ANASAYFA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ANASAYFA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2013 Çarşamba

Minik öykücülerden ödüllü öyküler

Günışığı Kitaplığı tarafından düzenlenen Zeynep Cemali Öykü Yarışması'nda dereceye giren öyküler yayımlandı. Keyifli okumalar.

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013 öyküleri yayımlandı.
Öykücülüğü yaygınlaştırmak, genç nesilleri öyküye özendirmek amacıyla çocuk öyküleri yazarı Zeynep Cemali adına düzenlenen öykü yarışmasının sonuçları 2 hafta önce açıklanmıştı. Günışığı Kitaplığı tarafından düzenlenen yarışma 6, 7 ve 8. sınıfların katılımıyla gerçekleşti.
Arkadaşlık temasını içeren öykü yarışmasında birincilik ödülünü Işık Yağmuru adlı öyküsüyle yarışmaya Edirne'den katılan 7. sınıf öğrencisi Dilara Karabekmez, ikincilik ödülünü, Bir Deniz Feneri Vardı: Yalnız… adlı öyküsüyle yarışmaya Mersin'den 6. sınıf öğrencisi Sıdıka Selin Çolak ve üçüncülük ödülünü ise Mızıka adlı öyküsüyle yarışmaya İstanbul'dan katılan 8. sınıf öğrencisi Beyza Çelik kazandı.

Öyküler yayımlandı
Günışığı Kitaplığı kazanan öyküleri ve okunmalık öykülerden 3 tanesini yayımladı. Siz de bu genç öykücülerin başarısına ortak olun ve yazdıkları çok değerli öyküleri mutlaka okuyun.

Zeynep Cemali Öykü Yarışması Birincisi 2013
Dilara Karabekmez
Çocukların sıklıkla yaşadıkları bir sorunu, temaya uygun olarak öyküselleştirirken inandırıcı ve doğal dil kullanımı nedeniyle...
“Işık Yağmuru” öyküsü 7. sınıf öğrencisi Edirne, Fatih Sultan Mehmet Ortaokulu
Okumak için




Sıdıka Selin Çolak
Zeynep Cemali Öykü Yarışması İkincisi 2013
Temayı yaratıcı bir öykü estetiğiyle kurgulaması ve yaşına uygun duru Türkçe kullanımı nedeniyle...
“Bir Deniz Feneri Vardı:Yalnız... ” öyküsü
6. sınıf öğrencisi Mersin, ODTÜ Geliştirme Vakfı Mersin Ortaokulu
Okumak için




Zeynep Cemali Öykü Yarışması Üçüncüsü 2013
Beyza Çelik
Temayı klasik bir anlatıma yaslanarak öykülerken, kendine özgü bir üslup yaratma çabası ve akıcı anlatımı nedeniyle...
“Mızıka” öyküsü
8. sınıf öğrencisi İstanbul, Bayrampaşa Tuna Ortaokulu
Okumak için




Okunası Öyküler
Yarışmada Okunası Öyküler adıyla 3 öykü daha seçildi. Bu öyküler sırasıyla şöyle

Delfin Tuna
“Denizaşırı Dostluk” öyküsü
7. sınıf öğrencisi İstanbul, Terakki Vakfı Özel ŞişlivTerakki Ortaokulu

İpek Dengiz
“Pembe Bere” öyküsü
7. sınıf öğrencisi Ankara, TED Ankara Koleji

Zeynep Serra Güneş
“Koca Yeşil Göz” öyküsü
8. sınıf öğrencisi İzmir, Karabağlar Fevzi Çakmak Ortaokulu
Devamını Oku

24 Eylül 2013 Salı

Sosyal medya edebiyatı

Ülke gündemini ti ye alan haber bülteni Heberler, sosyal medya edebiyatını masaya yatırıyor.

Sosyal medya edebiyatı ve heberler
Sosyal medyanın günlük hayattan politikaya, iş yaşamından sanata kadar pek çok alanda etkisi ve getirdiği değişimler anlaşılmaya çalışılırken sosyal medya ve edebiyat ilişkisine de göz atmak gerekiyor. Sosyal medya yazarlarının edebiyat alanında boy göstermesi ile birlikte pek çok sosyal medya yazarı kitap yayımladı. Bu kitaplar popüler kitaplar arasında yerini aldı ve okuyucuyla buluştu. Ülkemizde yaşanan gelişmeleri mizah penceresinden ti ye alan haber bülteni Herberler bu konuya da kendi bakış açısıyla yaklaşıyor.

Kelime haznem bitti!
Heber bülteni sunucusu Mehmet Ali Alabora’nın konuğu olan sosyal medya yazarı Seda hanım, sosyal medya yazarlarının hali pürmelalini ortaya koyuyor. Kurgu röportajın en can alıcısı sorusu sosyal medya yazarlarının çıkardıkları kitaplarda genelde çocukluk tespitlerinin olduğu ve bunun tesadüf olup olmadığıydı. Sosyal medya yazarlarını temsili karakteri olarak kurgulanan Seda hanım bu soru karşısında krize giriyor ve şu sözü sarfediyor “Kusura bakmayın, kelime haznem bitti.”
Keyifli seyirler.



Devamını Oku

23 Eylül 2013 Pazartesi

Yaratıcılık için 29 yol

Hayatınızda yapacağınız basit değişikliklerle yaratıcılığınızı ortaya çıkaracak 29 yol. Neler olduğunu merak ediyorsanız sorunuzun cevabı aşağıdaki videoda saklı.

Yaratıcı olmak için öneriler, keşfedin.
Bugüne kadar yaratıcı yazarlığın hep yazarlık kısmı ile ilgili içerikler paylaştım. Bülent Somay’a göre (Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde öğretim görevlisi – Metis Yayınları eski Editörü) yaratıcı yazarlık oksimoron (yan yana gelmemesi gereken iki kelime) olsa da bugün bu kelimenin yaratıcı kısmına ilişkin bir video paylaşıyorum.

Yaratıcılık öneri ile var edilebilir mi?
Bir insan ya da yazar adayı, yazmaya hevesli biri benzersiz bir fikir, kurgu, hikaye nasıl bulur, bulmanın bir yolu yöntemi var mıdır çok tartışmalı bir konu. Ama insanı disipline eden, o yola girmesini sağlayan yöntemlerin herkes için olmasa da bazı insanlarda işe yarayacağını düşünüyorum. En azından bir başlangıç noktası olabilir ya da bazı düşünceleri tetikleyebilir.
Yaratıcılık için 29 yol adlı videoda herkesin yapabileceği çok basit öneriler yer alıyor; not almak, duş almak, kahve içmek, müzik dinlemek, çalışma ortamını temizlemek, eğlenmek gibi. Bunun yanında beni en çok etkileyen önerilerden birkaçı şunlar oldu; kendini hırpalama, iş birliği yap, asla vazgeçme, hata yapmana izin ver, kuralları ihlal et, çerçeve oluştur, başka birinin mükemmeli olmaya çalışma ve bir şeyler bitir.

İki öneri ve çağrıştırdıkları
Çerçeve çizme önerisi bana Bilgi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Kulübü tarafından düzenlenen Yaratıcı Yazarlık Nedir, Ne Değildir? adlı sempozyumunda Murat Gülsoy’un, yaratıcılığın hedefi daraltmakla mümkün olacağını söylemesini hatırlattı. Eğer insan sadece bir çerçeve ile odak noktasını daraltırsa yaratıcılığının artacağını söylüyordu. Daha önce de denemiştim ve işe yarıyor.
Bana yol gösteren bir diğer öneri de bir şeyleri bitirmek oldu. Öyle ya da böyle başlanan bir çalışmayı yarım bıraktığında insan hem odaklanma hem de özgüven açısından yara alıyor. Bir çalışmayı bitirdiğinde beyin denilen makine çalışmaya devam ediyor ve biten bir yazının üzerinden düzenleme yapmak, yeni bölümler eklemek ya da işe yaramayan bölümleri tespit edip kaldırmak daha kolay oluyor.

Sizi etkileyen öneri hangisi?
Videoyu izlemenizi ve sizi en çok etkileyen önerinin hangisi olduğunu yorum bölümüne yazmanızı rica ediyorum, size çağrıştırdıkları ile birlikte, unutmayın sizin deneyimleriniz ya da fikirleriniz başkasına ışık olabilir, keyifli seyirler.

Devamını Oku

22 Eylül 2013 Pazar

Küçürek öykü dünyası: Kargaca

Öykü blogu okumayı sevenlere çok özel bir blog önereceğim bugün: Kargaca. Var edicisi ressam Ayşecan Kurtay, kendi çalışmalarıyla küçürek öykülerini birleştirmiş ve ortaya harika bir blog çıkmış. Keyifle okuyacağınızı umuyorum.

İnternetin karanlık ve derin sularında gezinirken rastladığım çok değerli inci tanelerini sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Küçürek öykü edebiyatımızın az bilinen dallarından biri. Bu yüzden bu alanda eser veren yazarların sayısı da oldukça az. Küçürek öyküyü yazın biçimi olarak seçen, kendi öykülerini yazan, sahip olduğu Kargaca bloğunda yayımlayan ressam Ayşecan Kurtay resim çalışmalarıyla öykülerini bir araya getirmiş. Kadıköy’de bir resim atölyesi bulunan Ayşecan Kurtay, okuyucusunda hem görsel hem de edebi bir tat bırakan Karagca’da, benzerine az rastlanır bir bloga imza atıyor.

İçimdeki geveze: Anlatıcı
Karhaca küçürek öykü blogu
Kendi yaşamından, hislerinden, gözlemlerinden anlatıcısına yansıyan hayatın anlarını küçürek öykü penceresinden sizlere sunan Ayşecan Kurtay, anlatıcıyla olan yolculuğunu şöyle aktarıyor:
Anlatıcıyla boyalar arasında tanış oldum. İçimdeki sessiz geveze gülümseyerek izlerken, “Resim yapmak istiyorum, boyaları tutmak istiyorum” diyordu aklım. Anlatıcı lekeleri figürleştirmeye başladı, düzlemler yetmedi, figürlerim ayağa kalktı bir zaman. Küçük bir kukla ordum oldu, her biri yüz elli santim boyunda. Kerli ferli karakterlerim bana bakıyordu artık.
Bu fırsattan yararlanan sessiz sakinim, kimi zaman boş kağıtlara, kimi zaman resimlere kelimeler düşürmeye başladı. Kelimeleri görmeyi sevdim. Cümleler aramaya başladım. Cümleleri ararken Yeşim Cimcoz’u buldum. Defterlerim olmaya başladı. Altı dakika! Hayatımın önemli zaman ölçüsü. Jale Sancak geldi. Cümleleri çekiştirip uzattım, anlatıcıya izin verdim.
Ayşecan Kurtay’ın büyülü dünyasına, resimlerine yakından bakmak ve çalışmalarıyla özdeşleşmiş öykülerini okumak istiyorsanız Kargaca’yı mutlaka ziyaret edin. Ayşecan Kurtay'ın resim çalışmalarını ise buradan görebilirsiniz.

