıkla ilgili makalelerini blogumda yayınlamaya başladım.

Öykü tutkunlarına özel bir yolculuk!
Pek çok yaratıcı yazarlık kursuna katılmış, edebiyat ve öykü ile ilgili derin okumalar yapmış olan Füsun Çetinel, birikimlerini insanlarla paylaşmak adına kısa süre önce Öykünün Ev Hali adlı blogu yayın hayatına başladı.
Yazar söyleşilerinden kitap kritiklerine, yazdığı öykülerden edebiyat etkinliklerine Füsun Çetiel’in edebiyat yolculuğunda durduğu durakları merak ediyorsanız Öykünün Ev Hali blogunu mutlaka ziyaret edin.
Devamını Oku

13 Eylül 2013 Cuma

Harika bir hikayeye götüren ipuçları

İzleyicinin/okuyucunun hikaye anlatıcısından beklentilerine değinen film yapımcısı Andrew Stanton (Oyuncak Hikayesi, WALL-E) “Seyirci/okuyucu parçaları kendi birleştirmek, duygusal, mantıksal, estetik olarak da merak etmek ister” dedi. 

Andrew Stanton hikaye anlatma üzerine TED Talks’ta yaptığı konuşmada meslek yaşamı boyunca edindiği tecrübeleri paylaşıyor. Videodan alınan kısımlar yazı olarak verilmiştir, daha fazlası için lütfen yazının sonundaki videoyu izleyin.
Hikaye anlatmak fıkra anlatmaktır. Vurucu noktasını bilmektir, sonunu bilmek, ilk cümleden sonuncuya kadar tüm anlattıklarının tek bir amaca hizmet ettiğini ve ideal durumda insan olarak kim olduğumuz anlayışını derinleştiren bir gerçeği doğrulamaktır. Hepimiz hikayeleri severiz. Onlar için yaratılmışız. Hikayeler kim olduğumuzu doğrular. Hepimiz yaşamlarımızın bir amacı olduğuna inanmak isteriz. Ve hiçbir şey bizi hikayelerin yaptığı kadar yaşamamızın bir amacı olduğuna inandıramaz. Onlar zamanın sınırlarını aşarlar, geçmişi, şimdiyi ve geleceği ve bizim gerçek ya da hayal ürünü kahramanlarla kendi aramızda benzerlikler bulmamıza izin verirler.

Merak etmemi sağla!
Çocuk programı sunucusu Bay Rogers bir sosyal hizmetler çalışanından duyduğu şu sözü her zaman cebinde taşırdı: "Açıkçası, dünyada hikayesini duyduktan sonra sevmeyi öğrenemeyeceğiniz insan yoktur.". Benim bunu yorumlama şeklim büyük olasılıkla en önemli hikaye anlatma kuralı: "Merak etmemi sağla, lütfen, duygusal olarak, mantıksal olarak, estetik olarak sadece merak etmemi sağla". Hepimiz önemsememenin ne olduğunu biliriz. Yüzlerce televizyon kanalı arasından bir kanaldan diğerine atlarsınız, ve sonunda birisinde durursunuz. Programın yarısı bitmiştir, ama bir şey sizi içine çeker ve merak edersiniz. Bu şans eseri değildir, öyle tasarlanmıştır.

Hikaye bir vatte bulunur
Tüm iyi hikayelerin başlangıçta size bir vaatte bulunmaları gerekir. Bunu sayısız şekilde yapabilirsiniz. Bazen "Evvel zaman içinde..." kadar basit. Carter'ın bu kitaplarında her zaman Edgar Rice Burroughs anlatıcı olarak yer alır. Ben her zaman bunun harika bir araç olduğuna inandım. Sanki birisinin sizi bir kamp ateşinin etrafına çağırması, ya da barda birisinin "Gel, sana bir hikaye anlatayım. Benim değil başka birisinin başına geldi, ama vaktine değer." demesi gibi. İyi bir vaat tıpkı bir sapana tutturulmuş bir çakıl taşı gibi sizi hikayenin başından sonuna kadar sürükler.

Hikaye anlatıcı seyircinin yemeği için çalıştığı gerçeğini saklamalı
Diyalog olmadan hikaye anlatmak. Bu sinematik hikaye anlatımının en saf hali. Bu seçebileceğiniz en kapsamlı yol. Bu gerçekten içime doğan birşeyi doğruladı: seyirci aslında yemeği için çalışmayı ister. Sadece bunu yaptığını bilmek istemez. Bu bir hikaye anlatıcı olarak sizin göreviniz, seyircinin yemeği için çalıştığı gerçeğini saklamak. Biz doğuştan problem çözücüyüz. Çıkarım yapmak ve sonuca varmak zorunda bırakılırız, çünkü gerçek hayatta yaptığımız şey bu. Bu iyi organize olmuş bilgi yoksunluğu bizi içine çeker. Bebeklere ve yavru köpeklere olan ilgimizin arkasında bir neden var. Sadece çok tatlı olduklarından değil; aynı zamanda ne düşündüklerini ve niyetlerinin ne olduğunu tamamen ifade edemedikleri için. Bu bir mıknatıs gibi bizi çeker. Kendimizi bir cümle yi tamamlamaktan ve onun içini doldurmaktan alıkoyamayız.

Parçaları seyirci/okuyucu birleştirmeli
Bu hikaye anlatım aracını ilk defa gerçekten "Nemo'yu Bulmak" filmini Bob Peterson'la yazarken anladım. Buna iki artı ikinin birleştirici teorisi diyoruz. Parçaları seyircinin birleştirmesini sağla. Onlara dördü verme, iki artı ikiyi ver. Onlara verdiğiniz elementler ve bunları veriş sıranız seyircinin ilgisini çekmek için en önemlu unsur. Editörlerler ve senaristler başından beri bilirler. Bizim hikayeye dikkat etmemizi sağlayan bunun görünmez olarak işlenmesi. Bunu kuralları tam olarak belli bir bilim gibi göstermek istemiyorum, çünkü öyle değil. Hikayeleri bu kadar özel yapan da bu, birer alet değiller, kesin değiller. Hikayeler kaçınılmazlar, eğer iyilerse, ancak tahmin edilebilir değiller.

İyi yaratılmış karakterlerin omurgası vardır!
Bu yıl Judith Weston adındaki bir oyunculuk öğretmeniyle bir kurs aldım. Ve karakterin içyüzüne dair bir şey öğrendim. Ona göre bütün iyi yaratılmış karakterlerin bir omurgası var. Ana fikir şu ki, karakterin bir iç motoru var, peşine düştükleri baskın, şuursuz bir amaçları, durduramadıkları bir kaşıntıları var. Michael Carleone'yle ilgili harika bir örnek verdi, "Baba"daki Al Pacino'nun karakterinin omurgası büyük ihtimalle babasını memnun etmekti. Ve bu her zaman bütün seçimlerini yönlendiren birşeydi. Babası öldükten sonra bile, hâlâ bu kaşıntıya son vermeye çalışıyordu. Bunu hemen benimsedim. Wall-E'ninki güzelliği bulmaktı. "Nemo'yu Bulmak"taki baba Marlin'inki zararı engellemekti. Ve Woody'ninki çocuğu için en iyisini yapmaktı. Bu omurgalar sizin her zaman en doğru seçimi yapmanızı sağlamaz. Bazen bunlarla berbat seçimler yapabilirsiniz.

Hikayede değişim esastır
Ben baba olduğum için ve çocuklarımın büyümesini izlediğim için çok şanslıyım, gerçekten inanıyorum ki, belli bir mizaçla doğuyorsunuz ve belli bir yolda ilerliyorsunuz ve bu konuda söz hakkınız yok, bunu değiştirmenin yolu yok. Yapabileceğiniz tek şey onu kabul etmeyi öğrenmek ve sahiplenmek. Bazılarımız pozitif özelliklerle doğmuşuz, bazılarımız negatif. Ama sizi yönlendiren şeyin ne olduğunun farkına varacak ve direksiyonun başına geçecek kadar olgunlaştığınızda, önemli bir eşikten geçilir. Ebeveynler olarak sürekli çocuklarımızın kim olduğunu öğreniyoruz. Onlar, kim olduklarını öğreniyorlar. Siz de hala kim olduğunuzu öğreniyorsunuz. Yani sürekli öğreniyoruz. Bu yüzden hikayede değişim esastır. Eğer olaylar hareketsiz kalırsa, hikayeler ölür, çünkü hayat hiçbir zaman hareketsiz değildir.

William Archer: Drama belirsizlikle çeşnilenmiş beklentidir
1998'de "Oyuncak Hikayesi"ni ve "Bir Böceğin Yaşamını" bitirdiğimde senaryo yazımına kendimi kaptırmıştım. Çok daha iyi olmak ve öğrenebileceğim her şeyi öğrenmek istiyordum. Bu yüzden araştırabileceğim her şeyi araştırdım. Sonunda İngiliz oyun yazarı William Archer'in şu muhteşem sözüyle karşılaştım: "Drama belirsizlikle çeşnilendirilmiş beklentidir." Bu işin tam da özüne inen bir bakış açısı.
Bir hikaye anlatırken beklenti de yaratıyor musunuz? Kısa vadede, beni sonra olacaklar hakkında meraklandırabiliyor musun? Ama daha önemlisi, beni uzun vadede nasıl sonuçlanacağı hakkında meraklandırabiliyor musun? Sonucun ne olacağı hakkında şüphe uyandıran dürüst çatışmalar yaratabildiniz mi?

