16 Mart 2013 Cumartesi

Öz Edebiyat Varlıgını Koruyamıyor - Selim ileri Söylesi

Geçtiğimiz günlerde Selim İleri ile Mel’un romanı üzerine bir söyleşi gerçekleşti. Selim İleri'nin edebiyat dünyasına bir eleştiri niteliğinde olan son romanı Mel'un üzerine yapılan söyleşinin tamamını Füsun Çetinel'in notları ile size aktarıyoruz.

Selim İleri son kitabı Mel'un u anlattı

Galapera izdiham günlerinden birini yaşıyor. Bir Mart’ta Mel’un çıktı, iyi ki de çıktı yoksa burada toplanamayacaktık. Roman karakteri Sayru Usman’ın sözlük anlamı nedir, bu nasıl gelişti?
Bilge kişi, akıl adamı demek Usman. Uslu, akıllı demek. Bir de İlhan Usman vardı.  Eski romanlara uyalım dedim. Bilirsiniz bu eserlerde karakterlerle ya tezat ya da bağ kurulurdu.  Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile Rakım Efemdi’ si gibi. Sayru kelimesi Nurullah Ataç tarafından kullanılmıştı, sayru evi, deliler evi. Sonra Yunus Emre şiirlerinde var sayru kelimesi. Romanın anlattığı şeylerin isme indirgenmesi ne kadar doğru bilemem, ben bir şeyleri simgelesin diye uğraştım. On üçüncü yüzyıl Türkçesinde saçmalayan kişi olarak geçiyor.  Bu karakter saçmalar gibi gözüküp aklın içinde, hem de bilinçli. Kitabı ilk Ahmet Ümit okudu. Bana sordu, kim bu mel’un kişi dedi. Benim dedim. Yok canım, dedi. Sen mel’un olamayacak kadar iyisin. Sonra bir fotoğrafta ben ondan on yaş genç çıkmışım diye bana, kızdı. Evet sen melunsun, dedi.  Bu romanda mel’un iyi bir şey. Bugünün edebiyat dünyası, yayın dünyası, tarihin yeniden yazılışı. Kimi açık, kimi örtük açıklamalar. Örtmeye çalışmadım, ama bazı bilgileri birleştirdim. Amacım şahıslarla uğraşmak değildi. Herkes soruyor bu kim, diye. Kişilerden esinlendim, ben kimseyle uğraşmayı düşünmedim.  Sadece var olandan yola çıktım.
Romanın bugün getirildiği nokta bu. Bugün geldiğimiz noktayla ilgili, siyaset, edebiyat, yayın, insanların kitapla ilişkileri. Kırk beş yıldır bu işin içindeyim. Durum tedirgin edici, edebiyat kalmadı artık. Her şey edebiyatı baltalayıcı hale geldi. Çoksatarlar her yerde artık. O kelimeyi bile yurt dışından aldık. Bizde Türkçede böyle bir kelime yoktu. Kulağa acayip geliyor. Gelişmiş ülkelerde bu kavram çok yaygın. Marguerite Duras’ın dediği gibi, bunların gözü doymaz. Bizim on bin okuyucumuza göz dikerler.  Okuyucumuz eleştireldir, onun için de kıskanırlar. Bu durum bizde yeni, ancak dünyada on beş yirmi yıllık bir durum. Edebiyat bizde sona ermeye doğru yol alıyor. Tehlike büyük. Öz edebiyat varlığını koruyamıyor.
Ben kitapta bunları anlatmaya çalıştım, bazı şeylerin üzerine gitmeye çalışmadım. Pek çok kişi bundan bahsediyor olabilir ama kimse kapitalist düzene karşı gelemiyor tabi. Çoksatarların sağladığı imkânlar birçok değerli kitabın önünü tıkamış oluyor. Daha film piyasaya çıkmadan seyircisi belli oluyor artık. Dörtte üçü palavra üzerine kurulmuş, yermeye kalkınca kapılar kapalı. Kimse sesini çıkaramıyor. Her şey önceden belirlenmiş. Sanatın yeni bir açıya yol alabilmesi çok zor.
Çoksatarlık kurallarına göre yazmak bana göre çok zor. Geçmiş yıllarda, kırk yıl önce,  denedim, o tarz yazıları nasıl yazdıklarına dikkat ettim. Olumlu sonuçlar alamadım, kendi yolumda kös kös gittim. Bugünkü ortamda çok sattığımı düşünememek gerek. Kendimle ilgili değil toplumla ilgili bir sancı bu. Sağ olsun Everest kitabın hiçbir yerini ellemedi, noktası virgülü her şeyiyle basıldı. Teşekkürler. Çoksatarların yayınevine sağladığı ticari imkân benim sağladığım imkânlarla karşılaştırılamaz. Benim rakamım çocuk oyuncağı, ancak on bin baskı. İkinci baskıda ise ellerinde kalmasın diye ancak beş bin baskı. Çoksatarlar beş yüz bin basılıyor.
O yılların ortamı başkaydı. Bir yılda ancak dört beş kitap çıkardı. Artık şiir kitabı çıkmıyor. Hâlbuki yayınevinin görevi şiir kitabı çıkarmak. Jest olarak basması gerek. Şiir yayınevlerinin onuruydu, sevinç kaynağıydı. Her şey ters yüz olmuş durumda.
Bence çoksatarları da okusunlar. Sakıncası yok. Oradaki sakınca sekiz yüz bin, mor kapak, gri kapak olayı. Yetiştiğim yıllarda öğretmen görevi gören kitaplar vardı çoksatanlar arasında. Onlardan başka yerlere gelirdiniz. Bizler Kerime Nadir, Esat Mahmut okuyup sonra  Sartre’ye geçtik.  Esat Mahmut okumak Türk toplumu hakkında fikir sahibi olmaktır. Cemal Süreyya demişti, Kerime Nadir okumadan Sartre okuyan toplum olduk diye ta o zamanlar.
Şimdi gençler sadece Borges okuyor, aradaki boşluğu nasıl kapatacaklar?

Can Bahadır Yüce, bir söyleşi yaptı sizinle. Ve kitaptan bir alıntı yapmıştı. Onu açabilir misiniz?
 En koyu sofu en koyu ateistin, en koyu ateist en koyu sofunun iki mısraından iki satırından mesut olamaz mı?
Altmış üç yıldır bu ülkedeyim, baştan beri bunu düşünüyorum ben.
Çoksatarlarla ilgili bir sorunum olmadı hiç. Atilla İlhan bir kitabım üzerine yazmıştı, doğru yoldasın böyle devam et, diye. Ben isteyerek bıraktım o yolu. Her Gece Bodrum’da yazmış olduğum aşk ten ilişkilerini. Saz, Caz, Varyete adlı romanım az satıldı. Belki okuyucuya uzak geldi, belki daha erkendi bu konular. Ele alınan karakterler sembolikti. Ecevit, Türkeş ve Demirel, okur bağı kuramadı. Bu kitaplar yeniden satsın diye üç kitap bir arada Selim İleri Tozlu Aşk Romanları diye yeniden basıldı, Kafes, Ölünceye Kadar Seninim ve Saz, Caz, Varyete. Beni üzmedi bunlar. Kırk beş yıldır yazarak yaşamımı sürdürüyorum, iyi, konforlu bir hayat yaşadım.
Yayın dünyası. Edebiyat dünyası demiyorum, o yok zaten.  Bu benim meselem değil, gelinen nokta. Ticari ortam alakadar ediyor insanları. Selin Ongun televizyon programında bana sordu, yayınevi kitabınızı reddetseydi ne olurdu, diye. Reklam olurdu, dedim. Başka yayınevine giderdim hemen, dedim. Buraya kadar indirgenmiş edebiyat maalesef.
Fulya Füsun Çetinel ve Selim İleri kitap imzalarken
Füsun Çetinel ve Selim İleri kitabını imzalarken
Bu romanı yazmak iki buçuk yıl sürdü.  2010 Haziran’dan 20112 Kasım’ına kadar.  Başı çok zorladı. Yarı şizoid bir karakter, normal bir kişi gibi. Mesleği ne, işi ne, tahsili ne bu kişinin? Memur yaptım önce, sonra vazgeçtim, emekli öğretmen yaptım. Kimse bana nereden para kazandığını sormadı.  Karakteri kendi akışına bırakmak gerektiğine sonradan karar verdim. İki üç defter bıraktım. Başı beni epey zorladı.
Herkesin kayıtsız kaldığı edebiyat alanında yazsan ne olur yazmasan ne olur, demiyor musun.  Kimse ilgilenmiyorsa dil, edebiyat ne olacak, diye sormuyor musun hiç, dedi Ömer Türkeş. Benimkisi sadece şikâyet. Kırk elli kişi yine toplanır yine konuşuruz bugün nasıl bir araya geldikse, dedim ona.
Zeliha Berksoy, Kenter tiyatrosunda Brecht’in bir oyununu sergiliyordu. Koca tiyatroda ancak yüz kişi vardı. Bu ne rezalet, yüz kişiye tiyatro mu oynanır, demiştim o zamanlar. Zeliha boş salona bakıp on yıl sonra ne tiyatro ne edebiyat olacak sen neyi dert ediyorsun, demişti gülerek.
Türkiye’de durum çok vahim. Ben sadece teşhis koymaya çalıştım. Çözüm yok. Kaç bastı kaç sattı, hiç derdim olmadı benim. Telif beni geçindirecek kadar olsun yeterdi bana. Susar otururdum.
Bir defasında iki çoksatar yazar hanımla birlikte Urfa’ya, oradan Harran’a gittik. Urfa çarşısında beni tanıdılar. Ama iki hanımı tanımadılar. Harran’da da bir hanımı tanıdılar. Etrafına toplandılar, o da hangi programlara çıkacak falan açıklama yaptı. Ona çay ikram ettiler, bize etmediler. Şaka, şaka. Bize de ettiler. Kimin nerede, nasıl tanınacağı pek belli olmuyor.
İki üç yaz önce Bodrum’da Mehmet Barlas’ın evine davet edilmiştim. Ben erken gittim biraz, Tansu Çiler de erken gelenlerden. Beni kendisine takdim ettiler, Selim İleri tanıyor musunuz, diye sordular Tansu Çiller’e. Tanıyorum tabi, milli güreşçimizi kim tanımaz, dedi. Sonra da zayıf halime bakıp, ne oldu size yoksa hasta mısınız, diye sordu.