Devamını Oku

20 Eylül 2013 Cuma

Anadolu yaratıcı yazarlık eğitimi istiyor!

“Yaratıcı yazarlık kurslarından yazar çıkar mı?” başlığı altında tartışmalar süre dursun Anadolu’da yaşayan ve yazar olma, kurmaca metinler yazma yolunda ışık arayan insanlar yaratıcı yazarlık eğitimine ulaşamadıkları için şikayetçiler. 

Anadolu'da yaşayan insanlar yaratıcı yazarlık eğitiminden mahrum kalıyor.
Edebiyatımızda usta/çırak ilişkisi son yıllarda yok denecek kadar az olmakla birlikte yerini yaratıcı yazarlık atölyelerindeki eğitimlere bırakıyor. Her ne kadar bir tartışma konusu olsa da yaratıcı yazarlık atölyeleri yazar olmak isteyenlere ya da kurmacanın, yazmanın, yazma sanatının inceliklerini öğrenmek isteyenlere bir seçenek oluyor. Günümüzde çok sayıda yayımlanan ve okuyucudan kabul gören yaratıcı yazarlık kitapları da bu talebin bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Ancak bu artan talebin Anadolu’da bir karşılığı maalesef yok.

Atölyeler üç büyük şehirde
Kısa bir süre önce 2 yıl ücretsiz eğitim veren Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü'nün duyurusunu yayınladım. Bu iletiyi blogumun sosyal medya sayfalarında paylaştıktan sonra Anadolu’nun pek çok şehrinde yaşayan insanlardan yaratıcı yazarlık eğitimlerinden mahrum kaldıkları yönünde bir serzeniş geldi.
Bilindiği gibi yaratıcı yazarlık kursları / atölyeleri İstanbul, Ankara ve İzmir’de yer alıyor. Haliyle Anadolu’nun diğer şehirlerinde yaşayan insanlar yaratıcı yazarlık eğitiminden faydalanamıyor. Her şehirde yaratıcı yazarlık atölyesinin açılmasının şu anda bir ütopya olduğunu varsayarsak bu talebi karşılayacak çözüm önerilerinin düşünülmesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle ücretsiz eğitim veren kuruluşların yaratıcı yazarlık eğitiminin yaygınlaşması için katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum.

Anadolu ne istiyor?
Bu çerçevede sosyal medya üzerinden gelen bu talebe aşağıdaki önerilerle cevap verilebilir.
Gezici yaratıcı yazarlık atölyeleri: Belirli şehirlerde yaratıcı yazarlık eğitimi veren eğitmenlerin / yazarların yılın belli dönemlerinde yaratıcı yazarlık eğitimi / semineri vermesi.
İnternet üzerinden canlı yayın: Büyük şehirlerdeki yaratıcı yazarlık atölyelerindeki eğitimlerin canlı olarak internet üzerinden yayınlanması. Eğitim verilirken aynı anda onlarca kişi eğitimi internet üzerinden izleyebilir. Ayrıca eğitim sonunda sorular da yine internet üzerinden alınabilir.
Eğitim arşivi: İnternet üzerinden daha önceden yapılmış yaratıcı yazarlık eğitiminin sırasıyla yer alması. Eğitim almak isteyenler her hafta ya da önerilen süre içerisinde bir bölümü internet videosu olarak izleyebilir.
Eğitim CD’leri: Başlangıçtan ileri düzeye kadar çeşitli eğitimlerin, pratik çalışmaların ve yol gösterici nitelikte metinlerin yer aldığı eğitim CD’leri.

Umarım talep dikkate alınır, Anadolu’da yaşayan ve yaratıcı yazarlık eğitimi isteyen insanlar bu imkanlara kavuşurlar.
Devamını Oku

15 Eylül 2013 Pazar

Romancı nasıl yazar?

Murat Gülsoy ve Semih Gümüş’ün hazırlayıp sunduğu TRT Türk'te yayımlanan Açık Şehir adlı programa konuk olan Orhan Pamuk Harvard Üniversitesi'nde verdiği Norton derslerinden derlenen Saf ve Düşünceli Romancı kitabı üzerinden yazma sanatını ve yazma serüvenini anlatıyor. 

Orhan Pamuk Semih Gümüş ve Murat Gülsoy'a konuk oldu.
Bir yazarın yazma serüveni nasıldır sorusu hem okuyucuların hem de yazmaya gönül vermiş insanların en çok merak ettiği konulardan biridir. Daha önce yaşanmamış bir dünyayı yazar kurmacadan ve hayattan aldığı güçle nasıl var ediyor ve bizler okuyucu olarak yazarın var ettiği bu dünyayı nasıl gerçekmiş gibi algılıyoruz? Kahramanlarının peşinden gittiğimiz bu maceranın yapım sürecinde yazar nasıl hissediyor, nasıl düşünüyor ve nasıl yazıyor?
Murat Gülsoy ve Semih Gümüş’ün hazırlayıp sunduğu Açık Şehir programına konuk olan yazar Orhan Pamuk, kendi yazım sürecini anlattığı Saf ve Düşünceli Romancı adlı kitabındaki düşüncelerini paylaşıyor.
Videonun tamamı yazının sonunda yer almaktadır.

Uygun resme uygun kelimeler bulunmalıdır!
Orhan Pamuk, roman - okur ilişkisini şu sözlerle anlatıyor: Roman okurken kafamızda kelimeleri resimlere çeviririz ya da kelimeleri kafamızın içindeki sinemada filmini seyrederiz. Roman okumak kelimelerle anlatılmış şeyleri kafamızda resimlemektir. Ama hepimizin kafamızda değişik bir resim hazinesi var. Bu nedenle hepimiz kelimeleri kendimize göre resimleriz. Yazarlar da bunu bilir. Bu yüzden yazarlar kitapları anlaşılsın diye herkesin resmedebileceği kelimeleri kullanır. Bu işin abc si budur. Romancını temel işlevi kelimelerle okurunun aklında resimler uyandırmaktır. Roman sanatının fotoğraf makinesi ya da resim sanatının yaygın olmadığı zamanlarda keşfedilmesinden dolayı yazarlar okurun kafasında resimler uyandırmaya çalışır. Yazarlık okurun kafasında oluşacak en uygun resme en uygun kelimeleri bulma işidir.

Romancı hem duygusal hem de planlı olmalı
Orhan Pamuk romanın ve romancının özelliklerini anlattığı bölümde ise şunları söylüyor: Bazı yazarlar planlı yazarlar, bazı yazarlar da olay örgüsünün, hikayenin tam ayrıntılarını, yazının hangi istikamete gideceğini bilmeden yazarlar. Bu tarz meselesidir. Ben roman yazmaya başlamadan evvel başını sonunu ortasını bilirim.
Ancak tamamen planlı roman yazamazsınız, şiirsel anlar olması lazım. Nereden geldiğini bilmediğiniz sesler duymanız lazım. Tasarınızı kırıp döküp yaratıcılık anlarınızı dinlemeniz lazım. Kimi zaman da disiplin lazım, içinizden çok yazmak gelse de yazdığınız bölümün kısa olması lazım, genel tabloya uyması lazım. Bu iki ruh hali saf ruh hali ile yazmak, yani içinden geldiği gibi yazmak ile planlı hal yan yana gelmelidir.
Ben kendimi planlı bir yazar olarak görürüm ama pek çok kitabım da da öyle bölümler var ki planlı değil iç sesimi dinleyerek yazdığım anlar vardır.
Bu iki hal her yazarda belirli ölçülerde vardır. Başarılı roman ikisini de aynı anda ruhunda taşımalıdır, bazen biri bazen diğeri öne çıkabilir. Bir romancıda da bu iki hal olmalıdır.

Roman yazma sanatı üzerine Orhan Pamuk’un düşüncelerini, tarzını ve romanın öğelerinin nasıl olması gerektiğini daha iyi anlamak istiyorsanız videonun tamamını izlemenizi öneririm.

Devamını Oku

MSM yaratıcı yazarlık sınavı Ekim’de

Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Merkezi (MSM) Yaratıcı Yazarlık Bölümü her yıl Ekim ayında sınavla öğrenci alıyor. Ücretsiz olan yaratıcı yazarlık eğitimi 2 yıl sürüyor.

Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü
Konservatuar eğitimleriyle her yıl farklı sanat dallarında 1991’den bu yana topluma nitelikli mezunlar kazandıran Müjdat Gezen Kültür ve Sanat Merkezi (MSM), yaratıcı yazarlık bölümüyle de yazar adaylarına kapılarını açık tutuyor.
MSM’nin Kadıköy Ziverbey’deki ilk şubesinde yer alan yaratıcı yazarlık bölümü, sınırlı kontenjan nedeniyle öğrenci alımını sınavla yapıyor. Her yılın Ekim ayında gerçekleşen sınavda başarılı olan öğrenciler 2 yıl boyunca yaratıcı yazarlık alanında eğitim görüyor. Haftanın beş günü sabah 9.00 akşam 18.00 saatleri arasında verilen eğitimlere kayıt olmak için formu buradan indirebilir, gerekli evrakları öğrenebilirsiniz. Başvuruda son gün 30 Eylül.

MSM Yaratıcı Yazarlık Bölümü eğitmenleri
Roman, hikâye, şiir, senaryo, tiyatro oyunu, makale ve diğer yazı alanlarının da dâhil olduğu iki yıllık eğitim sürecinde; Sinema Tarihi, Sinema Yönetmenliği, Yaratıcı Fikir, Öykü Atölyesi, Metin İnceleme, Edebiyat, Dilbilgisi ve Sanat Felsefesi konularında öğrencilere dersleri veriliyor.
Ayrıca öğrenciler, bilgilerini hayata dönüştürme amacıyla MSM Gazetesi’nde etkin görevler de alıyor. MSM Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nde eğitmen olarak şu isimler yer alıyor.
  • Kandemir Konduk (Bölüm Başkanı)
  • Ahmet Çağan
  • Burçak Evren
  • Caner Güler
  • Cenk Gündoğdu
  • Ferhat Uludere (Öykü Atölyesi)
  • Göksel Bekmezci
  • Mehmet Çağan
  • Murad Çobanoğlu
  • Muzaffer Hiçdurmaz
  • Münir Korkut
  • Onur Behramoğlu
  • Sabiha Özdemir
  • Sevin Okyay
  • Sezai Gülşen
  • Sumru Dinçel
  • Süleyman Nebioğlu
  • Tuncer Cücenoğlu
Siz de kaleminize, yeteneğinize, bilgi birikiminize ve yaratıcı yetinize güveniyorsanız bu sınava mutlaka başvurun.
Devamını Oku

Edebiyata dair ucundan kıyısından: Öykünün Ev Hali

Edebiyat blogu okumayı, takip etmeyi sevenlere bir blog önereceğim bugün: Öykünün Ev Hali. Zengin içeriği ile dikkat çeken Öykünün Ev Hali’nin yaratıcısı Fulya Füsun Çetinel Boğaziçi Üniversitesi’nin blogunda da yazar olarak yer alıyor. 