Devamını Oku

8 Eylül 2013 Pazar

Yazı Evi tanışma gününe davetlisiniz!

Yeşim Cimcoz Yazı Evi yeni sezon yaratıcı yazarlık atölyelerinin tanıtımını yapmak ve katılımcıların yazı ile ilgili ihtiyaçlarını belirlemek için 14 Eylül tarihinde 10.30 - 16.00 saatleri arasında tanıtım günü düzenliyor. Eğer yazı ile olan dostluğunuzu pekiştirmek, hayatınıza dokunacak atölyeleri yakından tanımak istiyorsanız bu tanışma gününü sakın kaçırmayın.

Yaratıcı yazarlık kursu Yeşim Cimcoz Yazı Evi
Yazarların büyümek için bir alana ihtiyaçları vardır. Çok yazmak için zamana, kötü yazabilme hakkına, pratik yapma fırsatına ihtiyaçları vardır. Yazarlar doğru alanı bulduklarında, içine bolca arzu, biraz yaşanmışlık, azıcık da çaba katarlar ve gerisini bizden daha üstün güçlerin şekillendirdiğini bilirler. Yazı Evi yazmak isteyen herkese bir alan, pratik yapma imkanı, büyümek, gelişmek ve öğrenmek için bir mekan, düştüğünde yumuşak bir zemin, kahve, demli çay yanında sohbet ve bol bol paylaşım sunuyor.
Yazı Evi’ni, eğitmenlerini ve bünyesinde barındırdığı yazı atölyelerini yakından tanımak, yazıya, kurmacaya gönül vermiş katılımcılarla tanışmak için 14 Eylül Cumartesi 10:30 – 16.00 saatleri arasında Yazı Evi Tanışma Günü düzenliyor. Yazıya gönül vermiş insanlarla tanışmak, hayatınıza dokunacak atölyeler hakkında bilgi almak ve Yazı Evi eğitmenleri ile tanışmak için tanışma gününe mutlaka katılın.

Yazı Evi Atölyeleri
Yazıya Giriş

Yazı Evi kurucusu Yeşim Cimcoz
Yazı Evi kurucusu Yeşim Cimcoz, Yazıya Giriş atölye çalışmasını şu sözlerle özetliyor: Daha önce hiç yazmadıysanız. Kendiniz için yıllardır yazıyor ve artık bunu farklı bir seviyeye taşımak istiyorsanız. Canınız yazmak istiyor ama ne yazacağınızı bilmiyorsanız. Yazmak isteyip istemediğinizden de çok emin değilseniz...ama bir denemek, yazı dünyasının perdesini hafifçe aralamak istiyorsanız bu çalışma tam size göre. Daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Yazı Evi Roman Atölyesi eğitmeni Jale Sancak
Roman Atölyesi
Eğitmen Jale Sancak yönetimindeki Roman Atölyesi, roman yazmak ya da roman yazma tekniklerini öğrenmek isteyenler özel bir eğitimi içeriyor. Atölyenin başlıca konuları romanda tema, çatışma, karakter oluşturma, olay örgüsü, biçem ve biçim. Atölye çalışması boyunca hem bir roman üretimine başlıyor, hem de usta yazarların romanlarından örneklerle yazdıklarımıza katkı sağlıyor. Ayrıca üzerinde çalışmakta olduğunuz, ama bazı sorunları çözemiyorum, metni geliştiremiyorum, anlatma biçimimi beğenmiyorum diye düşündüğünüz romanlarınız varsa destek olunuyor. Daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Öykü Atölyesi
Yazı Evi Öykü Atölyesi eğitmeni Özlem Kiper
Mekânda yaşanan bir atmosferi yaratmak, karaktere sizden başka bir kan, can, ruh vermek, öykünün müziğini oluşturarak okuyucuya ritm duygusunu verebilmek, zaman içinde ustalar ne yapmış, günümüz edebiyatı onların yaptıklarının üzerine ne koymuş... Özlem Kiper yönetimindeki Öykü Atölyesi yeni yazmaya başlayanlara yol gösteriyor. Daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi
Son yılların gözde uğraşlarından biri olan Blog Yazarlığı, digital devrimi yakalamak isteyenlere yeni fırsatlar, yeni yaşam alanları sunuyor. Kendi blogunu yazmak, sosyal medya aracılığıyla yazılarını geniş kitlelerle paylaşmak isteyenlere özel tasarlanmış Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi sizi bekliyor. Eğitmen Okay Karaçay yönetimindeki atölye bitiminde kendi blogunuza sahip olun ve deneyimlerinizi, bilginizi ya da hobilerinizi insanlarla paylaşın, keşfedilmemiş sekinci kıta olan internette yerinizi alın.

Dizi Senaryosuna Giriş Atölyesi
Yazı Evi Eğitmeni Behice Özden
İzlediğiz TV dizilerine sık sık müdahale edenlerden misiniz? Farkında olmadan bir kez dahi içinden “ben bunu daha farklı yazardım” diyenlerden misiniz? Ekranın karşısında değil, içine girip tüm kurguyu sanki sizin hayatınızmış gibi yaşayanlardan, çok daha önemlisi “anlatmam lazım” diyebileceğiniz hikayesi olanlardan mısınız? O halde buyurun bir TV dizisi yazmanın inceliklerini, senaryo yazmanın müthiş egosunu, elinizdeki karakterlerle bambaşka bir dünya yaratmanın keyfini Behice Özden ile deneyimleyin. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Yazı Evi Hikaye Okulu eğitmeni Judith Liberman
Hikaye Okulu
Eğitmen Judith Liberman yönetimindeki Hikaye Okulu sizleri hikaye anlatma sanatını günlük hayatınızda kullanabileceğiniz şekilleriyle keşfe çağırıyor. Hikaye anlatma sanatı günlük hayatta en sık kullandığımız sanat dalı olmasına rağmen bu konudaki becerilerimizi geliştirmeye pek çalışmayız. Halbuki daha iyi bir hikaye anlatıcısı olarak, daha iyi bir konuşmacı, lider veya ebeveyn olabiliriz. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Yaratıcı Drama Atölyesi
Yazı Evi eğitmeni Banu Başaren
Artık dünya değişti, hızı değişti, iletişim alanları değişti, eğitim değişti, eleştiri ve eylem anlayışı değişti, değişiyor ve bağımsızlaşıyor. Yaratıcılık, mizah ve sanat ile kendini ifade eden ve bu gücü fark eden yeni bir nesil ortaya çıkıyor. Eğitmen Banu Başaren eşliğinde yaratıcı drama dünyasını keşfedin. Yaratıcı Drama Atölyesi hakkında daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Yazı Evi Renkli Yaş Almak atölyesi
Renkli Yaş Almak
Anlatacak o kadar çok şeyim var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum, der insanlar. Neden bir fotoğraftan başlamayalım ki o zaman. Bırakalım o fotoğraf anı bizi götürebildiği kadar derinlere taşısın. Füsun Çetinel yönetimindeki Renkli Yaş Almak adlı çalışmasının amacı da yazmak ve yazarken de yıllarca içimizde biriktirdiğimiz hesaplaşmalara son vermek. Üretmek, birikimlerimizle diğer kuşaklara yeni ufuklar açmak. Paylaşmak; acıları, sevinçleri, yaşamın bize sunduğu her şeyi paylaşmak. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Hipnoterapi ve şifa çalışması eğitmeni Hülya ErgünKonuk Atölye Çalışmaları
Hipnoterapi ve Şifa

Hipnoterapist / Danışman Hülya Ergün yönetimindeki Hipnoterapi ve Şifa Çalışmaları, hayat akışını olumlu yönde değiştirmek, daha kaliteli bir yaşam döngüsü var etmek isteyenlere yol gösteriyor. Hipnoterapi Seansları, Reiki Eğitimleri, Enerji Çalışması, Geçmiş Yaşam Çalışması başlıkları altında yer alan çalışmalarla kaliteli bir yaşama yelken açın. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Yazı Evi eğitmeni Betül SafBuğulu Ayna
Eğitmen Betül Saf yönetimindeki Buğulu Ayna atölye çalışması; hayata dair bilinçli farkındalığı içselleştirerek daha huzurlu, mutlu, başarılı ve istedikleri gibi bir hayatı sürekli olarak yaşamaya dair kalıcı çözümleri hayata geçirmeyi hedefliyor. Dramayla aktif öğrenmenin, yazıyla farkındalığın ve kolajla yaratıcılığın olduğu bu atölye çalışmasında eğlenirken anda kalmayı, değişimin anlamını, buzdağımızın altındakileri, seçim yaparken ve kararlarımızı alırken kim olduğumuzu, bilinç ve bilinçdışı farkındalığının ne olduğunu, personalarımızla tanışmayı, duygu-düşünce-davranış üçlümüzün arkadaşlığını, buğulu aynanızda görmeye başlayacaksınız! Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Kendin Ol Yaşam Atölyesi Yazı Evi Eğitmeni
Kendin Ol Yaşam Atölyesi
Öznur Yılmaz Berk yönetimindeki Kendin Ol Yaşam Atölyesi sizi kendimize doğru keyifli bir yolculuğa davet ediyor. Bazen bir fotoğrafta bazen adınızda bulacaksınız kendinizi. İçinizdeki çocuğa sarılıp oyun oynayacaksınız. Yolculuğumuz sonunda özgür, hayır diyebilen, seçimleri olan kendi değerinin farkına varmış başkalarının değil kendi hayatını yaşayan güçlü, kendine güvenen, kendini olduğu gibi kabul eden ve seven mutlu bireyler olarak hayallerinize ulaşabileceğinizi göreceksiniz. Detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz.