Ömer Türkeş bu romanınız için Selim İleri’nin başyapıtıdır demiş. Diğerleri değil miydi?
Bu romana birikimimi döktüm ama diğerlerinden daha fazla uğraştım diyemem. İçine bazı şeyleri tıkıştırdım, sonra başıma bela oldu, nasıl bağlayacağım diye düşünüp durdum. Kapağa Usta’dan bir başyapıt yazdılar. Bu da bir nevi pazarlama işte. Arka kapağa ‘ustanın en boktan kitabı’ da yazabilirlerdi.

Hocam, belki de daha fazla satardı?
Hiç aklıma gelmedi. Niye daha önce söylemediniz bunu?

Yaratıcı yazar sözü ne kastediyor size? Bu tür atölyelerin faydası var mı?
Yazar eğer gazeteci değilse peşinen yaratıcıdır zaten. Kurslar hakkında hiç bilgim yok. Eğer bir kişinin içinde edebiyatçı olma arzusu varsa ve bu arzu şiddet halindeyse bu kurslar yolunu kısaltabilir. Sylvia Plath’ın Sırça Fanus isimli kitabında bu konu çok güzel işlenmiş. Üniversitede yaratıcı yazarlık bölümünde roman eğitimi görmüş öğrenci okulu bitirirken mutlaka bir roman bitirecektir. Bu kitap herkesin eğitimle romancı olamayacağını gösterir.  Ben bu kurslarda hocalık yapamam. Birkaç teklif aldım. Bir keresinde Ömer Türkeş’in ricasını kıramadım. Kursta her kesimden öğrenci olacak, demişti. Derste kendi aralarında konuştu öğrenciler. Elif Şafak kaç satmış. Günün çoksatarları üzerine odaklanmış insanlardı hepsi. Bunu şu tür bir faaliyete benzettim. Sağlık sorunlarım için havuza yüzmeye gidiyorum. Orada konuşulan konu, bugün ayağınız, beliniz nasıl.  Bunun gibi işte bu kurslarda konuşulanlar.
1960lı yıllarda iç monologlar, bilinç akışı gibi şeyler hakkında yazarların ne bilgisi ne teknik donanımı vardı. Memet Fuat, Murat Belge çıkardıkları dergiler ile bugünkü kursların işlevini yapıyorlardı. Kafka ve bilinç akışı özel sayıları çıkardılar. Kafka o zamanlar anlaşılmıyordu. Çok ciddiye alınması gereken siyasi tarafının, geleceğe yönelik kâhin tarafının bilincinde değildik.
Altın Kitaplar tarafından yayınlanmış olan Agatha Christie kitapları bizde hep on formaydı. Yıllar sonra anlaşıldı ki bazıları on, bazıları yirmi beş forma. Ve evet, kötü çeviri şimdilerde çok daha kötü.

Safiye Ayla ile ilgili bir anınız vardı?
Niye, yaşım ona mı uygun?  1980li yıllarda, Levent Etiler’de oturuyor Safiye Ayla. Yemeğe davetliydim. Kulağı iyi işitmiyor, yaşı epey var. Her şeye ‘hmm evet’ diyor, kolay yolunu bulmuş. İhtilal daha yeni olmuş. İnanılmaz zeki bir kadın. Orduevlerine davet edip Atatürk’ün sevdiği şarkıları okutuyorlar hala. Onu anlattı sevinerek. Yemek çok güzel geçti. Bir iki gün sonra Armağan Hanım aradı beni, Safiye Ayla’yı nasıl buldunuz, diye sordu. Çok hoş bir hanım, yaşım tutsa evlenme teklif ederdim, dedim şaka yollu. Bunu Safiye Ayla’ya anlatmış. O da, sakın teşebbüs etmesin, hiç tipim değil kendisi, demiş.

Romanınızda birçok motif var.
Romanın içinde dram var, eleştiri, doğu batı meselesi, mizah her şey var. Şizofren kahraman iki anne icat etmiş. Rahmetli Füsun Akatlı yıllar önce bu fikri kafama sokmuştu. Dostlukların Son Günü çıktığı zaman şöyle bir yorum yapmıştı. Anne, kimi zaman çok merhametli kimi zaman despot biri olarak çıkıyor karşımıza. Garip bir şey var bu kitapta, kahramanda kişilik bölünmesi gibi bir şey, diye yazmıştı bir eleştirisinde Füsun Akatlı. Bu eleştirisi kafamı yıllarca meşgul etti. Her şey birikiyor, sonradan bir şekilde ortaya çıkıyor.  Mel’un da işte böyle ortaya çıktı, iki farklı anne. Kimileri bunu doğu batı meselesi olarak algıladı.

Doğu Batı meselesi üzerine bir şeyler söyleseniz? Batılılaştıkça kibirli mi olduk biz Türkler?
Batılılaşmadık, batılılaştığımızı sandık ve bundan kibirlendik. Batı değerlerini özümseyemedik maalesef. Alçakgönüllü olmayı bilemedik. Einstein,  Almanya’da üstü başı dökük dolaşıyormuş, sormuşlar, niye böyle geziyorsunuz, diye. Burada beni herkes tanır da ondan, demiş. Amerika’da da aynı şekilde dolaşıyormuş. Peki burada niye böyle pejmürde dolaşıyorsunuz, demişler. Burada da beni kimse tanımaz zaten, demiş. Bizim toplumun senteze gitmesi lazım. Türkiye, birbirinin etkisi ve tepkisi olarak gelişiyor.
Bu kitapta yazdığım birçok şey kendi hayat güçlüklerimin ortaya attığı şeyler gibi görünmekte ama gerçekte içindekiler belgesel.  Yazdığım bir şey de resim sanatı üzerine. Van Gogh servileri her tabloda birbirinden farklıdır. Bizim nakkaşlarımız yüzyıllar boyu aynı şeyleri resmedip durmuşlardır. Bu,  meşhur bir sanat tarihçimizin yargısı. Ben bunu kullandım işte.

Bir ıspanaklı salata hikâyeniz vardı, anlatabilir misiniz?
Siz beni burada Bal Mahmut’a çevirdiniz. Yemek kitaplarını maddi problemlerle yazdım. Buradaki tarifler hep bir fiyaskoyla sonuçlandı ne yazık ki.

Kitap bastırmak eskiden bu kadar zor muydu?
1060-1968 yılları arasında Memet Fuat, D yayınlarındaydı. Kısa bir süreliğine etkin oldu. Oktay Rıfat, Cemal Süreyya, Edip  Cansever gibi kıymetli şairlerimizin şiir kitaplarını bastı hep. Behçet Necatigil’in kendine özel imla kullanımı vardı, kesik kesik iki kısa çizgi gibi. Sonra Leyla Erbil’in kendine has yazım kuralları. O zamanlar dizgici yok, harfler kurşun dökülerek diziliyor çok zor şartlarda. Yanlış basılan bir kitabı, Memet Fuat parasını kendi cebinden ödeyerek tekrar bastı. Artık o titizlik yok, bilgisayarda şapkalı A  yok, kimse böyle şeylerle uğraşmıyor. Leyla Erbil bile pes etti, aman ne basarlarsa bassınlar, dedi en sonunda.
Evet, kitabımın Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken hikâyesiyle büyük akrabalığı var. İnanılmaz derecede esinleniş var, fark ettim. Yusuf Atılgan, Bilge Karasu bir süre etkili olup maalesef sepetlendiler. Geriye kalanlar Oğuz Atay, Tanpınar. Ben bu yazarların bile kimse tarafından okunduğunu sanmıyorum. Üniversitelerde çok sayıda tezler, doktora çalışmaları yapılıyor ama hepsi yayınlanmıyor.
Ben kimi zaman melunluk yapar, eşe dosta var olmayan kitapları okudunuz mu diye sorardım. Evet, okudum, derlerdi. Ferit Edgü daha fazla melunluk yaptı. Gazetede olmayan bir kitap üzerine yazı yazdı. Haince bir şey. Kimi insanlar bunu referans olarak bile kullandı.
Bir de Selçuk Baran’ın Bir Solgun Adam romanıyla çok yakınlığı var kitabımın. Selçuk Baran’ı ayrıca çok severim.

Beğendiğiniz, okuduğunuz yazarlar kimler? Biz neleri okuyalım?
E, beni okuyun tabi. Kendi yolunuza kim yakınsa onu okuyun. Sizin yazarınız kimse. En önemlisi tat alın, akünüzün dolmasına yararlı olacaktır bu. Bazı kitaplar bazı yaşları bekler, diye bir şiiri var Necatigil’in. Çok doğru bir tespit bu.