Edebiyat blogu severlere Öykünün Ev Hali
Yaratıcı yazarlık ile ilgili blog yazmaya başladığımda internette araştırma yaparken tanıştım Öykünün Ev Hali ile. O zamanlar sadece yaratıcı yazarlık, edebiyat ve öykü hakkında ev hallerini edebiyatla, yazarlıkla ilişkilendirdiği kısa ama keyifli, yer yer esprili videoları vardı. Yeşim Cimcoz Yazı Evi’nde Renkli Yaş Almak adlı bir atölye düzenleyen blogun var edicisi Füsun Çetinel ile tanıştıktan sonra zaman zaman katıldığı söyleşilerden, yazarlarla yaptığı röportajlardan ve yaratıcı yazarlıkla ilgili makalelerini blogumda yayınlamaya başladım.

Öykü tutkunlarına özel bir yolculuk!
Pek çok yaratıcı yazarlık kursuna katılmış, edebiyat ve öykü ile ilgili derin okumalar yapmış olan Füsun Çetinel, birikimlerini insanlarla paylaşmak adına kısa süre önce Öykünün Ev Hali adlı blogu yayın hayatına başladı.
Yazar söyleşilerinden kitap kritiklerine, yazdığı öykülerden edebiyat etkinliklerine Füsun Çetiel’in edebiyat yolculuğunda durduğu durakları merak ediyorsanız Öykünün Ev Hali blogunu mutlaka ziyaret edin.
Devamını Oku

13 Eylül 2013 Cuma

Harika bir hikayeye götüren ipuçları

İzleyicinin/okuyucunun hikaye anlatıcısından beklentilerine değinen film yapımcısı Andrew Stanton (Oyuncak Hikayesi, WALL-E) “Seyirci/okuyucu parçaları kendi birleştirmek, duygusal, mantıksal, estetik olarak da merak etmek ister” dedi. 

Andrew Stanton hikaye anlatma üzerine TED Talks’ta yaptığı konuşmada meslek yaşamı boyunca edindiği tecrübeleri paylaşıyor. Videodan alınan kısımlar yazı olarak verilmiştir, daha fazlası için lütfen yazının sonundaki videoyu izleyin.
Hikaye anlatmak fıkra anlatmaktır. Vurucu noktasını bilmektir, sonunu bilmek, ilk cümleden sonuncuya kadar tüm anlattıklarının tek bir amaca hizmet ettiğini ve ideal durumda insan olarak kim olduğumuz anlayışını derinleştiren bir gerçeği doğrulamaktır. Hepimiz hikayeleri severiz. Onlar için yaratılmışız. Hikayeler kim olduğumuzu doğrular. Hepimiz yaşamlarımızın bir amacı olduğuna inanmak isteriz. Ve hiçbir şey bizi hikayelerin yaptığı kadar yaşamamızın bir amacı olduğuna inandıramaz. Onlar zamanın sınırlarını aşarlar, geçmişi, şimdiyi ve geleceği ve bizim gerçek ya da hayal ürünü kahramanlarla kendi aramızda benzerlikler bulmamıza izin verirler.

Merak etmemi sağla!
Çocuk programı sunucusu Bay Rogers bir sosyal hizmetler çalışanından duyduğu şu sözü her zaman cebinde taşırdı: "Açıkçası, dünyada hikayesini duyduktan sonra sevmeyi öğrenemeyeceğiniz insan yoktur.". Benim bunu yorumlama şeklim büyük olasılıkla en önemli hikaye anlatma kuralı: "Merak etmemi sağla, lütfen, duygusal olarak, mantıksal olarak, estetik olarak sadece merak etmemi sağla". Hepimiz önemsememenin ne olduğunu biliriz. Yüzlerce televizyon kanalı arasından bir kanaldan diğerine atlarsınız, ve sonunda birisinde durursunuz. Programın yarısı bitmiştir, ama bir şey sizi içine çeker ve merak edersiniz. Bu şans eseri değildir, öyle tasarlanmıştır.

Hikaye bir vatte bulunur
Tüm iyi hikayelerin başlangıçta size bir vaatte bulunmaları gerekir. Bunu sayısız şekilde yapabilirsiniz. Bazen "Evvel zaman içinde..." kadar basit. Carter'ın bu kitaplarında her zaman Edgar Rice Burroughs anlatıcı olarak yer alır. Ben her zaman bunun harika bir araç olduğuna inandım. Sanki birisinin sizi bir kamp ateşinin etrafına çağırması, ya da barda birisinin "Gel, sana bir hikaye anlatayım. Benim değil başka birisinin başına geldi, ama vaktine değer." demesi gibi. İyi bir vaat tıpkı bir sapana tutturulmuş bir çakıl taşı gibi sizi hikayenin başından sonuna kadar sürükler.

Hikaye anlatıcı seyircinin yemeği için çalıştığı gerçeğini saklamalı
Diyalog olmadan hikaye anlatmak. Bu sinematik hikaye anlatımının en saf hali. Bu seçebileceğiniz en kapsamlı yol. Bu gerçekten içime doğan birşeyi doğruladı: seyirci aslında yemeği için çalışmayı ister. Sadece bunu yaptığını bilmek istemez. Bu bir hikaye anlatıcı olarak sizin göreviniz, seyircinin yemeği için çalıştığı gerçeğini saklamak. Biz doğuştan problem çözücüyüz. Çıkarım yapmak ve sonuca varmak zorunda bırakılırız, çünkü gerçek hayatta yaptığımız şey bu. Bu iyi organize olmuş bilgi yoksunluğu bizi içine çeker. Bebeklere ve yavru köpeklere olan ilgimizin arkasında bir neden var. Sadece çok tatlı olduklarından değil; aynı zamanda ne düşündüklerini ve niyetlerinin ne olduğunu tamamen ifade edemedikleri için. Bu bir mıknatıs gibi bizi çeker. Kendimizi bir cümle yi tamamlamaktan ve onun içini doldurmaktan alıkoyamayız.

Parçaları seyirci/okuyucu birleştirmeli
Bu hikaye anlatım aracını ilk defa gerçekten "Nemo'yu Bulmak" filmini Bob Peterson'la yazarken anladım. Buna iki artı ikinin birleştirici teorisi diyoruz. Parçaları seyircinin birleştirmesini sağla. Onlara dördü verme, iki artı ikiyi ver. Onlara verdiğiniz elementler ve bunları veriş sıranız seyircinin ilgisini çekmek için en önemlu unsur. Editörlerler ve senaristler başından beri bilirler. Bizim hikayeye dikkat etmemizi sağlayan bunun görünmez olarak işlenmesi. Bunu kuralları tam olarak belli bir bilim gibi göstermek istemiyorum, çünkü öyle değil. Hikayeleri bu kadar özel yapan da bu, birer alet değiller, kesin değiller. Hikayeler kaçınılmazlar, eğer iyilerse, ancak tahmin edilebilir değiller.

İyi yaratılmış karakterlerin omurgası vardır!
Bu yıl Judith Weston adındaki bir oyunculuk öğretmeniyle bir kurs aldım. Ve karakterin içyüzüne dair bir şey öğrendim. Ona göre bütün iyi yaratılmış karakterlerin bir omurgası var. Ana fikir şu ki, karakterin bir iç motoru var, peşine düştükleri baskın, şuursuz bir amaçları, durduramadıkları bir kaşıntıları var. Michael Carleone'yle ilgili harika bir örnek verdi, "Baba"daki Al Pacino'nun karakterinin omurgası büyük ihtimalle babasını memnun etmekti. Ve bu her zaman bütün seçimlerini yönlendiren birşeydi. Babası öldükten sonra bile, hâlâ bu kaşıntıya son vermeye çalışıyordu. Bunu hemen benimsedim. Wall-E'ninki güzelliği bulmaktı. "Nemo'yu Bulmak"taki baba Marlin'inki zararı engellemekti. Ve Woody'ninki çocuğu için en iyisini yapmaktı. Bu omurgalar sizin her zaman en doğru seçimi yapmanızı sağlamaz. Bazen bunlarla berbat seçimler yapabilirsiniz.

Hikayede değişim esastır
Ben baba olduğum için ve çocuklarımın büyümesini izlediğim için çok şanslıyım, gerçekten inanıyorum ki, belli bir mizaçla doğuyorsunuz ve belli bir yolda ilerliyorsunuz ve bu konuda söz hakkınız yok, bunu değiştirmenin yolu yok. Yapabileceğiniz tek şey onu kabul etmeyi öğrenmek ve sahiplenmek. Bazılarımız pozitif özelliklerle doğmuşuz, bazılarımız negatif. Ama sizi yönlendiren şeyin ne olduğunun farkına varacak ve direksiyonun başına geçecek kadar olgunlaştığınızda, önemli bir eşikten geçilir. Ebeveynler olarak sürekli çocuklarımızın kim olduğunu öğreniyoruz. Onlar, kim olduklarını öğreniyorlar. Siz de hala kim olduğunuzu öğreniyorsunuz. Yani sürekli öğreniyoruz. Bu yüzden hikayede değişim esastır. Eğer olaylar hareketsiz kalırsa, hikayeler ölür, çünkü hayat hiçbir zaman hareketsiz değildir.

William Archer: Drama belirsizlikle çeşnilenmiş beklentidir
1998'de "Oyuncak Hikayesi"ni ve "Bir Böceğin Yaşamını" bitirdiğimde senaryo yazımına kendimi kaptırmıştım. Çok daha iyi olmak ve öğrenebileceğim her şeyi öğrenmek istiyordum. Bu yüzden araştırabileceğim her şeyi araştırdım. Sonunda İngiliz oyun yazarı William Archer'in şu muhteşem sözüyle karşılaştım: "Drama belirsizlikle çeşnilendirilmiş beklentidir." Bu işin tam da özüne inen bir bakış açısı.
Bir hikaye anlatırken beklenti de yaratıyor musunuz? Kısa vadede, beni sonra olacaklar hakkında meraklandırabiliyor musun? Ama daha önemlisi, beni uzun vadede nasıl sonuçlanacağı hakkında meraklandırabiliyor musun? Sonucun ne olacağı hakkında şüphe uyandıran dürüst çatışmalar yaratabildiniz mi?

Devamını Oku

8 Eylül 2013 Pazar

Yazı Evi tanışma gününe davetlisiniz!

Yeşim Cimcoz Yazı Evi yeni sezon yaratıcı yazarlık atölyelerinin tanıtımını yapmak ve katılımcıların yazı ile ilgili ihtiyaçlarını belirlemek için 14 Eylül tarihinde 10.30 - 16.00 saatleri arasında tanıtım günü düzenliyor. Eğer yazı ile olan dostluğunuzu pekiştirmek, hayatınıza dokunacak atölyeleri yakından tanımak istiyorsanız bu tanışma gününü sakın kaçırmayın.