Yazı Evi Uygarlık Tarihi Sohbetleri
Uygarlık Tarihi Sohbetleri
Rehan Yarmanoğlu, dünyanın oluşumundan bugüne kadar insanların yaşadığı ve yaptığı her şey üzerine sizi Uygarlık Tarihi Sohbetleri'ne davet ediyor.. Sanat, bilim, ekonomi, politika, insanın kurduğu, yıktığı, sonra yeniden kurduğu hayatların, medeniyetlerin dönemsel hikayeleri sohbetlerin konusu olacak. Tarihin gizli, gizemli kulis dedikodularıda tarihe eğlenceli bir bakış açısı sağlıyor. Öte yandan, günü anlamak ve geleceği kurgulamak için, dünü bilmek bugünle bağlarını ortaya çıkarmak da sohbetlerin diğer bir amacı. Uygarlık Tarihi Sohbetleri hakkında daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Devamını Oku

Selçuk Baran Öykü Ödülü

İstanbul Galatapera Kültür ve Sanat Derneği, 4 Kasım 1999 tarihinde hayata veda eden Türk edebiyatının usta yazarlarından Selçuk Baran’ın anısını yaşatmak için öykü ödülü düzenliyor.

Galapera Sanat tarafından düzenlenen 2012 Eylül ve 2013 Eylül tarihleri arasında ilk kez yayımlanmış öykü kitaplarının katılacağı Selçuk Baran Öykü Ödülü tek yapıta verilecek. Ödüle katılmak isteyenler yapıtlarını en son 25 Ekim 2013 Cuma akşamı saat 17.00'ye kadar, Galapera Sanat’a ulaştırmaları gerekiyor.

Seçici kurulda kimler var?
Bu yıl ikincisi organize edilen öykü ödülünün seçici kurulunda Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Selim İleri, İnci Aral, Sezer Ateş Ayvaz, İlknur Özdemir, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Nemika Tuğcu ve Turhan Günay yer alıyor.
Selçuk Baran Öykü Ödülü’nün katılım koşullarını buradan öğrenebilirsiniz.


Devamını Oku

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013 Sonuçları Açıklandı

Günışığı Kitaplığı tarafından düzenlenen Zeynep Cemali Öykü Yarışması'nın sonuçları açıklandı.

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013 Sonuçları açıklandı
Günışığı Kitaplığı da usta öykücü Zeynep Cemali’nin anısına 6, 7 ve 8. sınıfların katılımına açık bir öykü yarışması düzenledi. Arkadaşlık temasını içeren ve öğrencilerin duygularını yazarak ifade etmesini amaçlayan yarışmanın sonuçları açıklandı.
Buna göre birincilik ödülünü Işık Yağmuru adlı öyküsüyle yarışmaya Edirne'den katılan 7. sınıf öğrencisi Dilara Karabekmez, ikincilik ödülünü, Bir Deniz Feneri Vardı: Yalnız… adlı öyküsüyle yarışmaya Mersin'den 6. sınıf öğrencisi Sıdıka Selin Çolak ve üçüncülük ödülünü ise Mızıka adlı öyküsüyle yarışmaya İstanbul'dan katılan 8. sınıf öğrencisi Beyza Çelik kazandı.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın izni ile ülke genelinde yapılan yarışmanın seçici kurulu ise şu isimlerden oluştu: Necati Güngör, Gülsüm Cengiz, Aslı Tohumcu, Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün ve Dr. Müren Beykan.

Öyküler yayınlanacak!
Yarışmada kazanan öykülerin yazarları Zeynep Cemali Edebiyat Günü adlı konferans sonunda yapılacak törende ödüllerine kavuşacak. 28 Eylül 2013 günü yapılacak törende ödülleri edebiyatın usta isimleri verecek. Öyküler ise “Ödüllü Öyküler 2013” adlı kitapçıkta yayınlanacak.
Ödül törenine İstanbul dışından katılacak öğrenciler, velileri ve öğretmenleri yarışmayı düzenleyen kurumun davetlisi olarak İstanbul’da ağırlanacaklar.
Devamını Oku

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Yazarlar neden yazarlar?

İnceleme, araştırma ve deneme çalışmalarının yanı sıra öykü ve gezi yazılarıyla da tanıdığımız yazar Feridun Andaç’ın, ülkemizden 50 yazara yönelttiği, “Okuma serüveninden yazma eylemine uzanan yolunuzu anlatan bir deneme yazar mısınız?” sorusuna verilen yanıtlar, Varlık Yayınları tarafından 2004 yılında kitaplaştırıldı. 

Yazarın kitabı adlı eserden bazı yazarların yazarlık serüveni üzerine sözleri
“Yazarın Kitabı” adını taşıyan kitap, Oktay Akbal, Fakir Baykurt, Oya Baydar, Elif Şafak, Ferit Edgü, Muzaffer İzgü, Tarık Dursun K., Orhan Pamuk, Feyza Hepçilingirler, Orhan Duru, Murathan Mungan, Şebnem İşigüzel gibi edebiyat dünyamızın ünlü kalemlerinin, yazarlığa nasıl başladıklarının cevaplarını içeriyor. İstanbul Üniverisitesi İletişim Fakültesi İletim Gazetesi tarafından 2005 yılında yayımlanan bu makaleyi sizlerle paylaşıyorum.

‘Bir yazara, görüşlerini kesinlikle sormayın’
Oktay Akbal Nasıl yazar olunur sorusuna cevap verdi.
Oktay Akbal
Oktay Akbal, “Nasıl Yazar Olunmaz?” başlıklı denemesinde, yazar olmak isteyen gençlere birtakım tavsiyelerde bulunuyor. “Nasıl öykü yazabilirim ya da şair olabilirim?” ya da “Bende yetenek var mı, siz okuyun yazdıklarımı, söyleyin” sorusunu soran gençlere Akbal, “Ne bana, ne de başkasına bunu sormayın. Kendinize güveniniz varsa, yazın yazın yazın. Ama başkasına, hele bir yazara kesinlikle sormayın düşüncesini” yanıtını verdiğini aktarıyor. Yazarken, başkaları için değil kendimiz için yazmamız gerektiğine değinen Akbal; ünlü yazarların zaaf sahibi olduklarını, kendi yolundan gidenleri sevdiklerini belirtiyor ve “Oysa edebiyatta, sanatta özgünlüktür önemli olan, kimseye benzemeyeni yapmak, güçlü olmak, ilk olmak” diyor. Oktay Akbal, denemesinin sonunda, “Öğütle, dersle, arka çıkmakla ‘yazar’ olunamayacağını bir kez daha belirtmek için kim ‘Ben yazar olmak istiyorum, bunun yolu nedir?’ diye sorarsa, onun yazar mazar olamayacağını anlatmak istedim” diyor.

Fakir Baykurt yazar olma serüvenini anlatıyor.
Fakir Baykurt
Yüz oku, on yaz, bir yayımla
Yazarlık serüveni şiirle başlayan ama daha çok öykü ve romanlarıyla tanınan, 6 yıl önce 70 yaşındayken kaybettiğimiz ünlü yazar Fakir Baykurt, kendini, dünyada kitaplardan en çok yararlanmış insanlardan biri olarak gördüğünü ifade ediyor. Yaşadıkları köyde kitaba ulaşmanın zorluklarına değinen Baykurt, Gönen Köy Enstitüsü’nün bu açığı kapatmadaki önemine işaret ediyor. Öğretmeninin “Yüz oku, on yaz, bir yayımla!” sözünden hareketle, içindeki yazma isteği arttıkça, okuduğu kitap sayısının da o oranda arttığını anlatan Baykurt, “İyi bir yazar olmadan önce, iyi bir okur olmak gerekir. Nasıl yemek yiyor, su içiyorsam, öyle kitap okuyordum. Ekmekle, yemekle midemi, kitaplarla kafamı doyuruyordum” diyor.

Bütün hayatımı bir odada geçirebilirim
Orhan Pamuk yazar olma serüvenini anlatıyor.
Orhan Pamuk
"Yazarın Kitabı”nda, “Öte Renkler” kitabının bazı bölümlerinden alıntılarla yer alan Orhan Pamuk, şunları söylüyor: “Benim için önemli olan, yazıdaki cümlelerin sahici gözükmesidir, ama bu her zaman deneyimin sahici olması anlamına gelmez. Yazdığım bütün kitaplar bir bütün teşkil ediyor ve bu bütün de benim ruhsal hayatıma tekabül ediyorsa, önemli olan budur. Benim ruhsal hayatımın dolu, zengin bir hayatla beslenip beslenmemesi önemli değildir. Bütün hayatımı bir odada geçirebilirim. Bu benim için bir kayıptır elbette. Ama isterim ki, yazdığım kitap da, bütün hayatını odada geçirmiş birinin kitabı olsun. Ben böyle bir hayatı istediğim için yazar oldum. Hayat denilen ve akıl karıştıran o karmaşaya adımlarımı atmakta çekingendim. Çekingenlikten çok sıkılgandım. Başkalarının zevk aldığı anlarda, bu anlardan onlar kadar zevk alamayan biriydim. Bütün kış kıyıda durmuş bir sandalı kıyıya indirmenin zevki… Ben de zevk alabilirim bundan ama bir süre sonra içimden bir sesin bana “odana git, odana git ve hayal kur” diyeceğini bilirim. Bu nedenle ben sandalı suya indirir ve hemen eve dönerim.”