Türkçenin geldiği koordinatlar nedir sizce?
Türkçe artık iki yüz elli kelimeyle yürütülen bir konuşma dili haline geldi. Üniversitelerde yapılan bir araştırma sonucudur bu. Bu noktaya nasıl gelindi?

Kelime yarışmalarına çıkan çok iyi üniversitelerin öğrencileri ilk üç soruda eleniyor. Bu da bunu gösteriyor zaten değil mi?
O bir gösterge değil. Yarışma programları farklı bir şey. Yirmi beş otuz yıl önce, Tarık Tarcan jest yapıp Çarkı Felek programına davet etmişti, Pınar Kür’ü, beni ve Necati Güngör’ü. Ben eski edebiyat eserlerini severek okurdum.  Hepsine yanlış cevap verdim. Tarık Tarcan Şıp Sevdi’yi soruyordu. İpucu veriyor, hani yağmur yağar, diyor. Niye yağar, diyorum ben. Kimse bir şey bilemedi. Yarışmalarda insan tutuluyor.
Ziyarete gittiğimiz bir okulda, çocuk cami minaresi diyecek, caminin külahı, dedi örneğin.

Belki çocuğun aklında dondurma vardı hocam.
Öyleyse çok sevinirim. Yanlış kullandıysa kötü ama.
Selim Bey, caminin tepesine külah da denebiliyor.
Hiç bilmiyordum gerçekten.

Ya kitap fuarları hakkında ne düşünüyorsunuz Selim Bey?
Sizi seven okur kalkıp geliyor oralara kadar ve yazarlar, yayınevleri ‘geç sıraya, geç sıraya’ diye azarlayıp duruyor herkesi. Bunu bakkal çakkal yapmaz. Ekmek yediği müşterisini yere göğe koyamaz onlar. Ben dört beş yıldır katılmıyorum bu fuarlara. Zaten kulağım iyi işitmiyor. Yanlış anlaşılmalar oluyor. Bir kere feci bir şey oldu.
Kitabın adı Ölüm İlişkileri. Bir hanım imza istedi. Adını soyadını sordum. Sabiha bir şey. Soyadı aklımda kalmadı. Kitabı Sayın Sabiha Sertel’e diye imzalamışım, farkında değilim. Kadın öleli yıllar olmuş. Çok ayıp. Ama Sabiha Hanımın suçu, çok konuşup beni ambale etmişti. Kitabın içini açıp okumuş, koşup geri geldi, yanlış imzalamışsınız diye.
Yazılarıma postmodern denemez. Ben diyemem, çünkü öyle yazmadım. Zaten postmodern nedir, bunu iyice bir belirlemek gerek. Bizde her şeye postmodern deyiveriyorlar.

Selim İleri kendinden önceki yazarların tanıtılmasında rol oynadı, genç kuşaklara da öncü oldu. 
Bizim zamanımızda da Atilla İlhan, Behçet Necatigil hep destek oldu bizim gibi genç yazarlara. Üstünlük taslamazlardı, burnu büyüklük yoktu. Yirmi yaşında yazarken dünyayı değiştirebileceğime inanıyordum ama bugün yazdıklarımla değiştiremeyeceğimi anladım. Edebiyat narin bir şey. Hele Şiirler. İnsan çok sonra idrak ediyor, edebiyat hiçbir şeyi değiştiremez maalesef.
Siz en iyisini yazmaya çalışın, kitap mı ekmek mi önemli? Değişmeyen trajedi. Bu insanlar beni nasıl anlasın? Hatta gençleri azarlamalarını çok feci buluyorum. Edebiyat, seveni için duyarlılık yaratıyor. Sükûnet olacak, sıcak, masa lambası olacak, neyle geçineceğim derdi olmayacak.
Korsan kitaba karşıyım tabi.  Almaya mecbur kalanları da anlayışla karşılıyorum ama. Nasıl alsın, hangi parayla alsın. Bana hepsi bedava geliyor. Gelmese belki ben de korsan alacaktım, bilemem.

İnternet edebiyatı öldürür mü? Her öğrenciye tablet verileceği söyleniyor. Kitap sayfası çevirmeyen öğrenci okumayı nasıl sevecek?
Umberto Eco kitabında buna inanmadığını yazmış. Kâğıt kokusu olmadan e kitaptan tat alamaz insan. Türkiye’de hayal mahsulü teklifler çoktur.  Özal zamanında da tüm öğrencilere bilgisayar verilecekti. Hani? Şimdi de tablet vermekten bahsediyorlar. Bence olmayacak. Hoş sözler. Kitap gitti. Karatahta kalktı gibi. Bırakın tahtayı depreme dayanıklı okul bile yok. Bunların hepsi Türkiye’ye dair sayıklamalar.

Sevgili Selim İleri’ye bu hoş sohbet için çok teşekkür ediyoruz. Bence Mel’un edebiyata dair çok samimi sayıklamalar. Halen okumadıysanız, bir an önce en yakın kitapçının yolunu tutun derim. Evet biliyorum internetten sipariş ederseniz daha ucuza geliyor diyeceksiniz ama kitapçılar ne olacak. Bizim kahrımızı çeken o güzel mekânlar?

FULYA FÜSUN ÇETİNEL
Devamını Oku

14 Mart 2013 Perşembe

Yazarlıgın mayasında hayatın acıları vardır!

Mario Levi yazarlık yolunda ilerlemek isteyenlere ve henüz bu yolun başında olanlara hayat ve yazarlık ile ilgili şu sözü söyledi: Ben çok acı çektim ama bunları yaşadığım için yazar oldum. Bilin ki yaşadığınız acılar yazacağınız yazılar düşünüldüğünde size birileri tarafından verilmiş birer armağandır. Onların kıymetini bilin. 

Yaratıcı yazarlık ve Mario Levi Söyleşi
Yazının Ustaları adlı programa konuk olan yazar Mario Levi iyi bir yazar olmanın iyi bir okur olmaktan geçtiğine inandığını bu nedenle yılların akışında sabırla yazısına odaklandığını söyledi. 


Yazarın karanlık mağarasına yolculuk

Yazının büyüsü ile kaleminin ucuna gelenleri yazan Mario Levi, romanlarındaki olayların nerede başlayıp, nerede ve nasıl biteceğinin kurgusunu yapmıyor. Yazarken kendisine sürpriz imkanları tanıyor. Bu nedenle edebiyatı insanın kendi mağarasına yaptığı bir yolculuğa benzeten Mario Levi yazma eylemiyle ilgili şu tespitleri yapıyor: “Yazmak karanlık bir mağaraya inmek demektir. O mağara aslında sizsiniz, sizin içinizdeki mağaradır. O mağaraya inersiniz, adımlarınızın sizi götürdüğü yere doğru inersiniz. Ne kadar cesursanız o kadar gidersiniz. O yolda, o inişte hiç beklemediklerinizi veya unuttuğunuzu sandıklarınızı görürsünüz. Ama burada çok güçlü bir paradoks olarak karşımıza şöyle bir hakikat çıkıyor. O karanlığın içinde sizi bekleyen bir aydınlıkta var. Çünkü siz orada dünyanızı ve kendinizi keşfediyorsunuz. Bu yüzden ben kendimi yazarken öylesine bırakıyorum. 


Kendini yazmak kolaycılık değildir!

Gerçek anlamda yaşanmayanın gerektiği gibi anlatılamayacağına inanan Mario Levi’nin eserlerinde otobiyografik unsurlar mevcut. Bunun diğer yazarlar için de geçerli olduğuna inanıyor. Bu tespitini de Mario Levi şöyle açıklıyor:  Kimi yazarlar vardır, yaşadıklarını yazmanın bir çeşit kolaycılık olduğunu söylerler. Başka hikayelerin ardına düşmenin daha doğru olacağını düşünürler. Ben hiç böyle düşünmüyorum. Kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın, her yazılan otobiyografiktir ve yazarın kendi yaşamından unsurlar taşır. Gerçek edebiyattan söz ediyoruz tabi. Bir hikaye anlatmayı seçtiğiniz an zaten tarafsızlığınızı kaybedersiniz. Siz farklı bir hikaye yazmak istersiniz, ben farklı bir hikaye yazma ihtiyacı duyarım. 
Bunu da bir yana bırakalım, zaten yazarın kullandığı dilin kendisi otobiyografiktir. Önemli olan da budur edebiyatta. Herkesin bir dilinin olması, bir dili inşa etmeye çalışması çok önemlidir. Böyle bakacak olursak elbette anlattıklarımda yaşadıklarım da vardır, yaşamayı dilediklerim de, yaşayamadıklarım da. Yaşayamamanın bana verdiği kırgınlıklar da, umutlar da. Yazdıklarımda her şeyim vardır. Yaşayamadıklarım da yaşadıklarımdır aslında. 


Sahici olmanın bedeli nedir?

Edebiyatta sahici olabilmenin bir bedeli olduğunu vurgulayan Mario Levi konuyla ilgili şunları söyledi: Hikaye, gerçektekinden çok farklı olabilir ama ruhu doğru, hikayenin duygusu doğru olmalı, gerisini boş verin, asıl önemlisi bu. Bu beraberinde edebiyatın en önemli unsurunu olan sahici olmayı sağlıyor. Sahici olmak için ise bir bedel ödemeniz gerekiyor. Bu bedelin içinde öncelikle kaybetmeyi göz almak var. Hatta kaybetmenin erdemini bilmek var. 
Videonun tamamını buradan izleyebilirsiniz.