Yaratıcı yazarlık kursu Yeşim Cimcoz Yazı Evi
Yazarların büyümek için bir alana ihtiyaçları vardır. Çok yazmak için zamana, kötü yazabilme hakkına, pratik yapma fırsatına ihtiyaçları vardır. Yazarlar doğru alanı bulduklarında, içine bolca arzu, biraz yaşanmışlık, azıcık da çaba katarlar ve gerisini bizden daha üstün güçlerin şekillendirdiğini bilirler. Yazı Evi yazmak isteyen herkese bir alan, pratik yapma imkanı, büyümek, gelişmek ve öğrenmek için bir mekan, düştüğünde yumuşak bir zemin, kahve, demli çay yanında sohbet ve bol bol paylaşım sunuyor.
Yazı Evi’ni, eğitmenlerini ve bünyesinde barındırdığı yazı atölyelerini yakından tanımak, yazıya, kurmacaya gönül vermiş katılımcılarla tanışmak için 14 Eylül Cumartesi 10:30 – 16.00 saatleri arasında Yazı Evi Tanışma Günü düzenliyor. Yazıya gönül vermiş insanlarla tanışmak, hayatınıza dokunacak atölyeler hakkında bilgi almak ve Yazı Evi eğitmenleri ile tanışmak için tanışma gününe mutlaka katılın.

Yazı Evi Atölyeleri
Yazıya Giriş

Yazı Evi kurucusu Yeşim Cimcoz
Yazı Evi kurucusu Yeşim Cimcoz, Yazıya Giriş atölye çalışmasını şu sözlerle özetliyor: Daha önce hiç yazmadıysanız. Kendiniz için yıllardır yazıyor ve artık bunu farklı bir seviyeye taşımak istiyorsanız. Canınız yazmak istiyor ama ne yazacağınızı bilmiyorsanız. Yazmak isteyip istemediğinizden de çok emin değilseniz...ama bir denemek, yazı dünyasının perdesini hafifçe aralamak istiyorsanız bu çalışma tam size göre. Daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Yazı Evi Roman Atölyesi eğitmeni Jale Sancak
Roman Atölyesi
Eğitmen Jale Sancak yönetimindeki Roman Atölyesi, roman yazmak ya da roman yazma tekniklerini öğrenmek isteyenler özel bir eğitimi içeriyor. Atölyenin başlıca konuları romanda tema, çatışma, karakter oluşturma, olay örgüsü, biçem ve biçim. Atölye çalışması boyunca hem bir roman üretimine başlıyor, hem de usta yazarların romanlarından örneklerle yazdıklarımıza katkı sağlıyor. Ayrıca üzerinde çalışmakta olduğunuz, ama bazı sorunları çözemiyorum, metni geliştiremiyorum, anlatma biçimimi beğenmiyorum diye düşündüğünüz romanlarınız varsa destek olunuyor. Daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Öykü Atölyesi
Yazı Evi Öykü Atölyesi eğitmeni Özlem Kiper
Mekânda yaşanan bir atmosferi yaratmak, karaktere sizden başka bir kan, can, ruh vermek, öykünün müziğini oluşturarak okuyucuya ritm duygusunu verebilmek, zaman içinde ustalar ne yapmış, günümüz edebiyatı onların yaptıklarının üzerine ne koymuş... Özlem Kiper yönetimindeki Öykü Atölyesi yeni yazmaya başlayanlara yol gösteriyor. Daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi
Son yılların gözde uğraşlarından biri olan Blog Yazarlığı, digital devrimi yakalamak isteyenlere yeni fırsatlar, yeni yaşam alanları sunuyor. Kendi blogunu yazmak, sosyal medya aracılığıyla yazılarını geniş kitlelerle paylaşmak isteyenlere özel tasarlanmış Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi sizi bekliyor. Eğitmen Okay Karaçay yönetimindeki atölye bitiminde kendi blogunuza sahip olun ve deneyimlerinizi, bilginizi ya da hobilerinizi insanlarla paylaşın, keşfedilmemiş sekinci kıta olan internette yerinizi alın.

Dizi Senaryosuna Giriş Atölyesi
Yazı Evi Eğitmeni Behice Özden
İzlediğiz TV dizilerine sık sık müdahale edenlerden misiniz? Farkında olmadan bir kez dahi içinden “ben bunu daha farklı yazardım” diyenlerden misiniz? Ekranın karşısında değil, içine girip tüm kurguyu sanki sizin hayatınızmış gibi yaşayanlardan, çok daha önemlisi “anlatmam lazım” diyebileceğiniz hikayesi olanlardan mısınız? O halde buyurun bir TV dizisi yazmanın inceliklerini, senaryo yazmanın müthiş egosunu, elinizdeki karakterlerle bambaşka bir dünya yaratmanın keyfini Behice Özden ile deneyimleyin. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Yazı Evi Hikaye Okulu eğitmeni Judith Liberman
Hikaye Okulu
Eğitmen Judith Liberman yönetimindeki Hikaye Okulu sizleri hikaye anlatma sanatını günlük hayatınızda kullanabileceğiniz şekilleriyle keşfe çağırıyor. Hikaye anlatma sanatı günlük hayatta en sık kullandığımız sanat dalı olmasına rağmen bu konudaki becerilerimizi geliştirmeye pek çalışmayız. Halbuki daha iyi bir hikaye anlatıcısı olarak, daha iyi bir konuşmacı, lider veya ebeveyn olabiliriz. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Yaratıcı Drama Atölyesi
Yazı Evi eğitmeni Banu Başaren
Artık dünya değişti, hızı değişti, iletişim alanları değişti, eğitim değişti, eleştiri ve eylem anlayışı değişti, değişiyor ve bağımsızlaşıyor. Yaratıcılık, mizah ve sanat ile kendini ifade eden ve bu gücü fark eden yeni bir nesil ortaya çıkıyor. Eğitmen Banu Başaren eşliğinde yaratıcı drama dünyasını keşfedin. Yaratıcı Drama Atölyesi hakkında daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Yazı Evi Renkli Yaş Almak atölyesi
Renkli Yaş Almak
Anlatacak o kadar çok şeyim var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum, der insanlar. Neden bir fotoğraftan başlamayalım ki o zaman. Bırakalım o fotoğraf anı bizi götürebildiği kadar derinlere taşısın. Füsun Çetinel yönetimindeki Renkli Yaş Almak adlı çalışmasının amacı da yazmak ve yazarken de yıllarca içimizde biriktirdiğimiz hesaplaşmalara son vermek. Üretmek, birikimlerimizle diğer kuşaklara yeni ufuklar açmak. Paylaşmak; acıları, sevinçleri, yaşamın bize sunduğu her şeyi paylaşmak. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Hipnoterapi ve şifa çalışması eğitmeni Hülya ErgünKonuk Atölye Çalışmaları
Hipnoterapi ve Şifa

Hipnoterapist / Danışman Hülya Ergün yönetimindeki Hipnoterapi ve Şifa Çalışmaları, hayat akışını olumlu yönde değiştirmek, daha kaliteli bir yaşam döngüsü var etmek isteyenlere yol gösteriyor. Hipnoterapi Seansları, Reiki Eğitimleri, Enerji Çalışması, Geçmiş Yaşam Çalışması başlıkları altında yer alan çalışmalarla kaliteli bir yaşama yelken açın. Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Yazı Evi eğitmeni Betül SafBuğulu Ayna
Eğitmen Betül Saf yönetimindeki Buğulu Ayna atölye çalışması; hayata dair bilinçli farkındalığı içselleştirerek daha huzurlu, mutlu, başarılı ve istedikleri gibi bir hayatı sürekli olarak yaşamaya dair kalıcı çözümleri hayata geçirmeyi hedefliyor. Dramayla aktif öğrenmenin, yazıyla farkındalığın ve kolajla yaratıcılığın olduğu bu atölye çalışmasında eğlenirken anda kalmayı, değişimin anlamını, buzdağımızın altındakileri, seçim yaparken ve kararlarımızı alırken kim olduğumuzu, bilinç ve bilinçdışı farkındalığının ne olduğunu, personalarımızla tanışmayı, duygu-düşünce-davranış üçlümüzün arkadaşlığını, buğulu aynanızda görmeye başlayacaksınız! Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Kendin Ol Yaşam Atölyesi Yazı Evi Eğitmeni
Kendin Ol Yaşam Atölyesi
Öznur Yılmaz Berk yönetimindeki Kendin Ol Yaşam Atölyesi sizi kendimize doğru keyifli bir yolculuğa davet ediyor. Bazen bir fotoğrafta bazen adınızda bulacaksınız kendinizi. İçinizdeki çocuğa sarılıp oyun oynayacaksınız. Yolculuğumuz sonunda özgür, hayır diyebilen, seçimleri olan kendi değerinin farkına varmış başkalarının değil kendi hayatını yaşayan güçlü, kendine güvenen, kendini olduğu gibi kabul eden ve seven mutlu bireyler olarak hayallerinize ulaşabileceğinizi göreceksiniz. Detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz.

Yazı Evi Uygarlık Tarihi Sohbetleri
Uygarlık Tarihi Sohbetleri
Rehan Yarmanoğlu, dünyanın oluşumundan bugüne kadar insanların yaşadığı ve yaptığı her şey üzerine sizi Uygarlık Tarihi Sohbetleri'ne davet ediyor.. Sanat, bilim, ekonomi, politika, insanın kurduğu, yıktığı, sonra yeniden kurduğu hayatların, medeniyetlerin dönemsel hikayeleri sohbetlerin konusu olacak. Tarihin gizli, gizemli kulis dedikodularıda tarihe eğlenceli bir bakış açısı sağlıyor. Öte yandan, günü anlamak ve geleceği kurgulamak için, dünü bilmek bugünle bağlarını ortaya çıkarmak da sohbetlerin diğer bir amacı. Uygarlık Tarihi Sohbetleri hakkında daha fazla bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Devamını Oku

Selçuk Baran Öykü Ödülü

İstanbul Galatapera Kültür ve Sanat Derneği, 4 Kasım 1999 tarihinde hayata veda eden Türk edebiyatının usta yazarlarından Selçuk Baran’ın anısını yaşatmak için öykü ödülü düzenliyor.

Galapera Sanat tarafından düzenlenen 2012 Eylül ve 2013 Eylül tarihleri arasında ilk kez yayımlanmış öykü kitaplarının katılacağı Selçuk Baran Öykü Ödülü tek yapıta verilecek. Ödüle katılmak isteyenler yapıtlarını en son 25 Ekim 2013 Cuma akşamı saat 17.00'ye kadar, Galapera Sanat’a ulaştırmaları gerekiyor.