Oya Bayda nasıl yazdığını ve yazar olduğunu anlatıyor.
Oya Baydar
‘Yazmasam çıldıracaktım’
Araştırmacı ve eylem kadını olarak tanınan yazar Oya Baydar, yetiştiği evde hep okumaya özendirildiğini, armağanların hep kitap olduğunu söylüyor. 6 yaşında, “best-seller” üç ciltlik Amber romanını ve Anna Karenina’yı okuduğunu aktaran Baydar, “İlk şiirimden 55 yıl sonra son romanımı yazarken de beni yazma edimine iten; içimde birikmiş, yüreğimi kabartan, beynimi zorlayan duyguları düşünceleri dışlamak, aktarmak, paylaşmak isteğiydi. İstekten de daha güçlü bir şey: Sait Faik’in unutulmaz sözüyle, “Yazmasam çıldıracaktım” duygusu” diyor.

Benim gibi asosyal bir kadın için yazarlık biçilmiş kaftan
Şebnem İşigüzel yazar olma serüvenini anlatıyor.
Şebnem İşigüzel
Şebnem İşigüzel: Nasıl yazar oldum? Yazar olacağımı benden başka herkes biliyor, yazar olmam için elinden geleni yapıyor da benim bundan haberim yok gibiydi. “Truman Show” gibi absürd bir durum söz konusuydu. Güya doğum anımda yıldızlarım beni parlak bir yazar yapacak şekilde dizilmiş, kaderimi belirlemişler…
Yazarken, iyi bir kitabı okurken hissettiğim şeyi daha derin hissediyorum: Mutlu oluyorum. Hele yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiğim romanımda olduğu gibi ince bir kurgu oturtmuşsam, bütün rüzgârlara dayanıklı bir iskambil şatosu kurmuş gibi seviniyorum. Benim gibi asosyal bir kadın için yazarlık biçilmiş kaftan. Böylece kurduğum hayatta beni eğlendirecek, asla kalbimi kırmayacak bir sürü dost edinebiliyorum. Kendimi onların Tanrısı ilan ediyorum. Oyuncaklarıyla oynayan bir çocuk gibi keyifleniyorum.

Elif Şafak yazar olma serüvenini anlatıyor.
Elif Şafak
Diğerlerini sergiledikçe, kendimdeki uyumsuzluğu saklayabildiğimi sanıyordum!
Elif Şafak: Mahalle evlerinin tekdüze bahçelerinde sıkıntıdan kıpkırmızı kesilmiş elmaların üzerine, okunmuş gül dikenleri saplardı anneannem. Bana gelince, işin ‘okunma’ kısmından ziyade, ‘yazma’ kısmıyla alakadar olmaya başlamıştım o günlerde. 6 yaşındaydım. Güzel günlüklerim vardı ve bir de asla günlüklerim kadar güzel olmayan günlerim. Günlükler, aynakeş birinci tekil şahısların sadık vakanüvisleriydi. Hayatın bir merkezi, o merkezin de günlüğü tutan kişi olduğunu zannettiriyor; ballandıra ballandıra, sündüre sündüre BEN diyebilmeyi mümkün kılıyorlardı. Oysa kendime değil, tamamen başkalarına dairdi o dönemlerde tüm karaladıklarım. Kendinden alabildiğine emin bir halde, hele hele tannazane bir biçimde BEN diyebilmek, yaşadıkları yalnızlığı temelde kendi seçenekleriymişçesine algılayanlara mahsus bir ayrıcalıktır.
Bense, o hodbin perdeden gürleyemeyecek kadar seçeneksizdim muhtemelen ve bir o kadar da korkularla kuşatılmış. Bu yüzden işte, mahremiyete itina göstermeyen kalabalıkların boğuculuğundan kaçarak, kendine ait bir odaya çekilmek biçiminde tezahür etmedi bende yazma isteği. Tam tersine, üstüme üstüme sırlanmış/kapanmış kapılarda, firarperest aralıklar açabilme arzusuyla başladım yazmaya. Böylelikle, günlerimin nasıl geçtiğini değil, aynı zaman diliminde, bir öte yerde, ismini işitmediğim, cismine tanıklık etmediğim insanlar arasında günlerin nasıl geçtiğini hayal ediyorsam onu yazıyordum günlüklerime. Hayali/hakiki “diğerleri”ni sergiledikçe, kendimdeki uyumsuzluğu saklayabildiğimi sanıyordum; belki Tanrı’nın, belki insanların gözünden, belki de salt kendiminkinden…

Yazdıklarıma karşı acımasızım!
Orhan Duru yazar olma serüvenini anlatıyor.
Orhan Duru
Orhan Duru: Yazma eylemi bir doğum yapmak kadar zor. Bir yandan gerçekleri, güncel olayların gerisindeki gizemleri yakalamaya çalışacaksınız, bir yanda bunu kendinize özgü bir biçimle gerçekleştireceksiniz, bunları yaparken de ilginç, değişik, çağdaş ve küresel nitelikleri sergileyeceksiniz…
Yazdıklarıma karşı acımasızım. Onların çoğu sürekli bir didişmenin ürünüdür. Öykülerimi yayımlamadan önce dinlenmeye bırakırım. Son biçimlerini aldıklarına güvendiğim anda yayımlarım ancak…

Tarık Dursun K. yazarlık serüvenini anlatıyor.
Tarık Dursun K
Yazar, insana bakmasını bilendir
Tarık Dursun K..: Yazarlık bana sorarsanız, bir yetenek işidir; bir üretken olmadır, kendini disiplin altına almaktır, yazmayı olabildiğince sürdürmektir, fakat gerçekte “aslolan”; bunların hepsini devşirecek, yazarı yazar kılacak insanı değerlendirme yetisinin varolması zorunluluğudur. Yazar, insana bakmasını bilendir. İnsanın sorunlarına eğilen, ona kendinden de bir şeyler katabilme özverisiyle yaklaşan, onu her türlü gerçeği ile birlikte kendi bilinç süzgecinden kâğıt üzerine dökebilendir. Ha deyince olmaz bu da. Bir ustalar katmanını değerlendirecektir önce. Nasıl yazıldığına, nasıl değerlendirildiğine, nasıl biçimlendirildiğine bakacak, onu özümseyecek, ona öykünecektir. İnsanın yaptığı her şeyin doğanın, doğadakinin bir öykünmesi olduğu savı doğrudur. Yazar da bunu yapar romanında, hikâyesinde. Ne var ki, değiştirir, yeniden biçimlendirir, olması gerektiği, gerekliliğine inandığı doğrultuda oluşturur. Yeniler onu, yaratır. Yazarı yazar yapan, “sıradan” ya da “alelade”likten çıkaran da bu yanıdır. Böyle bir yanı olmayan da yazardır elbet, ama “işte öyle bir yazar”dır: Kimliksiz, kişiliksiz, yarınsız bir yazar.

Yazıya girişin bir ses tonu olmalıdır
Server Tanilli yazarlık serüvenini anlatıyor.
Server Tanilli
Server Tanilli: Bir yazıyı yazmadan önce, sahneye çıkacak bir sanatçı gibi hazırlanırım; senaryo önemlidir, ama onun icrası da önemlidir. Yazıya girişin bir ses tonu olmalıdır. Yazı, kendi içinde çeşitli aşamalardan geçer ve sonunda konu, en can alıcı bir vurgulama ile noktalanmalıdır. Örneğin Cumhuriyet’te cuma günleri yayımlanan her yazım, birkaç günümü alır. Şu hesapça, gazeteci olsaydım, her gün bir yazı yazamayacağıma göre aç kalırdım. Ama her gün bir yazı yazanlara da gıptayla bakmışımdır.


Feridun Andaç tarafından derlenen Yazarın Kitabı
Yazarın Kitabı
Hayranlık duyduğumuz, yapıtlarını beğenerek okuduğumuz yazarların yazım serüvenleri çoğumuzun ilgisini çeker. Bir okur olarak çıktıkları edebiyat yolculuğunda hangi süreçlerden geçtiklerini, yazarlığa doğru nasıl yol aldıklarını ve yazmaya, yazar olmaya nasıl karar verdiklerini merak ederiz. Feridun Andaç'ın 50 yazara yönelttiği, "Okuma serüveninden yazma eylemine uzanan yolunuzu anlatan bir deneme yazar mısınız?" sorusuna verilen yanıtlar, bu konuya ışık tutuyor. Mutlaka okunmalı.
Devamını Oku

16 Ağustos 2013 Cuma

Yaratıcı yazarlık eğitimi ne kadar etkili?

Mustafa Kemal Üniversitesi öğretim üyelerinden Yardımcı Doçent Mehmet Temizkan tarafından yapılan bir araştırmaya göre yaratıcı yazarlık eğitiminin öykü yazma becerisini geliştirmede geleneksel yazma eğitiminden daha etkili olduğu tespit edildi. 