Devamını Oku

11 Mart 2013 Pazartesi

Genc yazar ustalardan icazet almalı!

Elif Şafak'ın sitesinde yer alan Genç Yazara Öğütler adlı makalede genç yazarın ustalardan icazet alması gerektiği vurgulanırken Cemil Meriç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Mevlana gibi isimlerin okunmaması gerektiği öğütleniyor.

Elif Şafak yazma teknikleri ve genç yazara öğütler
Elif Şafak'a ait bir sitede Genç Yazara Öğütler adlı bir yazıya rastladım. Bu makaleyi okurken birinin ona gönderdiği mektup mu yoksa kendisinin yazdığı bir yazı mı çıkaramadım ama içeriğinin faydalı olacağını düşünerek sizinle paylaşmak istedim. Yazıda genç yazarın edebiyatın ön kapısından giriş yapması ve okurdan önce ustalardan icazet alması gerektiği öğütleniyor. Ayrıca genç yazara Cemil Meriç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Peyami Safa, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet, Mevlana gibi kişileri okumaması da öğütleniyor. 2002 yılına ait yazıdan bir bölüm şöyle:  


Ustalardan icazet almalısın!
Kendine kitapların yarattığı bir dünya kurmayı başaramazsan eğer, sonunda arka kapıdan, geldiğin yere dönmekten başka çaren kalmaz. Bu tür tümceler genellikle şarkıcı olma hevesiyle önce sokaklara, sonra kötü yola düşen kızlar için kullanılır gerçi, ama ben şimdiden seni ileride yaşayacağın düş kırıklıklarına karşı uyarmak istedim. "Arka kapı" dememden de anlayabileceğin gibi, edebiyat dünyası bir eve benzer. Bu eve girebilmek için öncelikle ön kapıyı çalmalısın. Kapı açıldığında, -eğer açılırsa-, içeri girdiğinde -eğer girebilirsen-, seni karşılayacak olan ev sahipleri -eğer karşılarlarsa-, edebiyat dünyasına yıllarını adamış ustalar olacaktır. Okurdan önce onlarla tanışman ve hadi senin seveceğin bir dille söyleyeyim, onlardan "icazet alman" gerektiğini unutmamalısın. Edebiyat evi, kapıdan bacadan korsan girişler yapan anarşist yeniyetmelerden hoşlanmaz. Bunu da sana herkes benim gibi açık açık söylemez.

Yazının tamamını okumanızı tavsiye ederim.

Genç Yazara Öğütler

Devamını Oku

10 Mart 2013 Pazar

Benim okurum akıllıdır!

Öykü yazarken okura güvenmek neden önemli? Öykünün Ev Hali adlı video serisinde Füsun Çetinel bu hafta çocuk eğitimi bağlamında okura güven konusunu irdeliyor.

Yeşim Cimcoz Yazıevi Eğitmenlerinden Füsun Çetinel
Yeşim Cimcoz Yazıevi eğitmenlerinden Füsun Çetinel “Öykünün Ev Hali” adlı video serisinde bu hafta çocuk eğitimi ve okura güven konuları arasında bir bağ kurarak yazar adaylarına önemli ipuçları verdi. Anne babaların çocuklarını aşırı koruma içgüdüsü ile çocukların sorumluluk alması gereken işleri güvensizlik nedeniyle kendilerinin yaptığını vurgulayan Füsun Çetinel, bu nedenle gençlerin deneyim kazanamadığını vurguluyor. Deneyim kazanamayan gençlerin birey olmakta zorlandıklarını ifade eden Çetinel bu olayı yaratıcı yazarlık eğitimine şöyle bağladı: Nasıl ki çocuklarımızı yetiştirirken onlara güvenmeyip ‘yapamaz’ düşüncesiyle işlerini biz yapıyorsak metnimizi yazarken okurlarımıza da güvenmiyoruz. Bu yüzden kurmaca metnimizde okurun hayal gücünü harekete geçirecek satır araları bırakmıyoruz. Kelime tekrarlarıyla, nidalarla, gereksiz ünlemlerle, noktalı virgüllerle, okurun anlamayacağını zannederek yaptığımız gereksiz açıklamalarla okuyucuyu aciz bırakıyoruz. 


Okuyucunun hayal gücüne izin verin!

Füsun Çetinel, okura güvenen öykü yazarının yapması gerekenleri şöyle sıraladı: Kurmaca metnimizi oluştururken okuyucuya satır araları bırakmalıyız, tekrarlardan kaçınmalıyız. Okuyucunun hayal gücüne de bir şeyler bırakmak lazım. Kitabı okurken okuyucunun hayal gücüne olanak tanımalıyız. 
Dikkat çekmek için üç ünlemi yan yana koymaya gerek yok. Bunu yapmak istiyorsak eğer kelimelerin gücünden faydalanmamız gerekiyor. Öykümüzü yazarken okuyucumuzu ‘akıllı’ olarak düşüneceğiz.

Füsün Çetinel’in öykü ve okuyucu ilişkisini anlatan açıklamalarının tamamını dinlemek için videoyu mutlaka izleyin.



Devamını Oku

9 Mart 2013 Cumartesi

10 yıl sonra ne edebiyat ne tiyatro ne de siir kalacak!

Galapera’ya konuk olan Selim İleri, tiyatrocu Zeliha Berksoy’un bir sözünü hatırlatarak “10 yıl sonra ne edebiyat, ne tiyatro ne de şiir kalacak” dedi.

Selim İleri Mel'un romanı ve Galapera Söyleşisi
Bu akşam Beyoğlu’ndaki Galepera yazar söyleşisine katıldım. Edebiyat tutkunlarının bir araya geldiği Selim İleri söyleşinde keyifli anlar yaşandı. Söyleşinin ana konusu Selim İleri’nin günümüzün edebiyat dünyasına, yazarlarına ve yayınevlerine içerden bir eleştiri niteliğinde olan son romanı Mel’un oldu. Mel’un’un okuyucuyla buluşması nedeniyle Galapera’ya konuk olan Selim İleri, söyleşide edebiyat ortamının son 15-20 yıldır önemli bir bozulma yaşadığını, bu yozlaşmaya dair düşüncelerini Mel’un romanında anlattığını söyledi. Yurt dışında “bestseller” adı altında yayımlanan romanları çok satar olarak niteleyen Selim İleri, “Çok satarlar denilen romanlar dünyanın her yerinde var. Ancak Avrupa ve Amerika’da bunun yanında edebiyat değeri olan eserler veren yazarlar ve onların okuyucuları da var. Türkiye’de olmayan budur. Batıda çok önceleri başlayan çok satarlar edebiyatı ülkemizin son yıllarına damgasın vurdu. Ancak batıda öz edebiyat varlığını korumuş. Ülkemizde öz edebiyat yok olmaya doğru gidiyor. Bir kitap çıktığında içeriğinden ya da ne anlattığından ziyade satış-pazarlama, kapak rengi, tanıtım gibi kısımlar ön plana çıkıyor” dedi.
Selim İleri ayrıca Mel’un romanının herkesin söylediğinin aksine Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı ile değil yazarın Korkuyu Bekleyen adlı öyküsü ile derin bir akrabalığı olduğunu söyledi.

Bu durumdan pek çok kişi rahatsız!
Edebiyattaki yozlaşmadan piyasadaki pek çok kişinin de rahatsız olduğunu söyleyen Selim İleri “Para düzeni ilişkileri içinde olunca insanlar da göz yumuyor. İlişkiler burada çok belirleyici. Bu durum sinema ve tiyatro için de geçerli. Dörtte üçü palavralarla dolu bir filmi eleştirdiğinizde kapılar size kapanıyor. Böyle bir ortamda sanatın yeniye, gelişkin olana yeni bir bakış açısına yol kapanıyor. Ayrıca çok satarlık formüllerine adapte olmak, yazmak ve ona uyum sağlamak da yazarlar için zor. Yazarı kısıtlayan bir durum” dedi. 

Selim İlerinin son kitabı MelunZerre kadar umudum yok!
Dünya genelinde bir çöküş yaşandığını vurgulayan İleri, “Bu çöküş Türkiye’de daha fazla hissediliyor. Bu siyasal, dini bir şey değil genel bir durum. Karşı durduğum şey edebiyat ortamının geldiği durum. Herkesin edebiyat dünyası diye nitelediği şeyi ben artık yayın dünyası olarak niteliyorum. Bu yozlaşmanın düzelmesi için de bir önerim yok. Benim yaptığım sadece bir saptama. Ayrıca durumun düzeleceğine dair zerre kadar da umudum yok” dedi. 

Eskiden edebiyatın dünyayı değiştireceğine inanıyordum
Edebiyata bakış açısının zaman içinde değiştiğini belirten Selim İleri “20 yaşında edebiyatın dünyayı değiştireceğime inanıyordum, ama bugün buna inancım kalmadı. Bakış açımda büyük bir değişiklik var. Edebiyat narin bir şey ve zamanla edebiyatın siyasal sistemi değiştiremeyeceğinin farkına vardım. Öte yandan zor hayat şartları ile yaşayan insanlardan, ekmek kavgası veren insanlardan kitap okumasını beklemek ya da kitap okuyarak okuduğunu anlamasın beklemeyi anlaşılır bulmuyorum. İyi bir kitap okuru olmak için belli şartlar lazım örneğin yarın sabah neyle geçineceğim derdi olmamalı, sıcak bir ev, huzurlu bir ortam. İşte bu olduğunda okuduğunuz kitap size keyif verir, anlatmak istediğini size ulaştırır” dedi. 