Seçici kurulda kimler var?
Bu yıl ikincisi organize edilen öykü ödülünün seçici kurulunda Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Selim İleri, İnci Aral, Sezer Ateş Ayvaz, İlknur Özdemir, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Nemika Tuğcu ve Turhan Günay yer alıyor.
Selçuk Baran Öykü Ödülü’nün katılım koşullarını buradan öğrenebilirsiniz.


Devamını Oku

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013 Sonuçları Açıklandı

Günışığı Kitaplığı tarafından düzenlenen Zeynep Cemali Öykü Yarışması'nın sonuçları açıklandı.

Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2013 Sonuçları açıklandı
Günışığı Kitaplığı da usta öykücü Zeynep Cemali’nin anısına 6, 7 ve 8. sınıfların katılımına açık bir öykü yarışması düzenledi. Arkadaşlık temasını içeren ve öğrencilerin duygularını yazarak ifade etmesini amaçlayan yarışmanın sonuçları açıklandı.
Buna göre birincilik ödülünü Işık Yağmuru adlı öyküsüyle yarışmaya Edirne'den katılan 7. sınıf öğrencisi Dilara Karabekmez, ikincilik ödülünü, Bir Deniz Feneri Vardı: Yalnız… adlı öyküsüyle yarışmaya Mersin'den 6. sınıf öğrencisi Sıdıka Selin Çolak ve üçüncülük ödülünü ise Mızıka adlı öyküsüyle yarışmaya İstanbul'dan katılan 8. sınıf öğrencisi Beyza Çelik kazandı.
Milli Eğitim Bakanlığı'nın izni ile ülke genelinde yapılan yarışmanın seçici kurulu ise şu isimlerden oluştu: Necati Güngör, Gülsüm Cengiz, Aslı Tohumcu, Prof. Dr. Selahattin Dilidüzgün ve Dr. Müren Beykan.

Öyküler yayınlanacak!
Yarışmada kazanan öykülerin yazarları Zeynep Cemali Edebiyat Günü adlı konferans sonunda yapılacak törende ödüllerine kavuşacak. 28 Eylül 2013 günü yapılacak törende ödülleri edebiyatın usta isimleri verecek. Öyküler ise “Ödüllü Öyküler 2013” adlı kitapçıkta yayınlanacak.
Ödül törenine İstanbul dışından katılacak öğrenciler, velileri ve öğretmenleri yarışmayı düzenleyen kurumun davetlisi olarak İstanbul’da ağırlanacaklar.
Devamını Oku

1 Ağustos 2013 Perşembe

Yazı Evi Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi Tanıtım Semineri

İyi bir blog yazarı olmak, mevcut bloğunuzu tasarım ve işlev bakımından geliştirmek, bloğunuzun ve kişisel markanızın sosyal medyada inşasını yapmak için Yeşim Cimcoz Yazı Evi'nde düzenlenecek Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi tanıtım seminerine mutlaka katılın.

Blog yazarlığı, blog eğitimi ve sosyal medya atölyesi
Son yılların artan eğilimlerinden biri olan blog yazarlığı, ilgi alanlarını geliştirmek, yazma yetisini güçlendirmek ve üretilen metinleri insanlarla paylaşmak isteyenlere benzersiz fırsatlar sunuyor. Blog yazarı olmak veya etkileyici içerikler üretip sahip olduğu bloğu görünüm ve işlev bakımından geliştirmek isteyenlere yönelik kurgulanan ve Yeşim Cimcoz Yazı Evi tarafından düzenlenen Blog Yazarlığı ve Sosyal Medya Atölyesi tanıtım semineri uzmanlar tarafından keşfedilmemiş sekizinci kıta olarak adlandırılan sosyal medya dünyasının kapılarını size açıyor.

Seminer programında şu konulara yer verilecek

  • Blog nedir?
  • Neden blog yazmalı?
  • Bireysel yayıncı kimliği nedir?
  • Hedef kitle analizi
  • Blogu etkileyici ve işlevsel yapma
  • Blog yayın stratejisi
  • Blog yazarlığı
  • Blogdan kariyer elde etme
  • Neden sosyal mecralarda olmalıyız?
  • Sosyal medyanın kişisel/kurumsal kariyere katkısı
  • Sosyal medya mecralarının tanıtımı
  • Sosyal mecralarda kişisel markalaşma
  • Sosyal medya hesap yönetimi
  • Sosyal medya mecralarında içerik kurgulama
  • Sosyal medya mecralarında markalaşma
  • Sosyal medya ölçüm ve analizi
Kadıköy'de bulunan Yeşim Cimcoz Yazı Evi'nde sosyal medya uzmanı Okay Karaçay tarafından verilecek ve 20 Eylül Cuma akşamı 19:00 - 21:00 saatleri arasında yapılacak seminere katılmak için yazievi@yesimcimcoz.com veya 0533 715 09 33'e mesaj atarak kayıt yaptırabilirsiniz. Seminere katılım ücreti 50 TL dir. Atölyeye kayıt yaptıranların seminer katılım ücreti ders ücretine dahil edilecektir.
Atölye hakkında ayrıntılı bilgiyi buradan alabilirsiniz.
Atölyenin facebook etkinlik sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.
Devamını Oku

31 Mayıs 2013 Cuma

Edebiyat beklentiler üzerine kurulmamalı!

Beklentiler üzerine yaratılan edebiyat, var olan gereksinime göre belirlenen metin sadece zamanın ruhuna ve dünyasına hitap eder.

Edebiyat beklentiler üzerine kurulmamalı!
Parmaklarımın gezindiği tuşların sesinin, bilgisayar klavyesinden değil de külüstür bir daktilodan çıkmasını isterdim. Hatta istemişken birkaç roman yazmış olanına mümkünse başyapıt çıkarmış olanına dokunmuş olmak güzel olurdu. O zaman böyle plastik plastik gelmezdi ses. Akustik müziğin yansıtacağı ayrıcalık kadar kıymetli gelirdi kulağa ve aman ritim bozulmasın diye, ellerimin durmaması için dua ederdim içimden. Zaman zaman aynı hissiyatı kurşun kalemlerden almaya çalışıyorum. Kurşun ucun, kâğıt üzerine bıraktığı kaygan nağmesinden içimde bir şarkı tutturuyorum. Yazıyla birlikte gittiği yere kadar gidiyor şarkı.
Bırakmak lazım. Salmak lazım. Akışa kaptırmak lazım. Hiçbir şeyi, hiç kimseyi beklemeden zamana akmak lazım. Böyle hissederek yaşamaya çalışmak, kendimce önemli bir keşifti. Kendim gibi olabilmek için beklentisiz bir yaşam sürmek. Yaptığım ölçüde içimde bir rahatlama, bir hafifleme hatta kendimi sevebilme şekline ulaşıyorum. El yordamı, göz kararıyla tabii. Öyle birden olmuyor. Bu kıvama gelmek için, ömrün elveriyorsa,  kırk beş yıl beklemek gerekiyor. Bu rahatlığa ulaşamadan gidenler için üzülüyorum.
Her yerden, herkesten bir şeyler için medet umarak yaşarken bunu hissetmek zor. En azından ben oğluma sırtını anasına-babasına dayadığı gerçeğini şu an için anlatmaya çalışsam da beceremiyorum. Anlaması için sağlam yirmi dokuz yıla ihtiyacı var. Allah’tan, evrenden, eşten-dosttan, taştan-topraktan bekleyerek yaşamaya devam ediyoruz. Çok mu klişe yazdım. Değil aslında. En yaratıcı değil belki ama en sade anlatış şekli bu. Beklentilerimiz, gerek düşüncelerimizin içinde, gerek hayallerimizde en fazla yeri işgal ediyorlar. Gerçekleşebilmek için, emeğimizden, zamanımızdan faydalanıyorlar. Aslında ne olduğumuzu, kim olduğumuzu umursamadan, -mış gibi yapan egomuzu mutlu edebilmek için beklentiler ağının tüm dokularımıza yapış yapış sarmasına izin veriyoruz.

Olduğumuzu sandığımız yalan, olduğu kadarımız gerçek
İnsanın kendi olması zordur. Belki de şöyle söylemek daha anlaşılır: Kişinin kendisini olduğu gibi yansıtması zordur. Ne olmak istiyorsak onun rolünü biçiyoruz kendimize. Beklentilerimizin karşılığını alabilmek için annemizin en sevdiği kızı rolü oynuyoruz, etrafa model olmak için en iyi anne-baba ya da en iyi bir şey işte. Hep o en iyi bir şey olmanın peşine düşüyoruz. Olduğumuzu sandığımız yalan, olduğu kadarımız gerçek. Nasıl bir kovalamacadır ki,  yaşamı ıskalıyoruz. (Bak işte bu paragraf çok klişe oldu, çünkü köşe yazarlarına öykünerek, bir şey olayım derdine düşerek yazdım.) (Buraya gülen yüz koyalım mı?)
Bu hafta Öykü Uygulama Atölyesinde Sema Kaygusuz’un Aşkar adlı öyküsünü okuyup nasıl bir yol aldığına bakarken beklentinin, insanları iflah olmaz sınırların içinde yaşattığını, yozlaştırdığını ve hatta standartlaştırıp elindeki yaratıcılık güçlerini elinden aldığını düşündüm. Buna, bir yazarın, nasıl yazdığı, ne şartlar altında yazmak istediğine dair edindiğim iç dökmelerden geldim. Alessandro Baricco’nun Mr.Gwyn’nini okudunuz mu? Yazmaya niyetiniz varsa, eyleme geçmeden önce bence mutlaka okuyun.