Yaratıcı yazarlık yazar olmakta ne kadar etkili?
Yaratıcı yazma etkinliklerinin yükseköğretim öğrencilerinin öykü türünde metin yazma becerileri üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla kurgulanan araştırmada öntest sontest kontrol gruplu model kullanıldı.
Araştırmanın örneklemini Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü 1. sınıflarından birinci öğretim 1/A şubesi (deney grubu) ve ikinci öğretim 1/B şubesi (kontrol grubu) oluşturdu. Araştırmaya toplam 60 öğrenci katıldı ve 10 hafta boyunca uygulanan yaratıcı yazma etkinlikleri sonucunda elde edilen veriler “Öykü Yazma Becerisi Ölçeği” doğrultusunda değerlendirildi. Araştırma sonucunda deney ve kontrol grubundaki öğrencilerin öykü yazma becerisi ölçeğine göre son testte almış oldukları puanlar arasında deney grubunun (yaratıcı yazarlık eğitimi alan grup) lehine sayısal açıdan anlamlı bir fark olduğu belirlendi.

Yaratıcı yazma etkinlikleri yapılmalı!
Araştırma sonucunda yaratıcı yazma etkinliklerinin öykü yazma becerisini geliştirmede geleneksel yazma eğitiminden daha etkili olduğu ortaya çıktı. Ayrıca yaratıcı yazma etkinlikleri öykü yapısının içerik, planlama, karakterler, mekân ve zaman gibi yazma öğelerinde deney grubunun lehine anlamlı bir etki oluştu. Araştırmanın tavsiye bölümünde Türkçe derslerinde yaratıcı yazma etkinliklerine yer verilmesi ve yazmaları için öğrencilere güven ortamı sağlanması gerektiği belirtildi. Öğretmen yetiştiren kurumların ilgili bölümlerinde yaratıcı yazma dersleri oluşturulması, öğretmen adaylarının yaratıcı yazmanın hem kuram hem de uygulama yönleriyle nitelikli bir biçimde yetiştirilmesi gerektiği de vurgulandı.
Araştırmanın tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.

Yaratıcı yazarlık hakkında diğer araştırmalar
Yaratıcı yazma etkinliklerinin eğitim öğretim ortamlarında verimli bir şekilde kullanılabileceğine ilişkin başka araştırmalar da bulunmaktadır. Albertson, Billingsley ve Felix’in (2001) birlikte yaptıkları araştırmada strateji öğretimi ve öz düzenleme (self-regulation) becerisi ile yaratıcı yazma becerileri arasındaki ilişki incelenmiştir. Araştırmada yaratıcı yazma etkinliklerinin uygulanmasından sonra öğrencilerin öz düzenleme becerilerini de kullanarak daha nitelikli metinler yazdıkları ortaya çıkmıştır. Ediger (1994) çalışmasında öğrencilerin yaratıcı yazma becerilerini geliştirebilecek bazı etkinlikler önermektedir. Bunlar arasında arka arkaya gösterilen saydamların içeriğini mısra, dize, düz yazı gibi farklı şekillerde özetleme, uzun sayılabilecek masallar yazma, resimlerden hareketle şiirler yazma, bir metnin sonuç bölümüne ek yazma, metne farklı bir sonuç yazma, metnin içeriğindeki bazı noktaları değiştirme, kitaplardan seçilmiş bir karakterle görüşme yapma gibi etkinlikler yer almaktadır.

Yaratıcı yazma becerisi geliştirilebilir!
Çalışmada yaratıcı yazma ile ilgili bu etkinliklerin öğrencilerin olaya dayalı metin yazma becerilerini geliştireceği vurgulanmaktadır. Salim (2003) araştırmasında bellek geliştirme etkinliklerinin hem okuduğunu anlama hem de yaratıcı yazma becerisi üzerinde olumlu etkilere sahip olduğunu belirlemiştir. Bu durum yaratıcıcılık ve yaratıcı yazma becerisinin geliştirilebilir olduğunun bir göstergesidir. Kutno (1993) 6. sınıf düzeyindeki öğrencilerin olaya dayalı türlerde yazı yazma yeteneklerini geliştirmek amacıyla uyguladığı 14 haftalık bir program sonunda yaratıcı yazma etkinliklerinin öğrencilerin olaya dayalı metin yazma becerileri üzerinde olumlu yönde etkili olduğunu belirlemiştir.

Bir araştırma da Singapur’da 
Majid, Kay ve Soh (2003) Singapur’daki ilköğretim öğrencilerinin yaratıcı yazma becerilerini geliştirmek amacıyla bir “Yaratıcı Yazma Program”’ı uygulamışlardır. Programda öğrencilerin ilgilerini çekebilecek nitelikte olmasına özen gösterilen “Doğaüstü, Uzayın Derinliklerine Yolculuk, Cesaretli İnsanlar, İcatlar ve Mucitler” temaları üzerinde çalışılmıştır. Elde edilen veriler “özgünlük, akıcılık, esneklik, seçicilik, sözcük zenginliği, cümle yapısı ve dil bilgisi açısından doğruluk” alt boyutlarını içeren bir ölçme aracıyla değerlendirilmiştir. Sonuç olarak “Yaratıcı Yazma Programı” uygulanan öğrencilerin yaratıcı yazma becerilerinin ölçekte bulunan her bir alt boyut doğrultusunda deney öncesine göre anlamlı bir düzeyde geliştiği belirlenmiştir.

Yazamayanlar küçük öykü yazmaya başladı! 
Mehmet Temizkan’ın araştırmasını destekleyen önemli çalışmalardan birisi de Conroy ve arkadaşları (2009) tarafından gerçekleştirilmiş. Bu çalışmada araştırmacılar ilköğretim öğrencilerinin yazmaya ve özellikle de yaratıcılığa yönelik isteklerini artırmayı amaçlamaktadır. Bu amaçla araştırmacılar çoklu zekâ kuramına uygun olarak bir “Writer’s Workshop Program” hazırlamışlar ve bunu öğrencilerle birlikte uygulamışlardır. Araştırma boyunca araştırmacıların uyguladıkları etkinlikler sonucunda öğrencilerin yazılı anlatım beceri düzeyleri % 55’ten % 72’ye yükselmiş. Uygulama öncesinde velilerin % 22’si çocuklarının evde serbest yazmaya zaman ayırdıklarını belirtirken bu oran uygulama sonrasında % 39 olmuştur. Uygulama öncesinde hiçbir konuda yazı yazmadıklarını belirten öğrencilerden % 21’i uygulama sonrasında küçük öyküler yazmaya başlamıştır. Araştırmacılar uygulamadan sonra öğrencilerin özellikle yazmanın planlanması, yaratıcılık, cümle yapısı, öykü ögeleri konularında kendilerini geliştirdiklerini belirtmektedirler.
Devamını Oku

12 Ağustos 2013 Pazartesi

Dilek Balonu (Öykü)

Dilek Balonu adını taşıyan bir öykü.
Sıkıntıdan patlıyordu. Günlerden cumartesiydi ve onu kimse aramamıştı. Yalnızdı. Öğle üzeri evden istemeyerek çıktı. Nereye gideceğini bilmeden yine düştü yollara.
Bakırköy’e gitmeye karar verdi sonra. Otobüse bindi. Umutsuzdu. Günün ne getireceğini bilmiyordu, belirsizlik tüm zihnini kaplamıştı. İşsizdi. Mevsimlerden yazdı. Şehir boşalmış, insanlar gönlüne göre bir tatil beldesi seçmiş ve çok sevdikleri, bir o kadar da nefret ettikleri İstanbul’u terk etmişlerdi.

Bakırköy eskisi kadar olmasa da yine de kalabalıktı. Meydandan aşağıya indi. Pusuya yatmış İngilizce kursu simsarlarının arasından geçerek İstanbul Caddesi’ne vardı. Caddenin en havalı alışveriş merkezine doğru yoluna devam etti. Müdavimi olduğu, filtre kahvesine bayıldığı, ikonu denizkızı olan meşhur kahve dükkânları zincirinin en üst kattaki kitapçıya komşu, teras katında oturmaya niyetlendi. Ama önce bunaltan Ağustos sıcağından kaçmak, birkaç kitap karıştırıp içinden pasajlar okumak için kitapçıyı dolaşmaya karar verdi.

Kitapçının geniş kapısından içeri girdi. Müzik market bölümüne ilgi göstermeden çiçek bahçesini çağrıştıran kitap raflarının arasında dolaşmaya başladı. İlgi alanlarına göre ayrılmış rafların birinden gözüne kestirdiği bir kitabı seçiyor, önce kapağını inceliyor, arka kapak yazısına üstünkörü bakıyor, sonra rasgele bir sayfa açıp içinden pasajlar okuyordu.

Ara sıra kırmızı kalp logosuyla tanınan Türkiye’nin en köklü yayınevlerinden birinin kundaktaki bebek gibi plastikle kaplanmış kitaplarına rastlıyor, kitabı açamadığından sadece arka kapak yazısını okuyabiliyordu. İçinden yayınevine kallavi bir küfür salladıktan sonra “Okuyucuyu neden reklâm kokan arka kapak yazısına mahkûm ederler ki? Yazık. Oysa kitabın içinden bir cümle okuru kolayca tavlar.” diye söyleniyordu.

Ne aradığını bilmeyen çocuklar gibi dolaşmaya devam etti. Dünya klasikleri bölümüne geldiğinde ilk olarak Karamazof Kardeşler gözüne çarptı. Okuma alışkanlığının başlangıcı olan kitabı özenle eline aldı. Eski bir sevgilinin fotoğrafına bakan aşık gibi hissetti kendini. Yüzünde anılarının canlandığını belli eden bir tebessüm belirdi. Kitabın yazarı Dostoyevski’nin psikolojik tahlilleri sayesinde genç yaşında insanları, hayatı daha iyi kavradığını unutmamıştı. Bilge yazar kitabıyla ona, insan ruhunun karanlık, gizemlerle dolu yanlarını armağan etmişti. Romanın kahramanı Alyoşa da hala zihninin bir köşesinde saklı duruyordu. Bu kitap sayesinde Rus edebiyatına yelken açmıştı. Tolstoy, Turgenyev, Gorki gibi dönemin üstatlarının kaleminden, Çarlık Rusyası’nın arka planda olduğu hikâyeler okumuş, bilmediği bir dünyayı keşfe çıkmıştı. İçlerinden onu etkileyen en çok Puşkin’in Yüzbaşının Kızı adlı romanı olmuştu.