Yazarlık kursları yazar olma yolunu kısaltır
Yaratıcı yazarlık kurslarının içeriğini ve oradaki ortamı tam olarak bilmediğinin altının çizen Selim İleri, “Eğer insanın içinde yazar olma ve edebiyat tutkusu varsa yaratıcı yazarlık kursları da bunu kolaylaştırır diye düşünüyorum. Yazar olma yolunu kısaltabilir. Eğitim veren yazarlar kendi tecrübelerini aktarabilir. Aynı zamanda yazar olmak isteyen gençlere teknik bilgilendirme bakımından yol gösterebilir” dedi. 
Genç yazarların ne okuması gerektiğine ilişkin soruya da Selim İleri, istedikleri, sevdikleri ve tat aldıkları yazarları ve kitapları okumalarını önerdi. 

Meraklısına, 

Selim İleri'nin AHaber kanalında yer alan söyleşisi

Devamını Oku

Yazar bildigini degil hissettigini yazmalı!

Elif Şafak TED konuşmasında yaratıcı yazarlık kurslarında öğrencilere verilen “Bildiğiniz şeyi yazın” öğüdünün yanlış olduğunu bunun yerine “Hissettiğiniz şeyi yazın” denmesi gerektiğini söyledi. 

Elif Şafak yaratıcı yazarlık hakkında açıklamaları
Yazarların, yaratıcı yazarlık ve edebiyata ilişkin görüşlerini araştırdığım sıralarda rastladığım Elif Şafak’ın TED konuşmasını içeren videoyu bugün sizinle paylaşmak istedim. Öncelikle notların bir konuşmanın parçaları olduğunu hatırlatmama izin verin. Bağlamını daha iyi anlamak için aşağıdaki videoyu izlemenizi öneririm. 

Şafak: Bildiğini yazmak iyi bir başlangıç olmayabilir
Elif Şafak, konuşmanın son kısmında ne yazılması gerektiğine ilişkin açıklamalarında yazarın bildiğini değil hissettiğini yazması gerektiğine vurgu yapıyor. Bunun nedeni olarak da yazarın kültürel çemberinin dışına çıkarak farklı dünyaları ve insanları tanımasını, kendi kültürel alanında (önyargılarla) belirsizlik olarak algılanan diğer kültürleri - insanları anlatarak birleştirici bir işlevi olması gerektiğini vurguluyor. 
Elif Şafak konuya ilişkin şunları söylüyor: Audre Lorde, beyaz babalar bize “Düşünüyorum öyleyse varım” demeyi öğrettiler demişti. Ama onun önerisi “Hissediyorum öyleyse özgürüm” diyebilmekti. Ben bunun harika bir paradigma kayması olduğunu düşünüyorum. Ama o zaman neden hala yaratıcı yazarlık kurslarında öğrencilere öğrettiğimiz ilk şey şu oluyor: Bildiğiniz şeyi yazın. Belki de bu başlamak için doğru bir yol değildir. Yaratıcı edebiyatta illa bildiğimiz şeyi ya da olduğumuz şeyi yazmamız gerekmiyor. Gençlere ve kendimize kalplerimizi genişletmeyi ve hissetiklerimizi yazmayı öğretmemiz gerekiyor. Kendi küçük kültürel gettomuzdan dışarıya çıkmalı ve gidip bir sonrakini ziyaret etmeliyiz.

Elif Şafak’ın TED konuşmasına dair bazı notlar ve videosu


Kültürel kozamız ruhunuzu kurutabilir!
Hepimiz sosyal ve kültürel bir çeşit çemberin içinde yaşıyoruz. Belli bir aileye, ulusa, sınıflara bağlı olarak doğuyoruz. Ama kanıksadığımız ortamın ardındaki dünyalarla herhangi bir bağlantımız olmasa o zaman bizim de içten içe kuruma riskimiz var. 
Hayal gücümüz daralabilir. Kalplerimiz küçülebilir. İnsanlığımız azalabilir. Eğer kendi kültürel kozamızın içinde çok uzun süre kalırsak, arkadaşlarımız, komşularımız, iş arkadaşlarımız ve ailemiz, şayet en yakın çemberin içindeki herkes birbirine benziyorsa, aynadaki görüntümüzle kuşatılmışız demektir. 

Hikayeler bizi birleştiriyor
Dünyanın her yerinde benzerliklerden ve ayrılıklardan hareketle kümelenme ve daha sonra da diğer insan kümeleri hakkında önyargılar üretme eğilimindeyiz. Benim fikrime göre bu kültürel gettoları aşmanın yollarından biri hikaye anlatma sanatıdır. Hikayeler sınırları yıkamaz ama mantık duvarlarınızda küçük delikler açabilir. Bu deliklerden bakarak ötekileri görebilir, hatta zaman zaman gördüklerimizi sevebiliriz.
Ölüm ve yıkımla yüzleştiğimizde dünyevi farklılıklarımız buharlaşır. Ben her zaman hikayelerin de benzer etkisi olduğuna inanmışımdır. İyi bir roman okuduğunuzda kendi küçük apartman dairelerimizi arkada bırakıp daha önce hiçbir araya gelmediğimiz hatta ön yargılı olduğumuz kişileri tanımak için tek başımıza geceye dalarız. 

Neden İngilizce roman yazıyorum?
Diller arasında seyahat etmek bana kendimi yeniden yaratma şansı veriyor. Türkçe yazmayı çok seviyorum, bana göre çok şiirsel ve duygusal bir dil. Aynı zamanda İngilizce de yazmayı seviyorum; benim için matematiksel ve zihinsel. Yani her bir dille farklı bağlarım olduğunu hissediyorum. 

  • Hikayeleri ne kadar çok sevsem de bir hikayenin sadece bir hikayeden fazla bir şey olarak algılanması halinde sihrini de kaybetmeye başladığını düşünüyorum. 
  • Ben edebiyatı kendisi için sevmek istiyorum, bir araç gibi görmek değil. Yazarların politik görüşleri olabilir, hatta iyi politik romanlar da yazabilirler. Ama edebiyatın dili ile siyasetin dili aynı şey değildir. 
  • Çehov, “Bir problemin çözümlenmesi ile aynı problemi doğru bir şekilde sorabilmek tamamen iki farklı meseledir ve sadece ikincisi sanatçının yapabileceği bir şeydir” demiştir. Kimlik politikaları bizi böler, hikayeler ise birleştirir. Birisi kallavi genellemelerle ilgilenirken diğeri ise nüanslarla. Biri sınırlar çizer, diğeri ise sınır tanımaz. Kimlik politikaları katı tuğlalardan örülür, edebiyat ise akan su gibidir. 
  • Edebiyatın bizi daha da öteye taşıması lazım, eğer bunu başaramazsa zaten iyi bir edebi eser değildir. 
Devamını Oku

8 Mart 2013 Cuma

Yazarlara On Kural - Etgar Keret


Etgar Keret'in Rookie dergisi için hazırladığı “Yazarlara On Kural” başlıklı makalesi, kuraldan çok hayat felsefesini andırıyor. Koltukname'de yayımlanan Etgar Keret'in önerilerini sizinle paylaşmak istedim.

Etgar Keret Yazara On Kural
Etgar Keret
1. Mutlaka severek yazın.
Yazarlar yazma sürecinin ne kadar zor ve acı verici olduğunu söylemeyi çok severler. Yalan söylüyorlar. İnsanlar, hayatlarını gerçekten hoşlandıkları bir şey yaparak kazandıklarını kabul etmek istemezler. 
Yazmak başka bir hayat yaşamanın yoludur. Bir sürü farklı hayat yaşamanın. Asla olmadığınız ama içlerinde tamamen sizi barındıran sayısız insanların hayatını. Oturup bir sayfayla yüzleşmeye çalıştığınız – başaramazsanız bile– her seferde hayatınızın ufkunu genişletebilme fırsatına sahip olduğunuz şükran duyun. Bu eğlencelidir. Harikadır. Fiyakalıdır. Ve kimsenin sizi aksine inandırmasına izin vermeyin. 

2. Karakterlerinizi sevin. 
Bir karakterin gerçek olabilmesi için dünyada en az bir insanın, o karakterden hoşlansa da hoşlanmasa da onu sevebilmesi, anlayabilmesi gerekir. Yarattığınız karakterlerin anası babası sizsiniz. Eğer onları siz sevmezseniz kimse sevemez.

3. Yazarken kimseye hiçbir şey borçlu değilsinizdir.
Gerçek hayatta, uslu durmazsanız hapse ya da akıl hastanesine düşebilirsiniz; ama yazıda her şey serbesttir. Eğer öykünüzde çekici bulduğunuz bir karakter varsa, onu öpün. Öykünüzde nefret ettiğiniz bir halı varsa, salonun orta yerinde ateşe verin onu. İş yazmaya geldiğinde, klavyenin tek bir tuşuyla gezegenleri yok edebilir, uygarlıkları yeryüzünden silebilirsiniz ve bir saat sonra alt kattaki teyzeyle koridorda karşılaştığınızda size yine de selam verir.