Beklentilerden arınmak lazım
Kitapları yayımlanan, iyi okunan bir yazar bir gün her şeyi bir kenara bırakıp ( Philip Roth örneğinde olduğu gibi) kurmaca yazmayı bırakabilir mi? Bırakırsa bunu neden yapar? Yazar egosu bazen taşınmayacak ölçüde ağırlaşabilir, editörler eskisinden daha çekilmez görünebilir, yayınevleri yazmak istediklerimizin çok dışında taleplerde bulunarak kimliğimizi zorlayabilir, etraf, patron ya da eş yazdıklarımızdan ne kadar memnun, memnuniyetlerini ne tür beklentiler belirliyor… çok uzar bu liste. Adamı yazmaktan soğutur icabında. Yazmaktan soğutur ama anlatmaktan vazgeçiremez. İçinde gerçek yazar tozu taşıyanlar aslında anlatıcılardır. Mr. Gwyn yazarlığın kendisi için dayanılmaz bir meslek olduğunu anlaması yıllar almıştı. Roman, bu mesleğe sahip olmadan yaşamanın kolay olmadığı zamanları anlatıyor. Ve okuyucu görüyor Gwyn’in meselesinin aslında, yazarlık mesleğine sahip olmak ya da olmamak olduğunu. Çünkü kurmaca yapmadan da insanlar anlatma yolunu bulabilmeli. Ünlü ismini tarihe gömüp takma bir adla romanını çıkarabilme cesaretine kaç yazar ulaşır? Mr. Gwyn onlardan biri. Anlatıcılar sırf anlatma ihtiyacından dolayı yazarlar. Bu ihtiyaç onları iyi yazar yapar. Elinde kalem kağıt olmasa da hikayeleri anlatacak bir yer mutlaka bulurlar, bulamadıklarında Sait Faik gibi “Yazmasam ölürdüm” derler. Sait Faik’i bu noktaya getiren şeyin hep içinde susturamadığı anlatma ihtiyacı olduğunu düşünürüm. Anlatıcıların tek meseleleri vardır, anlatacaklarını paylaşmak. Bu yüzden ki yazar kimlikleri anlatacaklarının hep gerisinde kalır, bu yüzdendir ki isimlerini hiçe sayarlar. Varsa yoksa hikâyeleri ve kahramanlarından ibarettir hayat. Kendilerine değil anlatıcılarına ve kaynaklarına kıymet verirler. Hal böyle olunca da tek beklentileri kalır, hayatın ona vaat ettikleri. Koşulsuz kabul ederler kendilerine sunulanı. Önce hikâyeyi yaşarlar sonra yaşatmak için öyküleştirirler. Bu yüzden yeri hiç dolmaz Abasıyanık’ın, Esendal’ın. Vus’at O Bener’in , Firuzan’ın, Yusuf Atılgan’ın…

Yazar metnini beklentiler üzerine kurmamalı!
Bunu yaptığımız zaman hem yazar hem okura zarar veriyoruz. Beklentiler üzerine yaratılan edebiyat, var olan gereksinime göre belirlenen metin sadece zamanın ruhuna ve dünyasına hitap eder. Hâlbuki edebiyat, ihtiyaç üstü bir şey olmalı, zamansız olmalı. Yazarın hayalini kurduğu dünyayı yaratabilmesi ve bunu gerçek kadar inandırıcı algılatabilmesi için sadece iç sesini dinlemesi şart.
Yazar metnini beklentiler üzerine kurmamalı. Ne doğu ne batı umurunda olmalı. Hatta yeri geldiğinde yaşadığı gezegeni unutmalı. Yaratmalı kendini sınırlayacak şartlar olmadan. İçindeki editörlere kulak asmadan yazmalı. Evet sadece yazmalı yazar, anlatmak için yazmalı.
Özlem Kiper
Devamını Oku

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Yaratıcı yazarlık öğretilebilir mi?

Yaratıcı yazarlık, bir ustadan öğrenilemeyeceği gibi, yaratıcı yazarlık bölümlerinde ya da atölyelerinde de öğrenilmez. Her sorununa çözüm arayan yazar adayı, beklentisinin karşılığını hiçbir yerde bulamayacaktır.

Semih Gümüş yaratıcı yazarlık hakkında genç yazar adaylarına öğütleri
Öykü, şiir ya da roman yazmak, sözgelimi otuz yıl öncekinden daha çekici bugün. Daha çok sayıda genç, edebiyatın içinde kendine bir yer bulmak, yazmak istiyor ve bunu gitgide daha nitelikli biçimde yapmaya çalışıyor. Bu arada bütün sorun, nasıl yazılacağı. Genç yazar, yazdıklarının nasıl olduğunu merak ediyor, –bunun karşılığı iyi mi, kötü mü değil yalnızca– bunun çok ötesini arıyor o. Kendisi karar veremiyor daha, bunu yapabilseydi, soruyu başkasına değil, kendisine soracaktı elbette. Asıl amaç iç eleştiri gücüne sahip olmak, o olduğunda da, yazdıkları bambaşka görünecektir, bambaşka olmuştur da. Değil mi ki, yazınsal bir metnin nasıl olması gerektiğini görmeye başlamıştır, yazdıklarının niteliği de bu arada kendiliğinden yükselmiştir. İşte o iç eleştiri gücüne sahip olana dek, yazdıklarının tamamlanması olanaksızdır.
Peki bu aşamada başkalarından ne öğrenilir? Sözgelimi yaratıcı yazarlık çalışmalarından? Yeni yazar adayı, çeşitli nedenlerle usta bildiği, kendisinden daha deneyimli gördüğü kişilere ya da kurumlara başvurur. Kişilerle kurulan ilişkilerin bir sakıncası var. Düşüncelerine başvurduğunuz bir kişi olduğuna göre, bütün bütüne onun öznel yorumlarıyla ve yargılarıyla belirlenmiş bir yola girmeye başlamışsınız demektir. O yolun üstünde kendi anlayışınızı ve yazarlık kimliğinizi kuşanabilirsiniz belki, ama bu zorluğun üstesinden gelemezseniz, başvurduğunuz kişinin yolundan çıkmanız olanaksızlaşır. Nedir bunun sakıncası? Bir başka kişiye başvurmuş olsaydınız, belki bambaşka bir yol önerilecekti size ve böylece kime başvurmuşsanız, kendi seçimlerinizin dışında, o kişinin ustalığı yanı sıra öznelliğiyle de belirlenen bir yola girmiş olacaktınız.

Semih Gümüş'ün Radikal'de yayımlanan yazısının tamamını buradan okuyabilirsiniz.
Devamını Oku

17 Mayıs 2013 Cuma

Varışı olmayan bir yolculuk!

“Hiç kimse, öldüğünde arkasında bir şey bırakmayacak kadar yoksul değildir.”

Bu söz, yazıya konu olabilecek hayat hikâyelerinin sınırsızlığını hatırlatır bana. Diğer taraftan Pascal gibi bir bilim adamının, bunu hangi yaşanmışlığın sonunda, ne sebeple söylediğini de düşünmeden duramam. Az önce elimden bıraktığım kalemin bile, bana ait olma süreciyle beliren bir hikâyesinin olması tüylerimi diken diken eder. 
Hikâyeleri var edenler anlatıcılardır. Yazarlar, anlatıcılarına teslim ettikleri hikâyeleri öyküleştirirler. Eski zamanların hikâye anlatıcısı, halkın gözünde uzaklardan gelen biridir. Yerleşik düzende insanlar, uzaktan gelen yörenin hikâye ve geleneklerine hâkim bu kişiyi dinlemek için, keyif aldıkları törenler tertip edermiş. Uzakların bilgisiyle, geçmişin bilgisi, çok gezen insanın evine dönerken beraberinde getirdiği bilgiyle birleşip kendini bir yerin sakinine teslim ettiği hayat bilgisiyle kaynaşırmış. Walter Benjamin, Son Bakışta Aşk isimli kitabında,  Leskov’un anlatıcı kimliğinden bahsederken yer veriyor bu anlatıma. “Gezgin Leskov, hem uzak yerlerde, hem de uzak zamanlarda, hikâyelerinin içinde yaşayarak kendini evinde hissedebiliyordu,”  diyor Benjamin.

Yazmak gitmektir!
Yazarların yazma hallerinin yolculuğa benzetilmesi, belki de geçmişte yaşamış gezgin anlatıcıların genlerini sürdürme gerçeğinin ta kendisidir. Yazmak gitmektir. Hayatın anlamına cevap ararken bir yön, yol arama halidir. Hiç varılamayan yolların devamıdır yazmak.  Zamanda yolculuktur, hayallerin kurmacasında var olmaktır. Akşam olunca beliren uzak lambaların aydınlattığı evlere gitme ve onlardan biri olma halidir. Yazmak, çıkılan yollarda kaybolmak ve nihayetinde iz sürmektir. Anılara yol almak halidir yazmak ki çoğu zaman bir romancının hüzünle devraldığı sadece budur. Yola çıkmak bir karar verme anıyla başlar. Süreci yaşamak ve devam ettirmek ise, bu kararı vermekten daha büyük bir çabayı gerektiren inanç ve bir azmi gerektirir.

Yazar görünmeyeni anlatmak için yazar
Yol hali bir serüvendir. Yolcuların görünen yüzlerinin gerisinde olanı görme, sakladıklarını bulma çabası, yazarı iz süren bir avcı maharetiyle hikâyelere götürür. İnsanlar sadece gördüklerine inanmadıklarından, yazar görünmeyeni anlatmak için yazar. Gerçeği görünmeyende arar, bulur, bulamaz ama düşündürür. Bu öylesine büyüleyici bir yoldur ki onların, hangisi hayal hangisi gerçek ayırt edememeye başlayıp deliliğin sınırını zorladıkları noktada en iyi eserlerini yazdıklarını düşünürüm. Deliliğin ve yaratımın başlangıcını aynı çizgide birleşiyor olması dâhiyane bir güç gibi görünür bana. Keşke ben de bir gün delirebilsem diye hayıflanırım sessizce. Kıskançlıkla okuyup bitirdiğim kitabın yazarına bakarak “ çıldırmış olmalı” dediğim zamanları sayarım. Tarih delirmek için çok çalışmış yazarlarla dolu. Onları bu noktaya getiren istek, hayal kurma ve uydurma gücünün sınırsız özgürlüğünde gizli olmalı. Böyle düşününce, Ahmet Altan’ın hafta sonu okuduğum son romanı Son Oyun’da, hafızama attığı çengele ilişik cümleyi yazmadan geçemeyeceğim. Şimdi dudağımda muzır bir gülümseme kıvrılmış olmalı, biliyorum.

Gerçeği nerede aramak lazım?
“Bir kadının bacağına dokunduğunu düşünmek, bir kadının bacağına dokunmaktan daha zevkli olabilir mi?”
Gerçek gerçekten de görünmeyende gizli olabilir mi? Çoğu zaman okuduğumuz kitapların film uyarlamaları, üzerimizde beklediğimiz etkiyi bırakmaz. Neden? Çünkü okur algısının yarattığı düş gücü, yönetmenin sahne yaratmadaki sınırlarını her zaman zorlar. Beynimizin yarattığı yanılsamanın sıcak etkisini, pek az görsellik ve gerçeklik karşılık verebilir.
O halde, bundan böyle bu köşede konuşalım lütfen. Bir kadına dokunmadan haz duyulabiliyorsa, gerçeği nerede aramak lazım?
Özlem Kiper
Devamını Oku

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Yaratıcı yaşarlık özgürleşme mücadelesidir!

Yazarlık atölyelerinde çok sık dile getirilen “Önce okuyun sonra yazın” öğüdünü reddeden Tarık Günersel, “Önce bol bol okuyun, sonra yazın denir. Bence tam tersi. Önce yazar sonra okursunuz. Alışılagelmiş kalıplar bizi hizaya getirmeye, robot olmaya yöneliktir. O yüzden şairlik, yazarlık tehlikelidir” dedi. Tarık Günersel yaratıcı yazarlığın geniş bir şeyin parçası olduğunu vurgulayarak aslolanın Yaratıcı Yaşarlık olduğunu söyledi.