Klasikler rafının ikinci katında Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi adlı romanı “Ben de buradayım!” der gibi ona bakıyordu. Paris ve Londra’da geçen hikâyeden aklında kalan en ilginç ayrıntı on yedinci yüzyılın sonlarında Paris’te kanalizasyon şebekesi olmadığı için insan dışkılarının sokaklardan oluk oluk akmasıydı. Bu nedenle kadınlar elbiseleri boka batmasın diye yüksek topuklu ayakkabılar giyiyordu. Şimdilerde kadınların tutkunu olduğu bacaklarını biçimlendiren topuklu ayakkabıların ortaya çıkış öyküsü böyle ilginç bir nedene dayanıyordu. Elbette o dönemde temizlikten nasibini alamamış Fransız toplumunun kötü kokuları bastırmak için ürettiği parfümlerin dünyanın en güzel ürünleri olması da daha sonraları çok sevdiği Koku romanını okumasına vesile olacaktı.

Romandan aklında kalan sadece bu küçük ayrıntı değildi. Yazar hakkında bilgi veren bölümü okuduğunda sıra dışı bir anekdotla karşılaşmıştı. Yazar, turistik bir gezi için New York’a ziyarete gittiğinde onu tüm şehir halkı karşılamış, sokaklarda uzun kutlama kortejleri oluşturmuş. Kalabalıkların arasında halkı selamlayarak gezen Charles Dickens’ın başından aşağıya gül yaprakları ve konfetiler dökülmüş. Amerika’daki hayranları tarafından zamanımızın pop yıldızları gibi karşılanan yazar, New York limanından sandık sandık kitabın Amerika’ya taşındığına da şahit olmuş. Bu olay on sekizinci yüzyılda çok okuyan bir topluma sahip olan Amerika’nın neden icatlar çağının anavatanı olduğunun ispatıydı.

Vakit öldürmek için plansızca başladığı gezisine devam etti. Elindeki kitaptan bir şeyler okuyan genç okurların arasından geçti. Türk edebiyatı bölümüne geldiğinde uğramadan yapamadığı bir yazar onu yeni kitabıyla selamladı: Murathan Mungan imzalı Tuğla. Son dönem Türk edebiyatın dili en iyi kullanan yazarlardan biri olan Mungan’ın şiirleri sayesinde pek çok güzel dilberin gönlünü çalmıştı. Kapak fotoğrafını biçimsiz bulduğu kitaptan birkaç satır okudu. Onu tavlayacak cümleyi bulamadı. Kitabı yerine yerleştirdi ve oradan ayrıldı.

Gözleriyle rafları takip ediyor, küçük adımlarla oradan oraya dolanıyordu. İnsanın ruhunu dinginleştiren kitapçının serin havasına arka fondaki duygusal şarkının melodisi eşlik ediyordu. Sayıca kadınların fazla olduğu kitap gezginleri bal arısı gibi raflarda çiçek açan rengârenk kitapları tek tek ziyaret ediyordu.

Her çiçekten bal almalı sözünün hatırına kişisel gelişim kitaplarına da göz gezdirdi. İnsanı gaza getiren cümlelerle, uygulamalarla dolu kitaplar meleklerden yardım istemekten tutun da kaderinizi yönetmeye kadar evrenin tüm sırlarını size ifşa ediyordu. Kuantum kelimesi kitap isimlerinin en popüler sözcüğüydü. Fizikçiler tarafından gizemi halen çözülememiş kuantum teorisinin hayata olan etkisini anlatan kişisel gelişim kitapları, okuyanına mucizelerle dolu bir yaşamın kapılarını açtığını iddia ediyordu. Zenginlere mutluluk, bekârlara kısmet, yoksullara para, yalnızlara sevgili, eziklere cesaret vaat eden kişisel gelişim kitapları falcılar gibi sizi avucunuza alıyor, inanmasanız da zihninizi fethetmeyi başarıyordu. Kitaplardan birinde okuduğu birkaç cümleden sonra Murat’ın yüzünde alaycı bir ifade belirdi. “Saçmalık!” diyerek kitabı aldığı rafa koydu. O bölümden ayrılırken John Lennon’un bir sözünü tekrarladı: “Hayat gelecek için planlar yaparken başımıza gelenlerdir.”

Kitapçıdaki yolculuğu neredeyse bir saatti bulmuştu. Günün başlangıcındaki can sıkıntısı gitmiş, yerine her biri farklı bir dünyanın kapısını aralayan kitapların insana huzur veren dinginliği gelmişti. Arada sırada kafasını kaldırıyor, neler olup bittiğine bakıyordu. Kırmızı tişörtlü mağaza görevlileri rafların arasında geziniyor, kimisi dağılmış kitapları düzene sokuyor, kimisi de aradığı kitabı bulamayan kitap kurtlarına yardım ediyordu. Müşterilerden bazıları da DVD bölümünde sevdiği filmlere bakınıyordu. Müzik CD’lerinin olduğu kısım ise oldukça ıssızdı. İnternetten bedava indirilen şarkılar yüzünden müzik bölümü öksüz kalmış, eski şaşalı günlerini geride bırakmıştı.

Tekrar kitaplara döndü. Dünya edebiyatı bölümüne geldiğinde onu bu rafın kralı olan Jean Paul Sartre selamladı. Üniversite yıllarında tanışmıştı onunla. İlk olarak İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç, oluş ve bitiş dönemlerini ele aldığı üçlemesi olan Bekleyiş, Tükeniş ve Uyanış adlı kitaplarını okumuştu. Zamanın ruhunu bu kadar iyi yansıtan başka bir yazarla tanışmamıştı henüz. Sözcüklere gösterdiği özen, kahramanlarının iç dünyasına yaptığı yolculuk, ortaya koyduğu felsefe onu çok etkilemişti. Varoluşçu akımın kurucu babası sayılan Jean Paul Sartre’ın en çok takdir ettiği davranışı ise birçok romancının almak için takla attığı Nobel edebiyat ödülünü reddetmesiydi.

Yazarın Bulantı adlı kitabının sayfalarını karıştırırken, omuz hizasındaki kitap rafının karşı tarafında siyah kalın çerçeveli gözlükleri burunun üzerine düşmüş esmer kızı gördü. Bakışları kızın üzerine düşer düşmez soğuk bir ürpertinin teninde gezindiğini hissetti. Şaşkınlığını atlatınca kızın görünümünü incelemeye başladı. Koyu kırmızı kalın dudakları, pürüzsüz boynunun vücuduyla birleştiği yere kadar kesilmiş kömür karası saçları, düşünceli bakışlara sahip zeytin gözleriyle uyum içindeydi. Göğüs kısmı hafiften açılmıştı. Esmer teninin üzerindeki siyah renkli parlak taştan yapılmış irice haç göze çarpıyordu.

Kızın elindeki kitabı göremese de sayfalarını dikkatlice incelediğini bakışlarından anlıyordu. Kitabı bıraktıktan sonra gözleri özenle raflardaki kitaplarda geziniyor, içlerinden birini kuğu gibi zarif bir hareketle ele geçirip incelemeye başlıyordu.

Murat, kızı takip etmeye başladı. Hangi bölümde durursa onu karşıdan gören bir yer seçiyor, elindeki kitabı yalancıktan karıştırıyormuş gibi yapıyor, gözlerini ondan alamıyordu. Bir ara yan yana geldiklerinde belli etmeden ara sıra yan gözlerle kıza kaçamak bakışlar atıyordu. Siyah daracık bir şort giymişti. Yaz güneşinin izlerini taşıyan kalın fakat biçimli bacakları pervasızca ortadaydı. Üzerindeki gri tişörtte bir takım iç içe geçmiş harflerden oluşan bir güruh bulunuyordu. Bol tişörtüne rağmen büyük göğüsleri varlığını belli ediyordu. Tahminen yirmili yaşların ortasında olan genç kızın ayağında Converse ayakkabıları vardı. Çorap giymemişti.

Murat ne olacağını umursamadan efsunlanmış gibi kızın peşinde dolanıyordu. Avını pusuda yatmış bekleyen, az sonra saldıracak olan aslan gibi tanışma planları kurguluyordu. Bir ara yanına gidip sıradan bir kitapçıda tanışma tiyatrosu oynamaya karar verdi. Tiradları belirledi, konuşmanın akışını tasarladı. Sonra vazgeçti. Sıkıcı bulmuştu bu fikri. Bu sırada kız sevinçle gülümsedi. Yavrusunu okşayan bir anne gibi ellerini bulduğu kitabın üzerinde gezdirdi.