4. Her zaman ortadan başlayın.
Başlangıç, kekin, kek kabına değmiş olan yanık kenarı gibidir. Başlamak için ihtiyacınız olabilir ama yenilebilir sayılmaz.

5. Sonunu tahmin etmemeye çalışın.
Merak, büyük bir güçtür. Onu elden bırakmayın. Bir öykü ya da bir bölüm yazarken durumun ve karakterlerinizin motivasyonlarının hâkimiyetini elinizde tutun ama kurgudaki sürpriz gelişmelere şaşırmaya da devam edin.

6. Bir şeyi hiçbir zaman sırf “âdetten” olduğu için kullanmayın.
Paragraflar, çift tırnaklar, sayfayı çevirdiğiniz halde adı değişmemiş olan karakterler: Bunlar yalnızca size hizmet için var olan kurallardır. Eğer işinize yaramıyorsa boş verin gitsin. Bir kural sırf okuduğunuz her kitapta işe yaraması, sizin kitabınızda da işe yarayacağı anlamına gelmez.

7. Kendiniz gibi yazın.
Eğer Nabokov gibi yazmaya kalkışırsanız dünyada bunu sizden iyi başaran (ve adı Nabokov olan) en az bir kişi olacaktır. Ama kendi tarzınızda yazmaya gelince, kendiniz olma konusunda dünya şampiyonu her zaman siz olacaksınız.

8. Yazarken odada mutlaka yalnız olun. 
Kafelerde yazmak kulağa romantik de gelse, etrafınızda insanların olması, siz farkında bile olmadan boyun eğmenize neden olacaktır. Kimse yokken kendi kendinize konuşabilir, hatta farkına varmadan burnunuzu bile karıştırabilirsiniz. Yazı yazmak da burun karıştırmaya benzeyebilir bazen; etrafınızda birileri varken eylem tabiiliğini kaybeder. 

9. Yazdıklarınızı seven insanların sizi teşvik etmesine izin verin. 
Ve geri kalan herkesi görmezden gelin. Yazdığınız şey onlara göre değilmiş. Boş verin. Dünyada başka bir sürü yazar var. Eğer yeterince ararlarsa, eninde sonunda kendi beklentilerini karşılayacak bir yazar bulurlar.

10. Herkesin fikrini alın ama kimseye kulak asmayın (ben hariç). 
Yazmak dünyadaki en mahrem alanlardan biridir. Kimsenin size kahveyi şekerli mi sütlü mü sevdiğinizi öğretemeyeceği gibi, nasıl yazacağınızı da başkasından öğrenemezsiniz. Biri size doğru gelen, rahat gelen bir tavsiyede bulunursa kullanın. Biri size doğru gelen ama rahat gelmeyen bir tavsiye verirse üzerinde bir saniye bile durmayın. Başka birine iyi gelebilir, ama size değil.
Devamını Oku

7 Mart 2013 Perşembe

Gülsoy: içinize baktıgınızda orada herkesi bulabilirsiniz!

Günümüzün yazar eğitmenlerinden olan Murat Gülsoy, yaratıcı yazarlık alanına ilgi duyan edebiyat gönüllülerine yol gösteren önemli ipuçları verdi. 

BUMED Yazarlık Kursu Eğitmeni Murat Gülsoy
Boğaziçi Mezunlar Derneği Yaratıcı Yazarlık Kursu eğitmeni ve yazar Murat Gülsoy, edebiyata ve yazarlığa ilişkin düşüncelerini paylaştığı 24 televizyonunda yayımlanan Yazının Ustaları adlı programa konuk oldu. Gülsoy, söyleşide bir insanın bütün insanlığın özetini içinde taşıdığını belirterek “Dostoyevski Suç ve Ceza adlı eserinde ustalıkla bir katili, onun ruh durumunu, türler ürpertici bir cinayeti yazdı, ama hiç cinayet işlemedi. Bu durum içe bakış ile ilgili. İçinize baktığınızda orada herkesi bulabilirsiniz. Çünkü birey olarak insanın herkes olma potansiyeli var. Siz yazdığınız kişilerin deneyimini hissetmiyorsanız iki boyutlu karikatür bir metin yazmış olursunuz. Bunu da okur anlar zaten. Yazdığınız cümlelerin güzel olsun diye yazılmış hissi verir. Gerçek edebiyat metni cümleleri size unutturur, cümlelerin arkasındaki dünyayı göstermeye başlar” dedi. 

Resim sanatı ile roman - öykü arasındaki bağ

Öykü, roman yazan edebiyatçıların resim sanatıyla özel bir bağı olduğunu vurgulayan Gülsoy, bunun nedeni olarak edebiyatın amacının bir temsil ya da dünya yaratmak aynı zamanda onu gösterebilmek olduğunu söyledi. Gülsoy resim sanatı ile ilgili sözlerini şöyle sürdürdü: “Aslında yazar olarak o göstereceğimiz dünyayı çok farklı bakış açıları ile ressamlar gösteriyorlar. Yazarın da ressamın da amacı aynı, sanatçının yaratmakta olduğu dünyayı temsil etmek. Temsil edebilmek demek onu anladığımızı başkalarına gösterebilmek demek”

Sanatın iki bileşeni: Temsil ve oyun

Sanat kavramının iki bileşeni olduğunu anlatan Gülsoy, bunlardan birinin temsil diğerinin de oyun olduğunu söyledi. Edebiyatçının okuru, izleyiciyi bir oyuna davet etmesinin zorunlu olduğunu ifade eden Gülsoy, “Oyun dediğimiz de tekrar eden temalar ve yapılar demektir. Bu nedenle metinde bir mimari kurulur ve bu yüzden bir olay örgüsüne ihtiyaç duyarız. Aynı zamanda bu sayede takip edebiliriz ve biz de o oyunun içerisine katılabiliriz. Sadece oyun değildir ama oyunlu bir tarafı, izleyebildiğimiz bir tarafı vardır” dedi. 


İlham ve iç gözlem ilişkisi!

Sanatla uğraşanların ya da yazar olmaya niyetlenen insanların bir türlü çözemedikleri muammalardan biri olan ilham konusuna da bir açıklama getiren Gülsoy, ilhamın aslında pek çok kez geldiğini ancak insanların gelişini fark edemediğini söyledi. Hayattaki her şeyin ilham kaynağı olabileceğini vurgulayan Gülsoy, “Önemli olan bunun farkına varabilmek ve bunu bir sanat yapıtına dönüştürebilmek. Farkına varmak iç gözlemle olan bir şey. İç gözlem, insanın kendi içini izlemeyi, görmeyi öğrenmesi gerekiyor. Bu çok kolay bir şey değil kuşkusuz ama bizim yaratıcılığımızın kaynağında kendi bilinç dışı süreçlerimiz var. Biz onları tabi ki farkında değiliz o yüzden bize gökten zembille inmiş, kulağımıza fısıldanmış gibi geliyor. Ama aslında ilham aynen rüyalarda olduğu gibi bilincimizin benliğimizin farklı katmanlarının ürettiği ve onlardan sızan bir şeyler bunlar” dedi.  

Söyleşi sonunda okuyucular için kitap önerileri sorulan Murat Gülsoy şu isimleri saydı: Dava (Kafka), 1984 (George Orwell), Don Kişot (Cervantes)

Murat Gülsoy’un söyleşinin tamamını aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.



Devamını Oku

6 Mart 2013 Çarşamba

Öykü yazmak için 10 emir

Öykü yazmak Selim İleri'nin tabiriyle hala naif bir uğraş. Bu uğraşın içinde olan öykü yazarlarına Horacio Silvestre Quiroga Fortez'den öykü yazma tekniklerini de içeren 10 maddelik bir rehber. İncelemenizi öneririm.

Fortez'den öykü yazarlarına öykü yazmak için 10 emir
Öykü yazma teknikleri konusunda en çok önemsediğim ve okuyanına önemli ipuçları veren 10 maddelik bir öykü haritası buldum. Kendisi de bir öykü yazarı olan ve edebiyat tutkunlarının internetteki uğrak mecralarından biri olan Yekta Kopan'ın Fil Uçuşu adlı bloğunda rastladım ona. Semih Aközlü çevirisiyle Horacio Silvestre Quiroga Fortez tarafından yazılan bu Kusursuz Bir Öykü Yazarı İçin 10 Emir, yazarın anlatımıyla sadece öykü yazarlarına değil okuyucusuna da rehberlik ediyor. Öykü yazmaya gönül verenlere küçük ama yerinde ipuçları veren bu on madde sayesinde öykü yazma serüvenimiz daha da keyifli hale geliyor.

Duygularının akışına kapılma

Yazma aşamasında, yazım aşamasında girilen ruh halini ve dile yönelik önerilerin bulunduğu 10 emirde benim en çok ilgimi çeken dokuzuncu madde oldu. Bu maddede Fortez, "Duyguların akışına kapılarak yazma. Bırak silinsinler, ama sonra hepsini aklına getir. Bundan sonra duyguları yeniden canlandırabilecek gücün kalmışsa, zaten yolu yarılamışsın demektir." deniyordu. Kanımca yazarın duygularına esir olmasındansa aklı ile metnine hükmedip duygularını kelimelerle harmanlamasını öğütlüyordu.