Boğaziçi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Atölyesi
Bir dönem PEN Türkiye Merkezi Başkanı görevini yürüten Tarık Günersel Boğaziçi Üniversitesi Yaratıcı Yazarlık Atölyesi’ndeki söyleşisinde dişe dokunur açıklamalarda bulundu. Füsun Çetinel bu güzel söyleşiyi sizin için izledi ve kaleme aldı. Keyifli okumalar.
Dersten sıkılırım ben, kalıplara sıkıştırılmış şeyleri sevmem. Onun için buradaki birlikteliğimize ders demeyelim. Ne ders değilse onunla ilgilenirim ben. Yaratıcı yazarlık geniş bir şeyin parçası asıl olan Yaratıcı Yaşarlık. Kolay hata yapabileceğimiz, kolay kınanabileceğimiz bir alan.
Önce bol bol okuyun, sonra yazın denir. Bence tam tersi. Önce yazar sonra okursunuz. Alışılagelmiş kalıplar bizi hizaya getirmeye, robot olmaya yöneliktir. O yüzden şairlik, yazarlık tehlikelidir. Bu kişiler kalıpları kırmak için yazar ve yaşar o yüzden de öldürülür, hapse atılır, tehdit edilirler. Benimle ilgili bir soruşturma sürüyor hala. Türkiye’de bu çok normal.

Yazmadan yazar olunmaz!
Yazmak bedava. Yazmak macera, özgürlük. Bir insan yüzücü olmak istiyorsa eğer TV de olimpiyatları seyrederek yüzücü olamaz. Yazmadan da yazar olamazsın. Bence herkes yazar, şair ve romancı olabilir. İnsanın tek engeli kendisidir. Devamlı ‘’Ama ben yapamam, ben yazamam’’ der durur. Herkes Fuzuli olamaz ama şair olabilir. En önemli okurunuz kendinizdir. Yazarak biriktirdiğiniz sürece, yazdıklarınıza döner, onları okuyup hayatınızı daha iyi anlar ve zenginleşirsiniz. Bunları kendinizle sohbet olarak görebilirsiniz. Yazdığınız şey sizin hoşunuza gidiyorsa 1-0 öndesiniz demektir. Başkası beğenmiş beğenmemiş sizi alakadar etmez.

Nasıl gidiyor kölelik?
Hepimiz deformeyiz. Potansiyelimizin gerisinde yaşıyoruz. Hepimiz özgürleşebiliriz. Bu süreç sonsuz bir süreç. Dünyanın her yerinde kalıplar içine sıkıştırılmış hayatlar var. Yeni kitabım bunun üzerine, ‘’Nasıl gidiyor kölelik?’’ Bu bir ideoloji. Dar kalıplara alıştırılmışız. Dogmatik düşünceler empoze ediliyor devamlı. Türkiye’de beyinsizleşme operasyonu yapılıyor. Yapılmakta. Debrainization, İngilizce kelimesi bile var.  Yaratıcı Yaşarlık bir özgürleşme mücadelesidir. Devrimci, sonsuz bir süreçtir.
İlham sadece bir trafik kazasıdır
Birçok yaratıcı yazarlık kitabında görmüşsünüzdür. Birinci aşama oto sansürsüz yazın. Başka kimse okumayacakmış gibi, kendinizi irkiltme pahasına yazın. Malzemeyi ortaya koyun. İkinci aşama ayıklamaktır. Hangileri size iyi geliyor? İlham beklemek diye bir şey yoktur. İlham ancak bir trafik kazasıdır, çarpışmadır. Profesyonel yazarlar hangi noktada profesyonel? Yazmak hayatının organik bir parçası olmuşsa o kişilere profesyonel yazar denebilir.
Üçüncü hamle, ayıkladığınız, seçtiğiniz şeyleri işlemek. Ekle, çıkart. Dördüncü aşama, dinlendir, mesafe koy araya. Beşinci aşama, tekrar bak. Mesafeli bak. Rötuşlar yap.
İlke olarak bu süreç sonsuzdur.  Ressamlar bile der, bitmiş eser yoktur diye. 1974’te Yangın şiirimi yazdım. Kırk yıl içinde bazı fiil ve kelimeleri değiştirdim. Bu Yahya Kemal ekolüdür. Behçet Necatigil ekolü ise hiç ellemeyen, yazılmış şiirle hiç oynamayan bir ekoldür. Bir keyif meselesi bu. Siz nasıl isterseniz öyle yapın. Hayat zaten mecburiyetlerle dolu, yazmak ise keyifli olmalı, mecburiyet barındırmamalı içinde.

Yazdıklarınızın hiçbirini atmayın
Kütüphanenizde en başa kendi yazdıklarınızı koyun. Hiçbirini atmayın. Öldüğümüz zaman biz öleceğiz. Yaşarken de biz yaşayalım o zaman. Bu bir tercih meselesi. Boşnak, Sırp, Hırvat öğrencileri bir araya getirip bir konuşma yapmıştık. Orada şunu söylemiştim. Egemenlerin, şairleri hapse atması normal ama daha akıllıların yaptığı şairlerden hiç bahsetmemek. Sonuçta ceza, hapis hep normal.
Geçen kasımda Brüksel’de söylediğim gibi, Hapis Yazarlar Konferansında, PEN Türkiye başkanı olarak oradaydım. Kırk kişiydik ve her konuşmacı için ancak iki dakika süre verilmişti. Düşündüm, nasıl anlatırım derdimi iki dakikada diye.
‘’Eviniz kaç odalı? Üç mü, aslında dört odalı. Dört mü, aslında beş odalı. Yazarsanız, her an hapse girebilirsiniz. Bunun düşüncesi ile eviniz hep bir oda daha fazla.’’ Aynısını Abdullah Gül’e de söyledim.  Bazı yazarlar köşesinde oturup öykü, roman yazmakla yetinir. Ben ikinci tür yazar topluğundanım.

Yaratıcı okurluk kavramını düşünmekte yarar var!
Yaratıcı olamayan yazarlığa gelince, turizm broşürleri, gazete makaleleri olabilir. Turizm broşüründe bile yaratıcılık vardır gerçi. Bir de yaratıcı okurluk kavramı çıktı. Bu kavramı düşünmekte yarar var. Çok hoş bence.  İnsan sevişe sevişe sevişmeyi geliştirir. Yazmak da öyle, Özgürleştiricidir. Yazarken şiir, öykü, roman yazacağım diye bir hedefe de gerek yok. Cümle olabilir, kelime olabilir. Hiçbir kalıba girmeyebilir. Bir süre sonra tüm yazdıklarınız bir şey oluşturabilir.


Kendimi sınırlandırmadan yazarım 
Şimdi de otobiyografik birkaç şey söylemek istiyorum. Yirmi yaşında Moda’da turluyorum. Edebiyat tarihindeki bütün şaheserler başarısızdır, bu aklıma geldi birden. Peki, dedim, ben şair olarak nasıl bir proje seçeyim ki, başarısız olayım ama ortaya bir şaheser çıksın. Stratejim nasıl olmalı? Hayat kaotik, ben gelişmeye açığım.
Kendimi sınırlandırmadan yazarım. Sekiz on yılda bir yazdıklarıma bakarım. Çok türde bir mozaik oluştururum.  Kırk üç yıllık proje bu. Ben gerçekte tek bir eser yazıyorum. Bütün kitaplar tek. Öyküler, şiirler, hepsi iç içe geçmeye başladı.

Shakespeare’in stratejik hatası
1992’de aklıma geldi. Shakespeare’in stratejik hatası neydi? Homer dendiğinde aklımıza İlyada gelir. Dante deyince İlahi Komedya. Goethe deyince Faust. Shakespeare bir sürü eser yazmıştır. Popüler, kaliteli eserler vermiş, iyi paralar kazanmıştır. Dahi şair ve piyesçi. Yazdıklarına bir baksaydı ve piyeslerin edebi versiyonlarını yazsaydı müthiş bir şey olurdu bu. İşte stratejik hatası burada.
Yazdığım her piyesin edebi versiyonunu yazıyorum. Onlar mozaikte birleşecek. Böyle bir çalışma sürdürüyorum. Hayat sonsuz, her birimiz birer sonsuzluğuz. Böyle zannederek daha çok özgürleşebiliriz. Shakespeare, olan imkânı istememiş, yapmamış. Yapması gerekli demedim. Yazarın gücünü değerlendirmesi açısından eksiklikleri var. Ben yapamam, ben yazamam diye kısıtlamamalıyız kendimizi. Hepimiz keyifli, olumlu yaşayabiliriz.

Yazmaya yoğunlaşmak intihar etmemi engelledi
Birkaç kere şiiri bırakmaya çalıştım. Yapamadım. Varoluş stratejisi bu benim için. On yıllarca bakkaldan ekmek istemek bile benim için bir işkence oldu. Nasıl demem gerektiğini bilemedim. Burada size konuşuyorum, bu başka bir şey. Her gereksinmemi yazarak ifade ettim. Yazmaya yoğunlaşmak benim hayatta kalmamı, intihar etmememi sağladı. Son iki yıldır acı çekmeden de yazılabileceğini fark ettim. Ancak altmış yaşında anlayabildim bunu.
On üç yaşında yazdığım bir şiirim var, bir kerede yazdım. Bunu yazdığımda sadece ilkokul kitaplarındaki manzumeleri okumuştum. Annem beni yine o yaşlarda İl Pagliacci operasına götürmüştü. Aynı akşam eve dönünce yüzümü boyamış ve kararımı vermiştim. Ben de tiyatro yazacaktım.
Yine on yaşlarında annemle birlikteyken, annem Kadıköy Maarif’i gösterip şöyle söyledi; ‘Çok çalışıp bu okula girersen İngilizce öğrenirsin. AFS bursu ile Amerika’ya gidebilir, orada beğendiğin oyunları İngilizce olarak seyredebilirsin. ‘’  On yaşındayken yaptığım tüm planları uyguladım. Annemin dediği her şeyi yaptım.
Daha on yaşındayken on sekiz yaşım için planlar yapıyordum. Nasılsa meşhur olacaktım ya, her yazdığımı arşivledim. On beş yaşında ateist şiirler yazdım. Bertrand Russel okuyordum. On sekiz yaşında kendi anayasam için şiirler yazdım. Kırk yaşında, Uzay Bilinci diye bir kitap yazdım. 1992’de Türkiye’nin ilk şiir akademisini açtım.

Dünya Şiir Günü’nün ortaya çıkışı
1994’de internet devreye girdi. İnternet bütün dünyayı birleştiriyor, o zaman neden bir edebiyat enstitüsü olsun ki dedim. Poetic Space Lab, Şiir Uzayı Laboratuvarı kavramı aklıma geldi. Kurduk. Anarşist bir örgütlenmeydi.  Başka bir gün Moda’da yine turluyorum. Dünya Şiir Günü’nün olmadığını fark ettim. Acaba vardı da, ben mi bilmiyordum? Gülseli İnan’a telefon açtım hemen. O da onayladı bu fikrimi. İkimizin önerisi ile Pen Türkiye Merkezi bu fikri kabul etti. Unesco Dünya Şiir Günü’nü benimsedi. Bu arada 1950-60’larda bazı ülkelerde Ekim ayında kutlanıyormuş. Ben bu fikri orada sunduğum için, PEN Uluslararası kabul ettiği için 21 Nisan kabul edildi. Bazı arkadaşlar bu günü kabul etmediler. Resmi değil dediler. Biz neşeyle, şiirler söyleyerek kutluyoruz hâlbuki size ne. Kendimi iç bir zaman sınırlamadım. Yaratıcı yaşıyorum. Mozaiğimi tamamlamaya çalışıyorum.