Murat kızın raftan aldığı kitabı aklına nakşetti. Kasaya doğru gittiğini görünce telaşlandı. Kızı kaçıracaktı. Kaygılı gözlerle her hareketini izliyordu. Esmer kız kitabın parasını ödedi. Kasiyerin poşete koyduğu kitabı aldı. Kitapçıyla iç içe geçmiş kahve satış bölümüne yöneldi. Kasadaki satış görevlisine küçük bir gülümseme ile siparişini verdi. Birkaç dakika sonra genç kızların yaz mevsimindeki favori içeceği buzlu sütlü kahvesini aldı. Terasa açılan kapıdan içeri girdi.

Murat derin bir oh çekti. “Şimdi biraz beklemeli, beş dakika sonra terasa çıkmalı.” diye içinden geçirdi. Kitapçıda bir aşağı bir yukarı yürüyor, nezarete düşmüş sabırsız zanlı gibi volta atıyordu. Vakit geçmek bilmiyor, raflardaki kitaplar da artık onu avutamıyordu. Daha fazla dayanamayacağını anlayınca filtre kahve almak için sıraya girdi. Uzun saatler çalışmaktan yorulmuş yüzü, kızarmış gözleri, memnuniyetsizliğini belirten sarkık dudakları olan kasiyer kıza siparişini verdi. Çok geçmeden kâğıttan yapılmış kahve bardağını kaptığı gibi kendini terasa attı.

Teras kapısının önünde duraksadı. Kalabalık arasında az önce kitapçıda takip ettiği kızı arıyordu. Ortadaki masalardan birinde onu elindeki günlüğü okurken buldu. Bacaklarını dizlerinden kırmış, yanındaki boş sandalyeye koymuştu. Murat dikkat çekmemek için etrafına aldırmayan bir tavırla kızın karşısında bulunan boş masaya oturdu. Çantasından çıkardığı bir kitabı okuyormuş gibi yaparak alımlı esmer kızı izlemeye başladı. Birkaç dakika sonra ortamdaki garip havayı sezinledi. Mekândaki avcı erkekler beleş et bulmuş çakal gibi bir noktaya gözlerini dikmiş, kızın bacaklarını dikizliyorlardı.

İstanbul’un kızlarında olmayan bir hali, buralardan olmadığını belli eden bir tavrı vardı. Etraftaki erkeklerin bakışlarına aldırmadan kendi keyfine göre takılıyordu. Kafedeki diğer kızlar da sinir olmuşlardı bu rahat tavırlı kıza. Kara melek gibi cazibesiyle bütün erkeklerin bakışlarını kendinde toplamıştı. Diğer kızlar ilgi fakiri kalmıştı.

Murat ilk bakışta kızı güzel bulmamıştı ama alımlı, çekici olduğu su götürmezdi. Zaten güzellik kavramı göreceli bir şeydi. Tornadan çıkmış gibi standart ölçülerde, gözlerindeki ışığı sönmüş, etrafa yalancı gülücükler saçan, mal mülk bakımından zengin, ancak ruh fakiri kızlar güzel olabilirdi. Ancak kadının gerçek güzelliği içten gelen ışığın bir kristal elmas gibi yüzünden, gözlerinden yansımasında saklıydı. Kadını farklı kılan o ışığın rengi, tonuydu. Kozmetik tutkunu kadınların fark edemediği de işte buydu. Bu yüzden uyuşturucu müptelası gibi kullandıkları kozmetik ürünler yüzünden ruhları doz aşımından zamanla ölüyordu. Oysaki kitap okumak, hayatı dilediğince yaşamak insanın ruhunu besliyor, farklılığını ortaya çıkarıyor, ışığını güçlendiriyor ve kadınları çekici kılıyordu.

Murat’ın aklından bu düşünceler geçerken kara kız bezle kaplanmış, arka kapağında küçük bir kilidi olan ve üzerindeki kalp kabartmasında Love yazan pembe renkli günlüğünü okumaya devam ediyordu. Masasındaki poşette de az önce kitapçıdan satın aldığı kitap duruyordu. Günlüğünü okurken kara kızın yüzünde ara sıra bir çocuğun saf gülüşüne benzer sıcak, samimi bir tebessüm beliriyordu. Bazen de vişneçürüğü dudaklarını ısırıyor, gözleri şaşa kalıyor, heyecanla nefesini tutuyordu.

İki yabancı bir ara göz göze geldiler. Bu ilk temastan sonra birkaç kaçamak bakış daha yaşandı. Kız onu fark etmişti ama aldırış etmedi. Bir şeyler okurken sıklıkla yaptığı gibi parmaklarını sırayla masaya vurmaya başladı. Murat kızın parmaklarını odaklandı. Önce serçe, sonra yüzük, sonra orta ve en sonunda da işaret parmağı masaya vuruyordu. Hipnoza girmek üzere olan birinin köstekli saati takip etmesi gibi parmakların büyüsüne kapıldı. İnce uzun tırnakların çıkardığı “çıt” sesinden başka bir şey duyamaz olmuştu.

Bu arada kız, günlüğünü okumayı bitirdi. Geçmişinde yaşadığı güzel anları hatırlamanın verdiği mutlukla etrafına neşe dolu bir gülücük fırlattı. Murat harekete geçme vaktinin geldiğini anladı. Daha fazla bekleyemezdi. Cesaretini topladı. Ayağa kalktı. Usulca kızın yanına seğirtti. Kafedekiler tiyatroya gelmiş seyirciler gibi meraklı gözlerle olacakları beklemeye koyuldular. Konuşmalar kesilmiş ses namına çıt çıkmıyordu. Masalardaki boş kağıt bardakları toplayan yeşil önlüklü garson bile durmuş onlara bakıyordu. Nefesini tutmuş herkes onları izliyordu. Rezil olursa büyük fiyasko yaşayacak, tanımadığı insanlara alay konusu olacaktı. Yüzüne güven veren bir ifade kondurdu ve kızla tok bir sesle konuşmaya başladı.

“Merhaba. Ben Murat. Günlüğünüzü okurken sizi izledim. Tatlı tatlı gülümseyişiniz çok hoşuma gitti. Sizin için de uygunsa sohbet etmek isterim?” Nerden çıktı şimdi bu sözler diye içinden geçirdi Murat, Türk filmlerindeki çapkın jönler gibi konuşmasını yadırgadı.

Kızın gülümseyen yüzü düştü, ciddi bir hal aldı.

“Ben ortada sohbet edecek bir neden göremiyorum.”

Kötü bir başlangıçtı. Teklifi reddedilmiş, asık bir suratla terslenmişti. Kafedekiler meraklı bakışlarla Murat’ın ne yapacağını bekliyorlardı. Pes etmeye niyeti yoktu.

“Eğer teklifimi kabul ederseniz pek çok ortak noktamızın olduğunu göreceksiniz. İnancım odur ki bu iyi bir neden olacak sizin için?”

Kız bir ara duraksadı. Alıcı gözüyle Murat’ı süzdü. Kafasını ikiye yana sallayarak “Sanmıyorum” dedi ve gitmesini ister gibi kafasını öne eğdi.

Murat ikinci kez bozguna uğramıştı. Son numarasını yapmak için atıldı.

“Peki. Bana bir şans verin size sohbet etmemiz için bir neden bulayım.

“Nasıl bir şans istiyorsunuz?”

“Eğer poşetiniz içindeki kitabın adını ve yazarını bilirsem benimle sohbet etmeyi kabul edeceksiniz? Anlaştık mı?”

Garip bir teklifti bu. Karşısındaki adam iddiasını ortaya atarken kendinden emin gözüküyordu. Kitabın adını ve yazarını bilmesine imkân yoktu. Tutarlı bir tahminde bulunacak, cevabı bilemese de yine yüzsüzlüğe vurup “En azından denedim, çabamı takdir edip bunun için bile sohbet etmeliyiz” diye yine ısrar edecekti. Çabasını boşa çıkarmak, herkesin önünde onu rezil edip iyi bir ders vermek için teklifini kabul etti.

Murat gözlerini kapattı, kitabın içinde olduğu poşetin üzerinde elini gezdirmeye başladı. Bir sihirbaz edasıyla çenesini hafifçe yukarı kaldırıp eliyle kitabı sanki hissediyormuş gibi küçük hareketler yaptı. Kısa bir süre bekledikten sonra cevabını açıkladı.

“Poşetin içindeki kitabın adı… Buzdolabı Üzerindeki Kız. Ve yazarı… Etgar Keret.”

Kız şaşkınlıktan neredeyse küçük dilini yutacaktı. Birkaç saniye hareketsiz kaldı. Murat buna aldırış etmeden poşeti eline aldı ve içinden kitabı çıkartarak onları izleyen kalabalığa gösterir gibi havaya kaldırdı.

“Daha bitmedi. Madem ikna olmak istiyorsun sana bir sürprizim daha var.”

Elini çantasına attı. Kitaplarının içinden birini alarak kıza doğru uzattı. Poşetten çıkan kitabın aynısı onda da vardı.

“Sanırım bu sohbet etmemiz için iyi bir neden.”

Kızın şaşkınlığı iki kat arttı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Ava giderken avlanmıştı.

“Nerden bildin kitabın adını?” diye çıkıştı sonra.

“Bu da benim sırrım olsun. Ayrıca Etgar Keret okuyan kızlara buralarda pek rastlanmıyor.”

Aslında Murat Etgar Keret’i daha önce hiç okumamıştı. Kızı kitapçıda gizlice takip etmenin verdiği bir avantajdı sadece. Teklifi beklemeden masaya oturdu. Kafedekiler olup biteni dedikodusunu yapmak için sohbetlerine geri döndüler.

“Daha önce de söylemiştim ama tekrarlayayım, benim adım Murat.”