Öykü ve roman arasındaki fark

Fortez, sekinci maddede ise yazarın, kahramanlarını öykü boyunca tutarlı bir şekilde var etmelerini ve okuru aldatmamasını öğütlüyordu. Ayrıca yine aynı maddede öykü ile roman arasındaki ayrıma dikkat çekerek öyküyü laf kalabalığından arınmış roman olarak nitelendiriyor. Öykü yazarından da bu gerçeği mutlak olarak kabullenmesini istiyor. 
Fortez'in Kusursuz Bir Öykü Yazarı İçin 10 Emir'ini okumanızı öneririm.
Devamını Oku

Duygu Asena Roman Ödülü

Kadın sorununa yönelik çalışmalarıyla tanınan yazar Duygu Asena anısına düzenlenen roman ödülü başvurularında sona yaklaşıldı. Son başvuru tarihi 15 Mart.

8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken, Türkiye'de kadın mücadelesi denince akla ilk gelen isim olan Duygu Asena'dan bahsetmemek olmaz. Seksenli yılların sonunda "Kadının Adı Yok" eseri ile kadının toplumsal alanda yaşadığı sorunları ülkenin gündemine taşımış olan Duygu Asena, bu alanda her zaman ilklere imza atmıştır. Kadının Adı Yok adlı kitap yayımlandıktan 1 yıl sonra yasaklanan kitap, yasak kalkınca ünlü yönetmen Atıf Yılmaz tarafından sinemaya uyarlanmıştı.

Duygu Asena anısına saygı duruşu!
Doğan Kitap, 2007 yılından bu yana yazarın anısına her yıl düzenlediği Duygu Asena Roman Ödülü'nü bir saygı duruşu olarak nitelendiriyor. Kadın sorunlarına yönelik duyarlılığı artırmak ve kadın erkek eşitsizliğini edebiyat yoluyla irdelemek amacıyla düzenlenen Duygu Asena Roman Ödülü için son başvuru 15 Mart olarak belirlenmiş. Roman ödülüne sadece organizasyonun düzenlendiği yıl yayımlanmış kitaplar başvuru yapabiliyor.

Duygu Asena Roman Ödülü Katılım Şartları
Devamını Oku

Selim ileri: Roman artık satıs unsurudur!

Türk edebiyatının son dönemini değerlendiren usta yazar Selim İleri, günümüzdeki edebiyat ortamının fabrikasyon halini aldığını belirterek romanın satış rakamlarıyla anılır olduğunu söyledi.

Selim İleri edebiyatın ticari meta haline geldiğini söyledi.
Selim İleri'nin 24 televizyonunda yer alan Yazının Ustaları adlı programındaki söyleşisini video paylaşım sitesinde izlerken aldığım çeşitli notları sizlerle paylaşmak istedim. İki video halinde olan söyleşinin ilkinde Selim İleri, günümüz Türk edebiyatının son dönemine yönelik yerinde tespitler yapıyor.

Selim İleri: Edebiyat ortamı ticari meta haline geldi!

Yazarlık hayatının ilk yılları ile günümüz edebiyat ortamını karşılaştıran Selim İleri iki dönem arasında ciddi farklar olduğunu vurguladı. Günümüz yazarlarına hafiften dokundurarak açıklamalarını sürdüren yazar videodaki söyleşisinde şunları söyledi: “Bizim kuşağın yetiştiği yıllarda edebiyat daha kendi iç dünyası içerisinde olan, bugünkü gibi bir fabrikasyon halini almamış bir ortamdı. Bugün edebiyat ticari bir meta haline gelmiş bir ortam. Benim yetiştiğim yıllarda insanlar kendi yazdıkları, çizdikleri ile ilgilenirdi. Kitaplarının nasıl sunulacağını planlamazdı. Bu açıdan bakıldığında dün ve bugün arasında çok ciddi fark var. Belki işin profesyonelleşme başlamasından dolayı bunun doğal olduğunu düşünmek de mümkündür. Ama bizi yetiştiren insanların özverileri, duyarlılıkları, edebiyata olan bağlılıkları hasret olarak ben de var.”

Gençler romanlarının satışıyla ilgileniyor!

Okuyucunun ve yazarın gözündeki roman algısına da değinen Selim İleri, romanın artık satış unsuru olarak ele alındığını vurguladı. Yazar olmak isteyen gençlerde de buna yönelik bir eğilim olduğunu belirten Selim İleri “Gençlerde ben nasıl iyi roman yazarım diye değil, yazdığım romanı nasıl sattırırım diye bir kaygı hakim” dedi.

Okuyucu: Romanınız ne kadar sattı?

Günümüzün öykü anlayışına dair bir açıklamada da bulunan Selim İleri sözlerini şöyle sürdürdü: “Öykü ise hala daha narin bir çizgide. Kendi içerisinde daha tutarlı bir iş yapma gayreti gösteren yazarların kaleminden çıkıyor. Roman alanında da bu tarz kalemler elbette var. Ama genel perspektiften yaklaştığımızda roman bugün Türkiye’de “Ne kadar sattı?” sorusuyla anılıyor. Maalesef okuyucuda da bu hastalık var. Eskiden romanda ne anlattınız diye sorardı okuyucular –gerçi bu da saçma bir soruydu- ama şimdi kaç adet basıldı, kaçıncı baskıda diye soruyorlar.
Umutsuzluğa da kapılmamak lazım, hep böyle gidecek diye bir kaide yok. Sanıyorum ki tekrar kendi mecrasına, edebi akışına geri dönecektir.”

Selim İleri’nin burada kendimce önemli gördüğüm açıklamalarına yer verdim. Yazarın nasıl yazdığını, eserleri hakkında neler düşündüğünü ve keyifli sohbetini dinlemek için mutlaka videoları izleyin.

 
Devamını Oku

5 Mart 2013 Salı

Edebiyat Galerisi Net Öykü Yarısması

Edebiyat Galerisi Net Kısa Film Öykü Yarışması düzenliyor. Yarışmaya son katılım tarihi 15 Mart.

Edebiyat Galerisi Net Öykü Yarışması
Edebiyat Galerisi Net, Türkçenin özleşmesini, korunup geliştirilmesi, zenginleştirilmesi Türk edebiyatını gençlere sevdirmek amacıyla Kısa Film Öykü Yarışması düzenliyor. LoveField adlı kısa filmimde geçen olayı yarışma teması olarak belirleyen Edebiyat Galerisi Net yarışmada birinci olan katılımcının kitabını yayımlayacak. Yarışmaya katılmak isteyen yazarlardan 100 sayfa öykü yazmaları isteniyor. Yarışmaya son katılım tarihi 15 Mart olarak açıklandı.
Uzun öykü alanında denemeleri olan ya da ilk defa bu alanda eser verecek olan yazarlar için ideal bir yarışma.

İşte yarışmanın teması olan LoveField adlı kısa film.

Yarışma şartları

  1. T.C vatandaşı olmak.
  2. 18 ve 30 yaşlarındaki yurt içi ve yurt dışındaki gençlerimiz katılabilir. Yarışmaya 18 yaşından gün almış olması gerekir.
  3. Yarışmaya kabul edilecek eser daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olması gerekir.
  4. Eserler en fazla 100 sayfa olmalı ve Türkçe,Türk Dili ve İmla Kurallarına uygun olarak yazılmalıdır.
  5. Eserler 12 punto ve 1.5 satır aralığıyla dizilmiş olmalı ve Times New Roman yazı karakteriyle yazılmış olmalıdır.
  6. Bir yarışmacı en fazla 1 (bir) eserle yarışmaya katılabilir.
  7. Jüri üyelerinin birinci derece yakınları yarışmaya katılamaz.
  8. Eserlerin son teslim tarihi 15 Mart 2013’dir.
  9. Sonuçlar ve Ödüller 19 Mayıs 2013′ de ödül sahiplerine bildirilip verilecektir.
  10. Ödül kazanan eserlerin her türlü yayım ve telif hakkı öykü kitabını basacak yayın evine aittir.


Ödüller
Birinciye: 1000 adet öykü kitabı yayımlanması
İkinciye: Edebiyat Galerisi Net etkinliğine katılımını sağlamak, galeri yazarlarının kitapları ve plaket,
Üçüncüye: Galeri yazarları kitapları ve plaket

Öykü Yarışması Seçici Kurul
Prof. Dr. Ercan KIZILAY
Prof. Dr. Levent SEÇER
Doç. Dr. Hüseyin YALTIRIK
Nazım GÜVENÇ (Gazeteci-Yazar ve Yönetmen)
Mehmet SEVİŞ (-Şair-Yazar ve Yönetmen-)

Bilgi ve Eser Teslimi
edebiyatgalerisi@gmail.com
edebiyatgalerisi.net@gmail.com
www.edebiyatgalerisi.net
İletişim: 0539 629 51 11

Not: Yarışma Sonuçları “Her Katılan Yarışmacıya” İletileceği İçin,  Posta Katılım Bedeli 10 TL’dır. Posta çeki hesabı: 0637 92 47
Devamını Oku

Polisiye roman nasıl yazılır?

Polisiye romanların büyük kuramcısı S.S. Van Dine’ın'ın kaleminden Polisiye Roman Yazmanın 20 kuralı, polisiye meraklılarına özel.

Polisiye Roman Yazmanın 20 Kuralı
Polisiye romanın diğer türlere nazaran özel bir okuyucu kitlesi olduğu söylenebilir. Bu türün yazarları da romanın temel kurallarına sadık kalarak polisiye kavramı çerçevesinde bazı özel anlatım şekilleri ve teknikleri kullanmakta. Polisiye romanların büyük kuramcısı S.S. Van Dine'ın Polisiye Roman Yazmanın 20 Kuralı adlı makalesini sizinle paylaşmak istedim. Afilli Filintilar grubunun üyesi  Samed Karagöz'ün aynı adlı sitedeki yazılarından birinde yer verdiği bu makalede polisiye roman yazmak isteyenlere önemli ipuçları veriyor.