Tarık Günersel kimdir?
Şair, öykücü, aforist, denemeci, liberttist, çevirmen, dramaturg, oyuncu ve yönetmen. Sanatın opera, tiyatro, sinema, edebiyat gibi pek çok alanında çalışan çok yönlü bir sanatçımızdır. 2007-2009 döneminde Dünya Yazarlar Birliği PEN’in Türkiye Merkezi Başkanı olarak görev yapan sanatçı 2010 yılında Uluslar arası PEN’in yönetim kuruluna girerek bu kurulda yer alan ilk Türk ve Yakın Doğulu yazar olmuştur.
Devamını Oku

10 Mayıs 2013 Cuma

Hayatı Sevme Hastalığı'na iki ödül birden!

Kadın hakları denince akla gelen Duygu Asena anısına Doğan Kitap tarafından düzenlenen “Kadının Hala Adı Yok” adlı roman yarışmasında birinciliğe “Hayatı Sevme Hastalığı” adlı romanıyla Sibel K. Türker layık görüldü. Sibel K. Türker, aynı romanıyla 2013 Yunus Nadi ödüllerinin roman dalında birincisi oldu.

Hayatı Sevme Hastalığı Yunus Nadi ve Duygu Asena Roman Ödülü
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Doğan Kitap tarafından düzenlenen “Kadının Hâlâ Adı Yok” roman ödülünü kazanan “Hayatı Sevme Hastalığı” yalnızlıktan erkeklerle hesaplaşmaya, alkolden müziğe, ahlaktan aşka pek çok sorunu son derece kıvrak, esprili ve ritmik bir dille anlatan bir roman. Seçici kurulun 30 Nisan günü yaptığı toplantıda oy çokluğu ile birincinin belirlendiği bildirildi. Ödül töreni Mayıs ayın içerisinde yapılacak.

Romana ikinci ödül Yunus Nadi’den
Sibel K. Türker’in kaleme aldığı “Hayatı Sevme Hastalığı”na ikinci ödül Yunus Nadi Ödülleri’nden geldi. Adnan Binyazar, Ahmet Cemal, Konur Ertop, Ülkü Tamer ve Murat Gülsoy’dan oluşan seçici kurul roman dalında Sibel K. Türker’i “Hayatı Sevme Hastalığı” adlı yapıtıyla ödüle değer gördü.
Öykü dalında ödülü “Öteki Kışın Kitabı” adlı yapıtıyla Bora Abdo kazandı. Şiir dalında da Hulki Aktunç ve Gültekin Emre’nin birlikte yazdıkları “Opus” adlı kitap ile Arzu K. Ayçiçek’in “Talidomit” adlı kitap dosyası arasında paylaştırdı.

Hayatı Sevme Hastalığı nedir?
Kitabın tanıtım bülteninde yer alan açıklama yazısı şöyle:
Yakalandığımız bütün hastalıkların tek bir kaynağı vardır: hayatı sevme hastalığı! Bu amansız hastalığın tek çaresi ise kaybetme korkusunun aşılmasıdır. O zaman insan soyunun acıları son bulacak, diğer bütün terk ediş ve terk edilişler anlamsız kalacaktır.
Şükran, ördüğü mavi kazak melankolinin içinden çıkıp kadınca bir direnişin kahramanı olduğunda kızına bunları söyleyecektir.
İntihara eğilimli bankacı Neşe, geçmiş ve geleceğin peşindeki tarot kartlarını açtıkça, Aydanın aşk acısı da artarak ilerler. İki kadın, karabasanlarını buluştururken siyaseten çarpışırlar ama bir damla kan akmaz.
Sibel K. Türkerin yeni çalışması Hayatı Sevme Hastalığı, yalnızlıktan erkeklerle hesaplaşmaya, alkolden müziğe, ahlaktan aşka pek çok sorunu son derece kıvrak, esprili ve ritmik bir dille anlatan bir roman. Bir çağ manzarası.
Hey kadınlar! Akşamın bu saatinde, bir yer altı treninin içinde aslında birer aşk yolcusu olduğunuzu bilmiyor muydunuz? Hepimiz, istisnasız hepimiz biraz dövülüp ezileceğiz. Yolculuğumuz bittiğinde ise bu akşam treninden kozayı delip çıkan kelebekler gibi mutlu ve özgür ve bilmiş ve tükenmiş ama hayatta kalarak yerüstünün ışıklarına doğru aceleyle uçuşarak çıkıp gideceğiz. Nereye mi ey kadınlar! Karanlık inlerimize tabii ki.
Devamını Oku

9 Mayıs 2013 Perşembe

Günümüzde edebiyat yapma isteği daha düşüktür!

Sokak Kitapları Yayınları yazarlarından Uğur Ziya Şimşek’e ait Öykü ve Roman Yazma Sanatı adlı makalenin üçüncü bölümünde romanın geçirdiği evrim sürecini anlatıyor ve yazar adaylarına önemli ipuçları veriyor. Şimşek, günümüzde edebiyat yapma isteğinin düşük seviyede olduğunu ancak anlatımı hızlandırmanın daha ön planda olduğunu söylüyor.

19. yüzyıl romancılarının muhatap oldukları kitle ile günümüzün romancısının okur kitlesi birbirinden çok farklı dinamiklere sahiptir. Tolstoy, Balzac, Zola, Dostoyevski, Turgenyev gibi romancılar daha durağan bir anlatım kullanmışlar ve tuğla kalınlığında romanlar yazmışlardır. Bu günün romanlarında edebiyat yapma isteği daha düşük seviyededir ve anlatımı hızlandırmak daha ön plandadır. 19.yy dünyası ile günümüzün dünyası arasında önemli farklılıklar vardır. 19. yüzyılda radyo, televizyon, internet, msn, facebook gibi argümanlar yoktu. İnsanların zaman geçirme alternatifleri günümüze göre daha sınırlıydı. O zamanların hayatı daha durağan akıyordu. Şimdi ise fazlasıyla hızlı. Bir sevgili, mektup yazıp aylarca sabırla yanıt gelmesini beklerken şimdi mesajıma niçin bir saat geç yanıt verdin diye ilişkiler noktalanıyor. Sosyal ilişkilerimizin değişimi elbette roman sanatını da etkiliyor. Ancak şu gözden kaçırılmamalıdır ki roman ile ilgili bir değişim olsa da aklın yolu birdir. Temel esaslarda önemli bir süreklilik vardır. Giriş, gelişme, sonuç; kurgu hatalarının olmaması, karakterlerdeki canlılık, kıvrak bir zeka hala çok önemli unsurlardır. Değişen şey biraz daha dinamik ve kısa anlatımdır.

Yazarların yüzde 90’ının ilk kitabı basılmaz!
Roman yazmak isteyen ve iyi bir romancı olmak isteyen kişinin roman sanatındaki değişimleri takip etmesi dışında dışa açık bir yaşam sürmesi de önemlidir. Dünyayı takip etmeli insanlığın gidişatını analiz etmelidir. Bu sayede kendisini sürekli yeniler ve güncel tutar. Yazar adaylarını kaygıya düşüren önemli unsurlardan biri de yazdıkları romanla ilgili yüksek beklentilerinin derhal gerçekleşmesini istemeleridir. Çok uç örnekler dışında ilk romanıyla yüz binlerce satış rakamlarını yakalamış yazarlara pek rastlayamayız. Hatta yazarların yüzde doksanının ilk kitabı basılmaz bile. Büyük çoğunluğu yayınevlerinin umursamaz ve zorlu değerlendirme koşulları içinde yitip giderler. Eğer hobi için roman yazıyorsanız bu durumda ısrarla devam etmenizi öneremem ancak amacınız hayatınızı edebiyata vakfetmekse bu zorluk sizi yıldırmamalıdır. İlk kitabınız beğenilmeyebilir. Basılmayabilir, basılır ama satılmayabilir. Bunların hepsi ihtimaller dâhilindedir. Önemli olan sizin yılmadan yazma kalitenizi yükselterek çalışmaya devam etmenizdir. Eğer para ve şöhret için yazıyorsak bu pek akıllıca olmaz. Çünkü para için seçeceğimiz birçok kestirme yol varken bu zorlu, çileli yola girmemizin bir anlamı yoktur. Eğer amacımız salt şöhret değilse, para değilse, sırf yazmanın güzelliği için dahi devam etmeye değer.

Yazarlık teknikleri öğrenmek Dostoyevski yaratmaz!
Roman yazmayı öğretmek, bazı ipuçları sunmak ve önemli teknikleri göstermektir. Aslında diğer alanlarda da böyledir. Matematik fakülteleri her öğrencisini nasıl ki matematik dahisi yapamıyorsa, fizik fakülteleri her öğrencisinden bir Einstein çıkartamıyorsa, yazarlık teknikleri öğretileri de Dostoyevski olma garantili değildir. Gerek bu anlatı gerek diğer kitaplar teknik bilgileri temel olarak verir. Derinleşmeyi sağlayacak olan sizlersiniz. Bu anlatılar ağrı kesici hap gibi değerlendirilmemelidir. Önemli romanlar yazmanın büyük bir yazar olmanın bir diğer koşulu da hayat birikiminin yüksekliğidir. Dostoyevski, Karamazof Kardeşler’i on sekiz yaşındayken yazamazdı. Çünkü Karamazof Kardeşler’de anlatılan insan ilişkilerinin derinliğini, Rusya’nın o dönemdeki yapısını, o yaşta analiz edemez, düşünemezdi.

Not almayı unutmayın
Bir yazarın dikkat etmesi gereken en önemli nokta alakasız yerlerde aklına gelen güzel fikirleri hemen not defterine kaydetmesidir. Bu yattıktan sonra olduysa ışığı açmanızda ve not etmenizde yine büyük fayda vardır. Not edilmeyen fikirler genelde arkalarında esrarengiz bir sis bırakarak yok olurlar. Ne kadar da zorlasanız o ilk baştaki heyecanlı ve bütünsel yapı gözünüzün önünde canlanmaz. Bunu bir alışkanlık haline getirmek çok faydalıdır. Gördüğünüz ilginç olayları, sizi etkileyen sözleri, aklınızda biranda beliriveren etkili bir cümleyi not etmediğiniz takdirde ilham perisini küstürürsünüz ve zamanla kapınızı daha az çalmaya başlar.
Devamını Oku
BlogOkulu Gadgets