“Aline”

“Değişik bir isim, anlamı ne?”

“Işığın kaynağı anlamına geliyor.”

“Sıra dışı. Türk değilsin sanırım?”

“Hayır, Ermeniyim.”

“Buralardan değilsin galiba daha çok turiste benziyorsun.”

“Aslında ben de Amerika’dan yeni geldim. Bi bakıma turist sayılırım. Okul bitti, ne iş yapacağıma henüz karar veremedim. Kendimi dinliyorum bu aralar. Bir gün cevabını bulunca kolları sıvayacağım.”

“Ne okudun”

“Amerikan dili ve edebiyatı.”

“Ben de sosyoloji mezunuyum”

“Öyle mi ah ne kadar özenmiştim ama kısmet olmadı işte. Nerde çalışıyorsun?

“Üç aydır çalışmıyorum. Uzun yıllar gazetecilik yaptım. Günlük haber akışından sıkıldım. Başka bir mecrada şansımı denemeye karar verdim.”

“Sevindim senin adına. Ne işle uğraşıyorsun?

“Edebiyata meraklandım. Aslında daha önceleri bir yazarlık atölyesine de katılmıştım. Ama yolumu çizememiştim ve nasıl yazacağımı da bilmiyordum. Geçenlerde tesadüfen bir kitap buldum. O bana ışık oldu, yüreklendirdi. Yeniden yazmaya başladım.

“Ne güzel, roman mı, öykü mü yoksa deneme mi yazıyorsun?

“Kısa öyküler yazıyorum. Yayınlanması için değil, sadece alıştırma olsun diye. Yabancı dil öğrenmek gibi. Bilirsin konuşmak için dilin kemiği kırılmalı diye bir tabir vardır. Bu da öyle yaza yaza yazmayı öğreniyor insan. Kurmaca yazma alışkanlığı kazanmak için uğraşıyorum.”

Haklısın, nice yazar bu yoldan geçmiş. İlk yazdıkları ses getirmese bile sonrasında verdikleri eserler büyük olay olmuş.”

“Doğru yoldayım desene. Aslında yazdıklarımı yayınlanması düşüncesinden çok hoşuma giden hissettiğim hal. Yazarken kendimi tanrı gibi hissediyorum”

“Tanrı gibi hissetmek neden seni bu kadar keyiflendiriyor? Varolan dünyayı beğenmiyor musun?

“Kim beğeniyor ki bu gariban dünyayı? Çoğu insan halinden şikâyetçi. Mutlaka eksik bir yanı bizi mutsuz ediyor ve var olanı değiştirmeye çabalıyoruz. Hayat denilen şey de bu çabanın toplamı değil mi?”

“Öyle, ama insan yoruluyor yine de. Değiştirmeyi bırakıyor bir süre sonra. Kendi küçük cennetini kuruyor ve orada yaşamaya başlıyor. Gürül gürül akan bir nehrin kenarındaki küçük su birikintisinde yaşayan kurbağalar gibi.

“Edebiyat benim için bu sanırım kendi küçük su birikintim.”

“Yetmez! Başka uğraşlar, küçük cennetler tatmin etmiyor insanı. Tüm tehlikesine rağmen hayat nehrinde olmak istiyor.”

“Belki de hayata duyulan aşk budur, hayatın bilinmeyen olasılıklar dünyasına atılmak için ihtiyaç duyduğumuz cesaret.”

Suskunluk oldu. Güneş veda ederken dünyaya alacakaranlık ortalığı kaplamak üzereydi.

“Yeşilköy sahile gitmeye ne dersin, dolunay da çıkacak, deniz kenarında oturur izleriz.”

Aline bu ani teklif karşısında biraz düşündü. Ölçtü biçti. Olasılıkları hesapladı.

“Peki. Etgar Keret’in hatırına ama. Sana güveniyorum. Yüzümü kara çıkartmazsın umarım.”

Murat kafeden çıkarken adeta zafer kazanmış bir komutan edası ile etrafındaki çakallara sadece erkeklerin anlayabileceği “Kız artık benim!” der gibi bakış fırlattı.

Kısa bir tren yolculuğunun ardından Yeşilköy’e ulaştılar. Sahilin hemen girişindeki çay bahçesini geçtikten sonra deniz kıyısında, kumların üzerine oturdular. Dalga sesleri, gökteki ay ve yakamozlu denizdeki birkaç gemiden başka kimsecikler yoktu. Yeşilköy sahili Murat’a yitik aşkını gömdüğü Bodrum’u anımsatıyordu.

“Ben şiir de yazıyorum biliyor musun?”

“Beni etkilemeye mi çalışıyorsun yoksa?”

Gülüştüler. Murat’ın yanakları kızardı. Kabahati yüzüne vurulan masum bir çocuk gibi küçük yalanla savuşturmak istedi bu sözü.

“Yoo. Sadece seversin diye düşündüm. Bir de buraya gelince yazdığım bir şiir geldi aklıma.”

“Ezberinde var mı?”

“Var.”

“Okur musun?”

“Peki.”

Ses tonunu ayarladı ve okumaya başladı.

Deniz geceleri simsiyahtır,
Karanlık, ürkütücü bir dehliz gibi
Oysa denizin asıl rengi mavidir
Mavi umuttur, gelecektir
Ben, şimdilerde
Gecenin orta yerinde
Yapayalnız, kapkaranlık bir deniz gibiyim
Bana benliğimi ve ruhumu verecek olan
Güneşi bekliyorum.


“Güzel bir şiir. Kederin, özlemin, umudun sözcüklere işlemiş, ses olmuş. Sana da öyle gelmiyor mu, doğadaki her şey başka bir şeyle anlamlı. O olmadan sen var olamıyorsun. Tıpkı yaprak ve güneş gibi, toprak ve çiçek, gece ve gündüz…”

“Kadın ve erkek gibi…”

“Evet, kadın ve erkek gibi”

Can sıkıcı suskunluktan biri daha girdi araya. Sanki sözcükler onları bir sınıra getiriyor, ötesine adım atmaya cesaret edemiyorlar ya da vakitsizce olduğunu düşünüyorlardı.

Bu sırada, sahilin sol tarafında, turuncu bir ışık huzmesi göğe doğru yükselmeye başladı. Çok geçmeden bir tane daha, bir tane daha. Sanki kandiller havalanmış, balon olmuş uçuyorlardı. Gökyüzünde adeta ateş böcekleri gibi dans ediyorlardı. “Bunlar ne?” diye sordu Aline. “Dilek Balonu” diye yanıtladı. “Kağıttan bir balonun içinde yanan bir kandil var. Sıcak hava sayesinde uçuyor. Balonu havaya bırakmadan önce bir dilek tutuyorsun. O yüzden adını Dilek Balonu koymuşlar.” Manzara harikaydı, denizin üzerinde onlarca balon karanlık gökyüzüne umut taşıyordu.

“Hadi biz de bir dilek tutalım” dedi. Önde Aline arkada Murat koşa koşa baloncunun yanına gittiler. İçlerinden birini seçtiler, gözlerini kapattılar el ele tutuştular. Birbirlerinden habersizce, ruhlarının bir köşesinde, kimsenin bilmediği bir yerde tuttukları en gizli dileklerinden birini seçerek dilek balonu ile gökyüzüne yolladılar. Balonun yükselişini izlerken öylece birkaç dakika durdular. Yan yana duran elleri istemsizce kavuştu. Bir yabancı elin sıcaklığını hissetmek hoşlarına gitmişti. Balon yükseldikçe yükseliyor diğer dilek taşıyan balonların arasında yerini alıyordu. Dalga seslerinin eşliğinde sahilde yürüyerek eski yerlerine dönerken Aline “Söyle bakalım ne diledin?” diye atıldı merakla, heyecanla. Murat hiç sektirmeden, araya boşluk almadan “Seni yaşamayı diledim” dedi.

Aline afalladı. Ne demek istediğini çok iyi anlamasına rağmen bir an inanamadı bu söze. Daha önce duyduğu diğer sözler gibi yapmacık geldi bir an, aniden ortaya atılmış anlık bir istek gibi. Ama sonra düşündü, onu sadece yaşamayı dileyen birine önceden hiç rastlamıştı. Etrafındaki insanların tek derdi ona verilen görevi yerine getirmesiydi. Annesi, babası, öğretmeni, arkadaşları ve eski sevgilileri. Hayatındakiler onun belli kalıplar içinde davranmasını, yaşamasını istiyordu. İlk defa tanımasa da onu sadece yaşamak isteyen birine rastlamıştı. Murat Aline’nin çatal karası gözlerine baktı, sözlerini sürdürdü.

"Bilmiyorum bu ne kadar sürer, birkaç saat mi, bir gün mü, hafta mı ay mı yoksa yıllarca mı ama seni gördüğümde ilk hissettiğim şey seni yaşamaktı."

Aklı kaybolup gitmişti. Sanki bu sözler, çoktandır kilitli tuttuğu, içinde ruhunun özünü sakladığını ve herkesten gizlediği karanlık kuytu odasının anahtarı gibiydi ve kapı hiç beklemediği bir anda açılmıştı. Cennet bahçesinden iki gül gamze olup konuverdi yanaklarına, peşi sıra iki damlayla. Ne yaptığını düşünmeden, kollarını Murat’ın boynuna doladı, dolgun dudakları ile sonrasında hayatında en çok sevdiği insan olacak adamı usulca öpmeye başladı.
Devamını Oku
BlogOkulu Gadgets