Makaleden bazı notlar
Kuralları okurken en çok dikkatimi çeken uyarılardan biri kesinlikle bir aşk hikayesine yer verilmemesi gerektiğini vurgulamasıydı. Aşk hikayesinin okuyucuyu gereksiz bir duygusallığa sürükleyeceği ve konuyu akılcılıktan duygusallığa çekeceği belirtiliyordu. Van Dine makalesinde, polisiye romanının amacının aşıkları evlendirmek değil, cinayeti çözmek olduğunu bu nedenle duygusallığın okuyucu yoldan çıkardığını söylüyordu.

Kusursuz cinayet şart
Okurun romandan beklentilerine atıf yapan Van Dine, Amerikalıların insancıl olduğunu, bu nedenle iyi bir cinayet kurgusunun onların korku ve intikam duygularını coşturduğunu, okurda zanlıyı hemen adalete teslim etme isteğinin doğduğunu belirtiyor. Kusursuz bir cinayet işlendiğinde bu isteğin 3-4 kat arttığını da not düşüyor.
Cinayet yöntemi ve onu araştırma şeklinin tamamen bilimsel olması gerektiği de makalede üzerinde önemle durulan ayrıntılardan. Eğer yazar bilim ötesi veya uydurma araçlarla cinayet silahı ya da yöntemi kurgularsa okuyucunun inandırmakta güçlük çekebilir. Yazar kendini fantezi dünyasına kaptırırsa polisiye türünden giderek uzaklaşır ve macera romanına yelken açmasına neden olur.

Okuyucu cinayeti ayrıntılı bilmeli
Makalede geçen bir diğer önemli nokta da cinayetin okuyucuya açık seçik tüm ayrıntılarıyla anlatılmasıdır. Yani, okuyucu kitabı bitirdiğinde cinayetin hangi ipuçlarıyla çözüldüğünü öğrendikten sonra kitabı yeniden okuyup, aynı ipuçlarını kendisi de bularak cinayeti çözebilmelidir.
Diğer ipuçlarını öğrenmek için Polisiye Roman Yazmanın 20 Kuralı'na bakalım.
Devamını Oku

Yazarlık kursları protesto edildi!

ABD'nin Pensilvanya eyaletinde 190 yazar ve öğretmen yaratıcı yazarlık kurslarını protesto etti. Haberin ayrıntıları ve üzerine düşündüklerimi sizinle paylaşıyorum.

Yazarlık kursları protesto edildi
Yaratıcı yazarlık hakkında haber kaynaklarını tararken karşıma ilginç bir protesto çıktı. 2011 yılından yayımlanan bir habere göre 190 yazar ve öğretmen yazarlık kurslarının aldatıcı olduğunu, edebiyatı yönden etkilediğini düşünüyordu. Protesto gösterisini düzenleyen sivil toplum kuruluşunun başkanı olan Ulusal Kitap Ödülü sahibi Amerikalı yazar Bob Shacochis, yazarlık kurslarının  metodolojik açıdan aşırı banal, oldukça yanıltıcı, aldatıcı ve kötü olduğunu söylerek ısmarlama yazar olunamayacağını, yaratıcı yazarlık kurslarının kişileri ısmarlama yazarlığa yönlendirdiğini iddia ediyor. 

Yazarlık kursları anlaşılır tuhaflık mı?
Yine aynı haberde Bob Shacochis, yaratıcı yazarlık kurslarının var olduğu bir ülkede edebiyattan söz edilemeyeceğine vurgu yapıyor. Yazarlığın doğal seyrinde akması gereken bir hayat biçimi olduğunu ifade eden Shacochis, sözlerini söyle noktalıyor: "Göz önündeki tuhaflıklara biz ‘Anlaşılır Tuhaflıklar’ diyoruz. Ve bu anlaşılır tuhaflıkların çirkinliğinden bahsediyoruz. Yaratıcı yazarlık kursları da anlaşılır tuhaflıktır. İnsanların en fazla aldatılmaya müsait yönleri anlaşılır tuhaflıklara çabuk kanmalarıdır. Tuhaflıklar, genellikle anlaşılır kılınarak inandırıcılık kazanırlar."

Bilgi tek başına yeterli mi?
Amerikalı yazarın özellikle "yazarlığın doğal seyri içinde akması" sözüne katılıyorum. Yaratıcı yazarlık kursları ya da kitapları bizleri teknik olarak bilgilendirirken kişi olarak yazarlığın doğasından kopuyor olabiliriz, kendi başımıza uzun uğraşlar ve deneyimler sonucu keşfedeceğimiz pek çok yararlı bilgiyi kısa sürede, özümsemeden, hazır olarak elde ediyoruz. Bilginin insan yaşamında çok önemli bir yeri olduğu kanıksanamaz ancak duygu ile harmanlanmamış, yaşamsal deneyimlerle donatılmamış teknik bilginin ne kadar uygulanabilir olduğu ya da bu uygulama sonucunda nitelikli ürünler ortaya çıkıp çıkmayacağı tartışma konusu.

Yazarlık okula sığar mı?
Okul kavramının bile tek tip insan yetiştirdiği, yaratıcılığı öldürdüğü ve belli metotları baz alan toplu eğitimin ezberci ve düşünemeyen bireyleri yarattığı tartışılırken yazarlık gibi özgür bir ruh, düşünce ve yaşam şekli isteyen bir uğraşının okul, atölye gibi bir kalıba sığdırılıp güdükleştirilmesi edebiyata ne kadar faydalı olabilir?

Akdemiden yaratıcı çıkar mı?
Yazarlık okullarında benzer süreçlerden geçen yazar adayları tıpkı bir fabrika gibi standart ürünler mi verecek? Yoksa içlerinden bazıları elde ettiği bu bilgiyi kendi yaşamının can suyu ile büyütüp ortaya benzersiz bir edebiyat ürünü, akımı veya eserini mi çıkaracak? Bunu zaman gösterecek sanırım.
Yaratıcılıkla ilgili çok bilinen bir tespiti burada yinelemek isterim: Dünyayı değiştiren pek çok mucit, bilim adamı, düşünür ve yazar akademiden çıkmamıştır.
Devamını Oku

4 Mart 2013 Pazartesi

altKitap Öykü Ödülü 2013

Öyküye gönül verenlere yeni bir fırsat. altKitap Öykü Ödülleri, öykü yazarlarını heyecanlı bir edebiyat ödülüne çağırıyor. 
Altkitap 2013 Öykü Ödülü Son Başvuru 10 Mart
Öykücülüğün ülkemizde yaygınlaşması adına düzenlenen altKitap Öykü Ödülleri bu yılda öykü yazarlarını davet ediyor. Gönderilen öyküler Özge Calafato, Hande Ortaç, Aylin Sökmen ve Engin Türkgeldi'nin yer aldığı ön seçim kurulunun değerlendirmesinden geçecek. Ön seçimin ardından değerlendirme sonucundaki nihai sıralama Hakan Bıçakcı, Hakan Günday, Ece Temelkuran, Aslı Tohumcu ve Cem Uçan’dan oluşan Seçici Kurul tarafından belirlenecek.

Öyküler e-kitap olarak yayınlanacak
Değerlendirmeler sonucunda dereceye giren ve yayımlanmaya değer görülen öyküler altKitap tarafından e-kitap olarak yayımlanacak Öykü ödülüne son başvuru tarihi 10 Mart 2013.
Sonuçlar 2 Mayıs 2013 tarihinde www.altkitap.net sitesinde açıklanacak, ve ardından belirlenen tarih ve yerde ödül töreni düzenlenecek.

Katılım Koşulları

  1. Katılım herkese açıktır. Konu sınırlaması yoktur.
  2. altKitap Öykü Ödülü’ne bir öykü ile başvurulur. Bir kişi birden fazla öykü ile başvuruda bulunamaz.
  3. Öykü en fazla 2.013 sözcükten oluşmalıdır. Bu sınırlamaya uymayan öyküler değerlendirme dışı bırakılacaktır.
  4. Daha önce herhangi bir ortamda yayımlanmış ve/veya ödül almış öyküler başvuruda kabul edilmeyecektir.
  5. Başvuruda bulunmak isteyenlerin öykülerini bir yazı programı dosyası (word, 12 punto, Times New Roman) olarak elektronik yolla ulaştırmaları gerekmektedir (e-posta içeriğine kopyalanmış öyküler türkçe karakter sorunları nedeniyle okunamamaktadır).
  6. Ad, soyad, özgeçmiş, açık adres, telefon numarası, kullanımda olan bir e-posta adresi bilgileri öykünün yer aldığı dosyadan farklı bir dosyaya kaydedilmeli ya da e-posta içinde belirtilmelidir. Bu bilgileri bildirmeyen katılımcıların öyküleri değerlendirmeye alınmayacaktır.
  7. altKitap Öykü Ödülü‘ne katılan öyküler seçici kurula yazar kimlikleri gizli olarak sunulmaktadır. Bu nedenle öykünün yer aldığı dosyada yazarın kimliğine dair bir bilginin yer almamasına dikkat edilmelidir.
  8. Başvurular altkitap@altkitap.net adresine yapılacaktır

Devamını Oku
BlogOkulu Gadgets